11. Bölüm

Muhittin gittikten sonra Ahmet’le geri kalan eşyalarımızı yerleştirdik. Yarın yeni bir gün, dersler başlıyor, yarından itibaren dur durak yok, derslerimize çalışacağız. Ahmet’le sohbete başladık, konumuz ailelerimizin bizim için yaptığı fedakârlıktı.

Biz dokuz çocuklu bir büyük aileydik, Ahmet’ler dört kardeşti, büyük abisi taksi şoförlüğü yapıyordu, iki ablası ve abisi evliydi. Evin geçimi ananın omuzlarındaydı, yemeyip yediriyorlar, giymeyip giydiriyorlardı. Benim durumum da aynı Ahmet’in durumundaydı, belki kardeşlerimin haklarını, onların boğazından kısıp bana gönderiyorlardı. Bunun karşılığında bizlerden beklentileri derslerimize çalışıp sınıfımızı geçmekti. Ahmet benim bu konuşmamdan etkilenmiş gözleri dolmuş, “haklısın, yarından itibaren evden okula okuldan eve, derslerimize çalışıp sınıfımızı geçeceğiz, söz” demişti.

Verdiğimiz sözün arkasında durduk, çalıştık çabaladık sene sonunda Ortaokulu bitirdik. Bu geçen süre içerisinde çok iyi arkadaşlıklar edinmiştim, çevremde sevilen birisi olmuştum, karneden hemen sonra Ahmet Reyhanlı’ya gitti, ben Kırıkhan’da kaldım, bu arada Suat Taner hocamızın tayini İskenderun Lisesi’ne çıkmıştı. Muhittin’le görüştük, kalktık yanına gittik, bizi gördüğüne sevinmişti, koynumda sakladığım karnemi gösterdim, çok memnun oldu, beni kutladı. Kendisine, bana sahip çıktığı için defalarca teşekkür ettim. Bizi yemeğe götürmek istedi, Muhittin amcasının İskenderun’da terzilik yaptığını, öncelikle ona uğradığımızı sonra buraya geldiğimizi, yemek sözünü ona verdiğimizi anlattı, Suat hocamıza tekrar teşekkür ettikten sonra yanından ayrıldık. Nedendir bilmiyorum, çok duygulanmıştım, birden boşaldım, hıçkıra, hıçkıra ağlıyordum. Neden sonra sakinleştim, Suat hocam bana sarılmış ağlamamın geçmesini beklemişti. Başım önümde oradan ayrıldık, ilerideki caminin bahçesindeki çeşmede yüzümü yıkadım, kendime ancak gelebilmiştim, bütün olanları büyük bir sabırla bitmesini bekleyen Muhittin, “senin gibi vefalı bir dost edindiğim için çok mutluyum” deyip bana sarıldı, “ben de” diye cevap vermiştim.

Muhittin’in amcasının terzihanesine gittik, gözündeki gözlüğünün altından bize baktı, “işinizi bitirdiyseniz yemeğe çıkalım, ben de sizin gelmenizi bekliyordum” diyerek gözlüğünü çıkardı, ceketini giydi kebapçı salonuna geçtik. Terzi Selami o çevrede bilinen bir esnaftı. Buyur edildik, masamız tekrardan silindi, siparişler verildi, Muhittin amcasıyla sohbete koyuldu, Ortaokul bitti, şimdi sıra İskenderun Lisesi olduğunu söyledi. Amcasının “odanı şimdiden hazırlatayım geldiğinde hazır olsun” demesine Muhittin cevap vermeyince, amcası kızdı, “kime diyom, cevap versene” diye kızdı. Sonradan gülerek “ben senin amcanım, biliyorsun ev geniş, rahat edesin diye bende kalmanı istiyorum” deyince Muhittin bozuntuya vermeden, “tabi ki amca sizde kalacağım” cevabıyla işi tatlıya bağladılar.

Yemekten çıktıktan sonra müsaade istedik, deniz kenarına doğru gittik, ilk defa denizi bu kadar yakından görüyordum, denize doğru taş atıyordu gençler, attıkları taşlar sekerek gidip batıyordu, ben de attım ama sektiremedim. Gün dönmek üzereydi, Paç’a kadar yürüyerek gittik, İskenderun, Antakya’dan daha derli toplu geldi bana. Liseyi geçtik, İskenderun Paç mevkiine geldik, kapıdan sarkan dolmuş muavininin “Kırhan, Kırhan” seslenişine Muhittin el kaldırdı, bindik, yan yana oturduk.

Ben epey yorgun düşmüştüm, pencereden dışarıyı seyrediyordum, başımı camın kenarına koydum yarı uyanık, yarı uykulu halde Topboğazı’na gelmiştik, Kırıkhan yoluna saptık, ilerideki Devlet Üretme Çiftliğinden geçip Soğuksu’ya indik, burası Kırıkhan’ın girişiydi, birkaç defa arkadaşlarla gelmiştik, mesire yeriydi, üst tarafında “Delibekirli” yaylası meşhurdu. Oturduğum yerden kaymıştım, diklenerek toparlandım, Muhittin uyumuştu, “geldik kalk” diyerek uyandırdım, kalktı etrafına bakındı, toparlandı garajda indik, “ben eve gidiyorum anama görünüp sana gelirim, sucuklu yumurta yaparız, ekmek alma, yufka ekmek yaptırıp getiririm” dedi. “Yoğurt da al” dedim. Evin yolunu tuttu. Eve geçtim, Kırıkhan’ın kışı soğuk, yazı ise çok sıcak geçiyordu, ev sahibimiz komşularıyla evin önünü sulamış, toplanmış sohbet ediyorlardı, kısa zaman içerisinde hepsiyle merhabamız, selam sabahımız olmuş bizi terbiyeli bulduklarından kendi çocuklarına örnek gösterir olmuşlardı, bu durumu ev sahibesinden duymuş çok hoşumuza gitmişti. Karnemi sordular, Ortaokul bitti dedim. Aferini kaptım. Odama geçtim pijamamı giydim lavaboda elimi yüzümü yıkadım, havlum omzumda, yüzümü silerek odama geçtim, pencereleri, kapıyı açtım uzandım. Biraz kestirmiştim, kalktım hayranı olduğum şair Ümit Yaşar Oğuzcan’ın şiir kitabını aldım, içimden şiirlerini okumaya başladım. Gün dönmek üzereyken elinde ekmek Muhittin göründü, “hadi kalk ben acıktım, sen oturmuş şiir okuyorsun” deyip, o meşhur el hareketiyle yüzümü sıvazladı, yoğurt dedim, cevap vermedi, kalktım sucuğun sonunu indirdim, önce sucuğu az yağla tavada pişirdim, üstüne yumurtaları kırdım biraz da onunla pişirdim, sucuğun kokusu dışarıya kadar yayılmıştı, Muhittin, “inşallah bu kokuyu hamile kadın almamıştır, iştahı çeker” dedi. Karnımız doymuştu, hadi giyin bir Soğuksu yapar sonra uyuruz dedi, giyindim Soğuksuya doğru yavaş adımlarla yürümeye başlamıştık. Liseye gidip gitmeyeceğimi, gideceksem İskenderun Lisesi’nde beraber okumak istediğini söyledi, böylece ayrılmayacağımızı, hatta üniversiteye bile devam edebileceğimizi anlatıyordu Muhittin. Sessizce dinliyordum, o anlattıkça kendimi lisede, daha sonra da üniversitede tahayyül ediyordum. Rüyada gibiydim. Muhittin’in, “ne o ayakta mı uyuyorsun, daldın gittin” demesiyle kendime geldim, “öyle güzel anlatıyorsun ki dalmış gitmişim” dedim.

Çay bahçesinde oturduk Muhittin’i gören masamıza gelmeye başladı sohbet koyulaştı, o günlerde büyük şehirlerde öğrenci hareketleri başlamış, iktidar partisi olan Demokrat Parti, öğrenci hareketlerini bastırmak için şiddete başvurmuş, bir öğrencinin öldürüldüğünden söz ediliyordu. Nedenini, niçinini anlayabilecek yaşta değildik, benim tek bildiğim “Barutçu ailesinin CHP’li oluşuydu”.

***

Kırıkhan’da işim kalmamıştı, evi boşaltıp teslim etme zamanı gelmişti. Önce Reyhanlı’ya gittim, yanımda İsmet ve Ahmet’le tekrar Kırıkhan’a döndüm. Nizam usta İkindi namazında otobüsü ile evimizin önüne gelecek ve o zamana kadar hazır hâle getirdiğimiz eşyalarımızı, denklerimizi otobüsün üstüne yükleyip Reyhanlı’ya yola çıkacaktık. Kısacası bu gidişimiz Kırıkhan’dan ayrılma gidişiydi, biraz buruk, üzgün ve tarif edemediğim içimi sızlatan bir sıkıntılı gidiş gibi gelmişti bana. Burada kötü hiçbir anım olmamıştı, hep yapıcı anılarla ayrılıyordum Kırıkhan’dan ve arkadaşlarımdan, Muhittin bana kardeşim kadar yakın durmuştu, Kürt İbo bile hiç gereği yokken saygılı davranmıştı, hatta Bekir ağa bile eyvallah demişti. O tarihte bu saydığım kişiler Kırıkhan’nın belâlı kişileriydi ve beni saymaları Muhittin’in sayesinde olmuştu. Daha sonraki yıllarda arkadaşım olan Burhan Seçmen, Turhan Hirfanoğlu, Mehmet Pürderoğlu, Abdurrahman Mutta, Fehmi Akı ve diğer arkadaşlarımdan iyi anılarla ayrılıyordum. Özellikle iyi insan, benim kalbimde ayrı bir yeri olan Suat Taner hocam, en dar zamanımda dost elini uzatan müstesna insandan ayrılıyor olmak kolay olmayacak bana. Ama neylersin ki, ayrılıklar hayatta hep vardır. Ayrılıp yıllar sonra yolların bir şekilde kesişmesi ayrı bir haz verir insana. İçim içime sığmaz oldu Kırıkhan’a yaklaştıkça, kaçıp gidesim geldi. Sağa sola döndükçe İsmet bir bana bir Ahmet’e bakıyor, benim sıkıntılı halime bir anlam veremiyordu. Sonunda dayanamamış olmalı ki, neyin var, dönüp duruyorsun, bir yerin mi ağrıyor, sıkıştıysan söyleriz kaptana ihtiyaç giderirsin, yok yok, bir şeyim yok birazdan geçer, beni merak etmeyin diye geçiştirdim.

Kırıkhan’a gelmiştik, Nizam usta yarın ikindi vakti hoca Allahûekber der demez ben evinizin önündeyim, o zamana kadar siz eşyalarınızı hazır edin kapının önüne çıkarmış olun dedi. Anlaşmıştık, evin yolunu tuttuk. Ev sahibimiz Ali amca kapının önünde elinde pilli radyosunu kulağına dayamış ajansları takip ediyordu. Bizi görünce sevinmiş gibi hoş gelmişsiniz gençler diyerek seslendi, hal hatır sorduk, yarın taşınacağımızı söyledik, haydi hayırlısı diyerek gönlümüzü aldı. Odaya girdik ben işte geldik, işte gidiyoruz şen olasın Kırıkhan diyerek sızlandım, dokunsan ağlayacak gibiydim, dolu dolu duygu yüklüydüm.

Bir süre yatakta tavanı seyrettim, İsmet de, Ahmet’ de bir anlam veremiyorlardı benim hâlime.

Haruniye’den ayrılırken de öyle bir haleti ruhiye yaşamıştım. Tıpkı şimdi olduğu gibi. Yavaş yavaş kendime gelmiştim, bir süre sonra biraz toparlandım.

Ahmet akrabalarına gideceğini söyledi, öğle yemeğinde lokantada buluşmak üzere ayrıldık İsmet’le Muhittin’in abisinin terzihanesinin yolunu tuttuk, Abdurrahman abi işinin başında duruyordu, merhabalaştık, Muhittin’i sordum daha gelmemişti, mutlaka evdedir dedi, çay söyleyecekti sonra gelir içeriz, anamızın da çok hakkı oldu üstümde elini öpüp helallik isterim bu arada diyerek uzaklaştım. İsmet gelmek istemedi, ısrar etmedim Muhittin evdeydi gittiğimde. Seslendim, içeriden Muhittinin sesi geldi, anladığım kadarıyla sesimi almıştı, kapı açık sürgüyü kaldır gir diye seslendi, divana uzanmış gözlerini dinlendiriyordu. Muhittin ilkokulu bitirdikten sonra ortaokula gidememiş, babasının başına gelen o talihsizliğin kurbanı olmuştu.

Günün şartlarında Demokrat Parti ve CHP’nin sürtüşmesinin neticesinde babası DP’li birini silahla vurmuş, hapse düşmüş, içine ata ata hastalanmış ve mahpusta vefat etmişti. Hiç ders çalıştığına şahit olmuşluğum yoktu Muhittin’in, dersleri takip eder bununla yetinirdi. Ortaokula dört yıl oto tamirhanesinde çalıştıktan sonra devam edebilmişti. Mert ve cesurdu hiç kimsenin sözünün altında kalmaz, gereken cevabı vermekten çekinmezdi. Çok kişi kendisinin bu dik duruşundan ötürü sayar ve severlerdi. Özellikle benim üzerimde bu meziyetlerinin etkisi olmuştur ve kendisinden çok şey öğrenmişimdir. Vakur bir duruş sergiler hiç eğilmezdi. Merhametliydi, düşenin dostuydu.

“Gel Mehmet, ne zaman geldin” diye sordu. Sabah otobüsüyle geldim, gelir gelmez Apo abiye uğradım evde olduğunu öğrenince de buraya geldim, anası geldi elini öptüm, anamın selamını getirmiştim onu söyledim, kız kardeşi Gönül geldi, hoş geldin abi diye seslendi, ufak tefek sevecen biriydi, ilkokula gidiyordu. Geliş nedenimi anlattım, yarın ikindiden sonra gideceğimi söyledim. Lise konusunu açtı, ne yapacağımı merak ediyordu, büyük bir ihtimalle Antakya Lisesi’nde okuyacağımı söyledim, kendimce sebeplerinden bahsettim, üzüldüğünü sezmiştim, bozuntuya vermeden hayırlısı demekle yetindi. Beni öven sözler söyledi, iyi bir dostsun, seninle yol yürünür, dava güdülür demesiyle bende mevcut olan birikmiş gözyaşlarım, yağmur gibi akmaya başladı. Ağlamam, kolay ağlamam ama bir de ağlarsam adam gibi ağlarım ki sarsıntım beni de yıkar, karşımdakini de!

Muhittin’in annesi de bacısı da ağlamama bir mana verememiş şaşkın şaşkın bana bakıyorlardı, Muhittin bırakın doya doya ağlasın demesine anası Allah Allah diyerek mutfağa gitti. Ağlamam sonlanmış, hıçkırığım geçmemişti, anası bir bardak su getirdi iç şunu oğlum diye elime tutuşturdu, Muhittin elimden tutup çeşmeye götürdü, elimi yüzümü yıkadım, başıma su serptim, biraz biraz kendime gelmiştim. Şimdi nasılsın sorusuna, iyiyim cevabını verdim. Ne vardı bu kadar içine ata ata doldurmaya, birden boşalmaya, kapıdan geçer geçmez anladım, bu birazdan patlayacak dedim, dediğim de oldu. Biz nereye gidersek gidelim bundan sonra istesek de ayrılamayız, Antakya İskenderun arası elli kilometre, sen gelirsin ben gelirim yine bir arada oluruz diyerek beni teselli etti.

Muhittin’e, arkadaşlar bizi lokantada bekliyorlar, hadi gidelim dedim,  Muhittin oturduğu sedirden “ana bir şey lazım mı”, diye sordu, ben mutfağa gittim tekrar elini öptüm” hakkını helal et ana”, dedim. “Helal olsun Memet oğlum, yolun düşerse biz buradayız” deyince, yine duygulandım, ağlamamak için dudağımı ısırdım, imdadıma Muhittin yetişti, “amma da sulu göz oldun” diyerek koluma girdi çıkıp gittik. Lokantaya vardığımızda İsmet’le Ahmet’i bizi bekler bulduk. Muhittin’le hasbihâl ettikten sonra yemeklerimizi söyledik, bu yemeklerimiz müessesenin ikramıydı. Lokantacımız ayağa kalktı biz elini öpmek istedik müsaade etmedi, hakkım geçmişse helâlı hoş olsun, siz de helâl edin deyince aynı sözlerle bizde helâl ettik, oradan ayrılırken arkamızdan burası sizin her zaman beklerim diyerek bizleri yolcu etti.

Hava iyice sıcaklamıştı, evimizin yolunu tuttuk, yolda kar satan büfeden Ankara gazozlarıyla kar aldık. Eve gelince kar’ı bir havluyla sardık, yanına gazozları yerleştirdik, İkişer ikişer somyadaki yataklarımıza uzandık, İsmet okumak için Ahmet’le Siirt’e gideceklerini anlattı, biraz mahmurlaşmış göz kapaklarımız kapanmak üzereydi, birbirimize sırtlarımızı dönerek uyuduk. Uyandığımızda dışarıdan komşuların sesleri geliyordu, Ali amca pilli radyosunu kucağına koymuş haber saatini bekliyordu. Kalktık, Ahmet gazozları yokladı, buz gibi olmuş diyerek kapaklarını masanın kenarına dayayarak açtı, öncelikle Muhittin’e sonra İsmet’e, bana ve kendine açtı, gazoz iyi gelmişti, rahatlamıştık. Muhittin benim biraz işim var, yarın sabah gelirim diyerek gitti. Biraz oyalandık, kitaplarımızı defterlerimizi yük yapmak istemiyorduk, onları Muhittin’e bırakacaktık, o bir şekilde verecek birilerini bulurdu. Aynayı sökmemeye, elbise asacaklarını çıkarmamaya karar verdik, duvarı zedelemeyelim dedik, mangal da kalacaktı, yemek dolabını Muhittin istemezse ev sahibine bırakmaya karar verdik, dolapta ne var ne yok onları da götürmeyecektik. Bugün hiçbir şey yapmayacak, sabah kahvaltıdan sonra toparlanıp eşyalarımızı dış kapının önüne yığacak, sonra ver elini Reyhanlı, hoşça kal Kırıkhan diyerek el sallayacaktık.

Delibekirli Yaylası
Böyle vakit geçmeyecekti, giyindik çarşıya indik, Kırıkhan Reyhanlı’ya göre daha hareketliydi, yabancısı da çoktu, alışverişi de fazlaydı. Mukayese yapa yapa Soğuksu’ya gelmiştik. Çayhanenin birine geçip oturduk Soğuksu’nun suyu Delibekirli’den geliyordu, Delibekirli yaylası bu havalide meşhurdu, özellikle Deve dişi Nar’ı ile Şekerpare kayısısı meşhurdu. Serin buz gibi suları birleşir Soğuksu’ya akar oradan da çaya giderdi. Yavaş yavaş kalabalıklaşmaya başlamış, serinlemek isteyenler öbek öbek gelmeye, kimileri ellerinde çaydanlıkları ve kilimleriyle ağaç altlarında yer tutmaya başlamışlardı. Ama Yenişehir’in yeri bir başkaydı. Sıkılmıştık, kalktık aheste aheste eve doğru yollandık. O gece bizim Kırıkhan’daki son gecemizdi, okumamıza engel olmaya çalışanları alt etmiş davayı biz kazanmıştık. Erken yaşta bir takım tecrübeler edinmiş, hayat hakkında bilgi edinmiş, yeni yeni arkadaşlar edinmiştik. Liseye acemilik çekmeden gidebilecektik. Özellikle Haruniye tecrübem, ardından ortaokul son sınıfından tasdikname verilip okul dışına itilmem beni yıldırmamış, hayata karşı durmayı erken yaşta öğrenmeme yardımcı olmuştu. Sabah erken kalkmak üzere uyuduk.

DEVAM EDECEK

Mehmet Barutçu

Mehmet Barutçu son yazıları (Hepsini Gör)
1

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Çocukluk Çağımız Daha Güzeldi Sadi Geyik

Anı

Bir cevap yazın