14. ve Son Bölüm

UÇUŞA VEDA

Bir çay bahçesinde oturmuş uzaklarda bir şeyleri arar gibiydi. Az ilerideki deniz fenerinin yanıp sönüşü gündüz olmasına ve puslu havaya karşın rahatlıkla görülebiliyordu. Ağustos ayının sıcağı ve nemli havasıyla birlikte içindeki huzuru ve anlatılmaz burukluğu da birlikte yaşıyordu. Orada yalnız başına oturup, soğumuş olan çayını şekeri erisin diye karıştırmaya devam eden, denizi seyreden kıdemli bir kabin amiriydi. Son uçuşunu İstanbul’a uçarak tamamlayacaktı. Birden içini bir hüzün kapladı, ürpertiyle gözlerini kocaman açtı. Sanki denizin derinliklerine inmişti ve eski günleri ve hatıraları oradan gün yüzüne çıkarmak istiyordu.

Nereden aklına geldiyse? Uçuşa beraber başladıkları, tüm eğitimleri beraber yaptıkları dünyalar güzeli can arkadaşını hatırlamıştı. Gerçi yıllar yılları kovalamış, herkes kendi yolunu çizmişti ama seyrek de olsa birbirlerini telefonla arıyorlardı. Hayat ne kadar acımasız diye geçirdi içinden amir. O uğursuz haberi aldığında, uçuş sonrası standart günlerden biriydi. Gazetenin sağ alt köşesindeki üniformalı bir hostesin fotoğrafı ve başlık yazısı dikkatini çekmişti. Hemen yazıyı soluksuz okudu. İlk cümle her şeyi detaylarıyla anlatıyordu, başka söze gerek yoktu; “Hostes… Dün sabah erken saatte görev dönüşü kendi arabasıyla evine giderken aracının kontrolünü kaybederek üst geçit köprüsünün beton direğine çarptı. Hostesin sağlık durumu ciddiyetini koruyor.”

İşte o anda ay kara bulutları yarıp parladı gökyüzünde. Ay ışığı dağa vurdu, ıslak dağ pırıl pırıl ışıdı, uçağın kanadına vurdu, şavkı evinin kapısında yansıdı. İnce bir rüzgâr bulutları sakin bir sürü gibi önüne kattı götürdü. Gökyüzü lacivert siyah bir kadife gibi aydınlandı ay ışığında.

Sevgili arkadaşı uzunca bir süre hastanede yattı. İki ay sonra komadan çıktı ve birkaç ameliyattan sonra kendisine geldi fakat bir daha uçamadı. Hastaneden çıkarken birçok arkadaşı yanındaydı ve ona moral vermeye çalışıyordu. Ancak gerçek olan şuydu ki; artık o tekerlekli sandalyeye bağlı olarak yaşamak zorundaydı. İlk günler arkadaşları ve akrabaları hep onun yanındaydı. Zaman geçtikçe ziyaret edenlerin ve yardımcı olanların sayıları gittikçe azaldı, sonrasında kimse gelmez ve aramaz oldu. Arada sırada telefonla sağlığını ve ihtiyacını soranların sayısı da bir gün bitti. Yanında sadece onu karşılıksız seven annesi, vefakâr eşi ve iki evladı kaldı. 

Amir denizin derinliklerinden gözlerini gökyüzüne kaldırırken tüm bu anıların düşünde ne kadar da yer ettiğini fark etti. Zaman ne kadar çabuk geçiyor, sanki su gibi akıp gidiyordu. Buraya iki gün önce görevli olarak gelmişti. Arkadaşlarıyla uyum içerisinde üç uzun uçuş yaptıktan sonra bu akşam son uçuş olarak İstanbul’a dönüyordu. O artık emekli oluyordu, saatine göz attı ve mırıldandı “Ancak hazırlanırım.” Yerinden kalktı soğumuş çayına bakarak masadan uzaklaşırken “Bir daha buralara gelip çay içmek nasip olur mu?” diye geçirdi içinden. Gözünün gördüğü her yerde bir tutam ışık vardı, denizde, ufukta, deniz fenerinde, uçan martıların kanatlarında. İçinde korku vardı, hüzün vardı, yüreğinin boşalıyor gibi olduğunu hissediyordu.

“Uzun yıllar çalıştıktan sonra görevinden ayrılmak zorunda kaldığında gelen emeklilik duygusu, dile getirilmesi çok zor bir hüzün esintisidir. Aralıksız çalışan bir kimsenin hele aktif bir uçucunun meslek hayatının sonuna gelmesiyle hayatın bir kıyısına çekilmesinde neşeden çok hüzün vardır. Çünkü insan beklenen sona hep hazırlıksız yakalanmış gibi her şeyi tüketen karmaşık duygularla içini acıtan bir yalnızlığa teslim olur. Nice birikimiyle kenarda durmak ona göre değildir. Bu yüzden  de emeklinin hayatında başlayan yeni dönemde dramatik bir yan vardır. Her an farklı bir duygunun rengini alan ve kendi varlığını hayali, öngörülemez sanılan bir konuma dönüştüren emeklilik hâli, akıllarda rahatsız edici biçimde yankılanan bir boşluk duygusu doğurur.”

Güzel geçen birkaç günden sonra uçuş saati yaklaşmaktaydı, otelden de ayrılma zamanı gelmişti. Her zaman olduğu gibi tüm uçuş ekibi otelin lobisinde toplanmaya başlamıştı.

Birazdan perde son kez açılacak ve uçuşun sonunda kapanacaktı.

Ekibin tüm üyeleri neşe içerisinde kendilerini havaalanına götürecek olan otobüse bindiler. Kaptanlar dâhil tüm ekip onun gergin olduğunun farkında. Son uçuşunda onu güzel anılarla uğurlamak için değişik havacılık esprileri ve ardından gelen kahkahalarla araç havaalanı istikametinde yoluna devam etmekteydi. Aracın en önündeki oturma yerlerini artık misafir gibi gördükleri kıdemli kabin amirine ayırmışlardı. Cam kenarında oturan amir belki de yapılan esprileri ve fıkraları dinlemiyordu bile sadece herkes güldüğünde o da gülümsüyordu. Başı dışarıya dönük, gözleri nemliydi. Şu anda cismen buradaydı ama ruhu kim bilsin nerelerdeydi? Düşünde geçmişini sorguluyor, çalışma hayatı gözünün önünden vagonları tam yüklü bir katar gibi geçiyordu. Otobüsün camında kendi yansımasını görüyordu aslında, ama tüm meslek hayatı acısı ve tatlısıyla kendi görüntüsüyle kaynaşmıştı.

Otobüs uçuş terminalinin kapısında durunca kaptan onun önce inmesi için kenara doğru çekildi, o ise hafif bir gülümseme ile aşağıya indi ve aceleyle terminalin kapısından içeriye bir hışımla girdi. Aşina gözleri duvardaki uçuş saatleri ve uçakların yazılı olduğu panoyu ve kendi uçağını hemen yakalamıştı. Arkadaşlarını bekledi, hep beraber uçağa yöneldiler ve hemen hazırlıklara başladılar. O sanki son uçuşu değil de ilk uçuşuymuş gibi heyecan ve coşkuyla çalışıyor, arkadaşlarına canhıraş yardım ediyordu. Yolcu alınırken yüzündeki gülümseme her zamanki gibi devam ediyordu. Aksaklık olmadan her şey istediği gibi devam ediyordu, uçağın yolcu kapısını kapattı, anonslarını yaptı ve kokpite kabinin hazır olduğunu bildirerek yerine oturdu. O ana kadar her zamanki sevgi ve gayretle görevini yerine getiriyor olmanın huzurunu yaşıyordu, yerine oturdu, omuz bağlarını bağladı sıkıştırdı. Derin bir iç geçirdi başını kaldırınca diğer kader arkadaşlarının kendisine baktıklarını gördüğünde gözyaşlarını tutamadı. Kendini boşlukta ve bilinmeyene doğru düşüyor gibi hissediyordu. Tam o anda kaptanın yolcu kabinine yaptığı anons başlarken sevgili amirin emekli olacağını söylemesi ve onun son uçuşunun olduğunu bildirmesiyle yolcu kabininde inanılmaz bir alkış tufanı koptu. Artık amirin kımıldayacak hali kalmamıştı başı ellerinin arasında hıçkırıklara boğuldu.

İşte son kez yaptığı uçuş da bitiyordu. Daha önce bitmek tükenmek bilmeyen zaman bu uçuşta ne kadar da çabuk geçmişti. Her güzel şey gibi çabucak geçen bu uçuşun sonunda artık veda zamanı gelmişti. Yolcular uçaktan inmiş, işler bitmişti ki uçağın kapısına bir araç yanaştı ve eşi ile çocuklarının araçtan indiklerini gördü, gözlerine inanamadı hayal görüyor gibiydi çocukları en önden fırlayarak merdivenleri bir solukta tırmandılar annelerine öyle bir sarıldılar ki herkeste duygu seli oluştu gözler nemlendi birkaç damla yaş döküldü. Onlar bunları yaşarken eşi elinde güzel bir pasta tutuyordu. Kabin görevlileri pastayı alarak hızla servis yaptılar ve uçaktaki tatlı ve küçük bir parti ile uçağı hep beraber terk ettiler.

O uçağı en son terk ediyordu son kez kapıdan çıkarken, kapının kenarına küçük bir öpücük kondurdu, yutkundu, bir daha yutkundu, üçüncü kez yutkunamadı, tıkandı kaldı. Tüm ağırlığıyla vücudu gırtlağına gelmiş çökmüştü sanki. Son adımını atmaya çalışıyordu oysa. Son gücünü de topladı ve merdivenlerden aşağı indi. Bugün görev yaptığı kader arkadaşlarıyla kucaklaşırken, sanki tüm görev yaptığı en küçüğünden en büyüğüne kadar olan dava arkadaşlarını kucaklıyordu.

Uzak dağın ardından ışıyan bir avuç yıldız döküldü yoluna, solgun kıpırdandı yıldızlar uzak dağın ardında; karanlık gökyüzü yıldızlara doğru sarktı…

                                                              SON SÖZ

Yaşamı sadece tesadüflerden ibaret gibi algılayarak yaşamak, her gün işe gidip gelmek, çocukların büyümesini, çok para kazanmayı beklemek, emekliliği düşlemek hepimizin yaptığı olağan gibi görünen düşünceleridir. Zihinlerimizde çıktığımız bu yolculukta; bütün bu yaşadıklarım neyin nesi, ben kimim, ben neden varım, bu yaşamda ne işim var? Gibi sorular da ara sıra aklımızdan geçmiyor değil.

Yaşama ve bütüne olduğumuz yerden bakmak yerine ona dâhil olmaya ve var olanı görmeye, evrenin insana söylediklerine kulak vermeye çalışmak önemli değil midir?

Bu dünyadan göçüp giden insanlar kimi zaman eserleriyle, kimi zaman yetiştirdikleri çocuklarıyla veya geçmişte birilerine yaptıkları çok küçük iyiliklerin hayata yansımaları ile evrensel ortak enerji alanına katkıda bulunmaya devam ederler. Bu nedenle insanın yok olmayan ruhsal yanı, eserleri, niyeti ve gayreti önemlidir. Hatta bu açıdan baktığımızda illa bir eser vermek veya çocuk sahibi olmak da gerekmez. Sevgiyi ve aşkı yaşayarak da dünyanın enerji alanına katkıda bulunabiliriz. Doğan her canlı bu bilgelik alanından beslenerek hayat bulur. İşte bu nedenle de ölen her insan düşünce, duygu ve deneyim bakımından doğan çocuklarla yaşamaya devam edecektir.

İşte bu düşünceden hareketle, dünyada enerjimin devam etmesi benim için önemlidir. Bu evrende bir eser bırakmak gelecek nesillere yardımcı olmak ve onlarla birlikte var olmak son derece önemlidir diye düşünüyorum.

Sessiz ve sakin bir kişilik yapısına sahibim. Aslında az konuşmamın nedeni; söylenen binlerce kelimenin içinden belki de sadece birkaçının gerçekten söylenmesi gerektiğini düşünmemdir. Bu nedenle söylemek yerine yazmayı tercih ediyorum. Ayrıca söz uçar yazı kalır. Yazılanlar yüreklere hitap ediyor ve yürekler tarafından onaylanıyorsa sanırım doğru seçilmiş kelimelerdir. Eğer öyle değillerse bu kitabın sayfaları arasında yıllarca kalabilir.

Nasıl ki güzel geçen bir gün, huzurlu ve mutlu bir uykuya sebepse, iyi yolda harcanmış ömür de huzurlu ve mutlu bir ölüme sebeptir. İyi geçirilmiş yaşam uzundur.

                                                                   -SON-

Adnan Koscagiz
Adnan Koscagiz son yazıları (Hepsini Gör)
0

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Çocukluk Çağımız Daha Güzeldi Sadi Geyik

Anı

Bir cevap yazın