Ulan Barutçu, bu aldığın üçüncü tasdikname, elin adamı İlkokuldan üniversiteye kadar bir başlar öbür taraftan çıkar gider, hem kendin yoruluyorsun, hem aileni yoruyorsun masraf ettiriyorsun, oğlum sınıfı geçme nah sana okul diyerek kendi kendimi tehdit ettim.
Acıktığımın farkına vardım, caddede koltuğumun altında tasdiknamem gidiyorum, yol üstündeki humus, bakla yazan ufak bir lokantadan içeriye girdim bir humus istedim, ayrıca turşu istemedim, humus turşuyla iyi giderdi halbuki ama daha Reyhanlı’ya gidecektim yolda susarım, nerden su bulacaktım, humusu yedim maksat midemi bastırmaktı, canım kıyma kebap istiyordu, babama söyler pişirir eve kadar gönderirdi. Reyhanlı otobüslerinin kalktığı durağa gittim, ilk otobüsle yola koyulduk. Dur, kalk, dur, kalk adamın içi dışına çıkacak gibi oluyordu otobüste. Keşke taksiyle gitseydim dedim, paraya kıyamamıştım. Nihayet Reyhanlı’daydım, bitkin bir halde eve ulaştım, koltuğumun altındaki dosya neyin nesi diye sormaya kimsenin cesareti yoktu. Anama sarıldım başımdan geçenleri acıklı acıklı anlattım, anam vah oğlum vah, deyip ağlamaya başladı, bacılarım kardeşim ne olup bittiğini anlamadan anamın ağlamasına ağlamaya başladılar. Mustafa, koş babama geldiğimi söyle bana kebap yapsın dedim, fırladı gitti, bana pijama altı getirin, çeşmenin başına da bir sandalye, bu işi Karakız üstlendi koşturdu pijama altı abimindi onu getirdi, hasır küçük sandalyeyi altıma aldım, her tarafımı yıkadım serinlemiştim, karakız elinde havluyla başımda bekliyordu, havluyu alırken yüzüne güldüm, havaya zıplayıp sevindi.Babam eliyle hazırlayıp pişirdiği kebapla kapıda göründü, ayağa kalktım babamı karşıladım, kebap tepsisini elinden aldım, yanı başımdaki Feride’ye uzattım, babamın elini öptüm, hayrola diye sordu, hayırdır baba, naklimi almak için Antakya’ya geldim naklimi İskenderun’a yaptırdım, bundan böyle liseyi bitirinceye kadar orada okuyacağım dedim, hakkında hayırlısı ne ise o olsun. Feride yemeği daha geniş bir siniye koyup getirmişti, Karakız bir elinde bardak diğer elinde ayran maşrapasıyla onu takip ediyordu, yemeğe başlamadan önce Feride’ye herkese birer lokmalık sıkım yap ver dememle, hepsi ağız birliği yapmışçasına bizim karnımız tok diye bağırdılar, aha o zaman benim de karnım tok, siz yemezseniz bende yemiyorum deyip kendimi sofradan uzaklaştırdım, babam birer lokma alın abinizi kırmayın deyince alıp yediler. Yeni odamı ballandıra ballandıra anlattım, yalnız bir kusuru var, sivrisineği çok dedim, bana iki cibinlik lazım, biri benim için, biride Muhittin için, anam bende açılmamış bir tane var birazdan kaçakçı Hadduç’tan bir tane daha getiririm olur iki, ben varsa biri kırmızı olsun deyince topluca güldüler, babam, cibinliği tavana asmak için sana birazdan demircide iki tane vidalı çengel yaptırırım, tavandan geçen orta direğe vidalarsın anan da iplerini uzatır ayarlar altında yatarsın, sivrisinekler geçemez, biraz da karınca ilacı ile sümüklüböcek ilacı olursa iyi olur deyince kardaşlarımın hoşuna gidiyor, hepsi birden kahkahayı basıyorlardı. Yemekten ve bunca şamatadan sonra kalktım biraz kestirmek için abimin odasına gittim, benim odam abimin olmuştu.
Akşam keselenip yıkanmak üzere hamama gittim, artık bohça götürmüyordum, özel hamam takımı açıyorlardı, keselenip yıkandım hamamdan doğru eve gittim, kimseye görünmek işime gelmemişti. Babamla beraber uyandım, o namaza durdu ben giyindim, daha kimse kalkmamıştı, babam namaz kılarken anam cebime yine para koydu, “kirli çıkın” mübarek. Ben iki, üç hafta yokum, beni merak etmeyin çok çalışıp sınıfı geçeceğim yoksa okulu bırakıp dükkana döneceğim dediğimde anam ağzından yel alsın manasına gelen Arapça bir deyim kullandı, sessizce elini öptüm babamla yola çıktık, yolda babam para lazım mı diye sordu, anam verdi dedim, bıyık altından güldü. Babam dükkana ben otobüse doğru gittim, koltuğumun altında iki cibinlik ve bir dosyayla otobüse bindim. Reyhanlı ile İskenderun arasında artık otobüs seferleri başlamıştı, yine Nizam usta ile bir diğer kişi ortak olmuş daha yeni bir otobüs almış daha kaliteli, daha konforlu seyahat edilir hâle gelmişti. Anlayacağın otobüste hindi, tavuk, koyun keçi güvercin yoktu, hepsi otobüsün üstündeki bagaja konuluyordu. Öğleden önce ulaşmıştım, eve uğradım elimdekileri bıraktım, oradan terziye geçtim, Muhittin oradaydı. Hani benim kırmızı cibinliğin, getirdim benim odaya bıraktım, hadi kalk şu kayıt işini bitirelim, diyerek okulun yolunu tuttuk.
Yolda giderken, sen ne yaptın diye Muhittin’e sordum dün kaydımı yaptırdım, şimdi de senin kaydını bitiririz, Pazartesi günü okul açılıyor, kitap işi ne olacak, hele okul açılsın dersler belli olsun herkes ne yaparsa bizde onu yaparız, bakıyorum heveslisin, nasıl hevesli olmayım, bu sene mutlaka sınıfı geçmeliyim, yoksa ailemin yüzüne bakamam dedim, takma kafana tabi ki çalışacağız ve Allah’ın izniyle sınıfımızı geçeceğiz, başka yolu yok, tabi senin tuzun kuru, bütün derslerin iyi bende altı kırık var hepsini kurtarmak mecburiyetindeyim diyerek durumumu özetledim, laflayarak okula ulaştık, kapıyı ittik babamızın evine girer gibi destursuz girdik, dosyamı görevli sandığım gence uzattım, sonradan içeride kayıt işlerini yürütenlerin hepsinin okulun hocaları olduğunu öğrendiğimde mahcup olmuştum. Zamanla tanış olmuştuk, baş taraftaki hoca dosyayı açtı, yazıyı okudu derslere baktı, epey kırığın varmış dedi, cevap vermedim, gerçi genelde hepimiz aynı durumdaydık, lisede benim gibi dikiş tutturamayanlar kapağı yeni açılan Ticaret lisesine kapağı atmıştı, birkaç kişi hariç. Eksik bir şey yoksa biz gidelim mi dedi Muhittin, peki gidebilirsiniz, Barutçu’nun imzasını sonra alırız dedi, terslenerek yürüdük çıktık. Muhittin hocaya bozulmuştu, boş ver olur böyle işler, hadi yemeğe gidelim diyerek Selami ustanın bir üst caddesindeki hazır yemek yapan lokantaya geçtik, yemekler tencerelerde dumanı üstünde, başında beyaz uzun şapkasıyla aşçı sırayla yemekleri sayıyordu, hoşumuza giden yemekleri söyledik, yemekten sonra Muhittin lavaboya gidince ben hesabı ödedim, sonra lavaboya gittim. Muhittin lokantanın dışında duruyordu, hadi eve gidelim senin cibinliğini verim de kurtulayım, eve vardık, avluya girer girmez sakallı, gördüğüm kadarıyla ayağa kalkamayan komşu “hoş geldiniz ağalar” diye seslendi, etrafıma bakındım, bizden başka kimse yoktu görünürde, o zaman hoş gördük diye cevapladık, kimdir, kimin nesidir, neyi var, ne yer, ne içer bilmiyorduk, daha dün bir, bugün iki. Odadaki paketi açtım, benim cibinlik beyaz, Muhittin’inki kıpkırmızı, “tam istediğim gibi” dedi, beğenmiş olmasına sevindim. Babamın demircide yaptırdığı vidanın birini verdim, tavana nasıl monte olacağını anlattım, beni boş ver sen nasıl tavana yetişeceksin ona bak, baktım benim tavan hayli yüksekti, hacı emmiye merdiven var mı diye sormak için hacıya bakındım, dükkandaydı. Selam vererek girdim, derdimi söyledim, var evlat var da ne yapacaksın deyince anlattım, akıl etmişsin yoksa bu sivri sinekler seni uyutmaz dedi, önüme düştü merdiveni gösterdi kaptığım gibi odaya geçtim. Elinde vidayla Muhittin merdivenin basamaklarını tırmandı, sağlam tut dedi, vidayı tam yatağın üstüne göre ayarlayarak vidaladı, cibinliğin ipini bağladı aşağıya indi, tamircide çalıştığından olacak eli yatkındı bu gibi işlere, vakit geçirmeden merdiveni aldığım yere görürdüm bıraktım, hacı emmiye hem teşekkür ettim hem haber bıraktım. Odaya döndüğümde Muhittin cibinliği açmış içine boylu boyunca uzanmış, gözlerini uyuyor gibi kapatmış benim gelmemi bekliyordu. Ulan Arap olduğun nasıl da belli, baksana Arap şeyhleri gibi olacaksın, iyi ki bana da getirdin sana nispet şimdi gidip ben de kuracağım dedi ve akşama geleceğim, senin pencerelerinin sinekliklerini ustayla beraber yerleştireceğini söyledi, bundan sonra karada sana ölüm yok diyerek çıktı gitti. Hep öyle yapardı, gitmeye karar verdi miydi bağlasan tutamazdın. Muhittin gittikten sonra aklıma geldi, hani bugün bit pazarından elbise dolabı ile bir küçük masa ve ütü alacaktık diye, hiç düşünmeden doğru Selami abinin evine doğru gittim, maksat Muhittin cibinliği kurmaya başlamadan yakalamak istiyordum, bozuk atarsa sana yardıma geldim, der işin içinden çıkardım. Eve ulaşınca dışarıdan Muhittin diye seslendim, balkona çıktı yine ne var, ne oldu? diye çıkıştı ben sana yardıma geldim, bir şey olduğu yok deyip mahzun bir tavır takındım, hadi numara yapma gel içeri deyince hızla balkona çıktım, Muhittin, yengesine, “Barutçu yardıma gelmiş biz ikimiz hallederiz” dedi, odasına girdik, tavan çimentoluydu, elindeki vidalı çengeli nasıl tavana tutturacağının hesabını yapıyordu, vidalı çengel biraz kalın, bunun yerine orta boy beton çivisi daha uygun, maksat tülden yapılmış hafif cibinliği taşıması dedi, hadi gidip çivi alalım diyerek, nalburun yolunu tuttuk, her bir yanı biliyordu Muhittin, nalburda derdini anlattı kendisine çimento çivisinden yapılma hazır çengelli çivi ile düz beton çivisi verdiler. Bunun biri senin işini görür diyerek, eve geldik ortadaki masaya sandalyeyi koydu, üstüne çıktı, ben sandalyeyi sıkıca tutuyordum, öncelikle çengelli çiviyi çakmaya başladı, hem kendisi, hem ben tavandan düşen beton tozu ile bembeyaz olmuştuk, hele ben terlemiş olduğum için gözlerimi açamaz olmuştum, Muhittin, oldu bu iş diyerek sandalyeden indi, o inince sandalyeyi bıraktım, yüzüm gözüm kireçten bembeyaz olmuştu, hadi gel başımın belası, lavaboda yüzünü yıka, sanki ben keyfimden yüzümü kirletmişim. Tekrar sandalyeye çıktı, cibinliğin ipini bağladı, indi bu iş buraya kadar diyerek kıpkırmızı cibinliği açtı, yengesini çağırdı, kadıncağız içeri girmesiyle ürkmesi bir oldu, oda boydan boya kırmızı bir renge dönüşmüştü, güler misin, ağlar mısın, hayırlı olsun derken gülüyordu, ulan kırmızı dedik diye gittin çingene kırmızısını mı alıp getirdin, beni rezil ettin, sen istedin, her rengi vardı oysa. Gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Bendeki beyazı al, ben kırmızıyı alırım dedim, çıktı söktü sardı koltuğumun altına koydu, git sendekini getir deyince, bana merdiveni kim tutacak dedim, hadi beraber gidelim diyerek bizim eve geri geldik, bendeki cibinliği indirip yerine kırmızıyı taktık, beyazı alıp gitmek üzereyken, şu elbise dolabını alsaydık dedim, hadi gel deyince odayı kilitledim ardı sıra seğirttim. Çabucak cibinliğin ipini taktı, açtı yengesine seslendi, yengesi baktı, işte bu çok güzel, Reyhanlı’ya ne zaman gidersen bana da getir diyerek sipariş verdi, peki yenge, dedim. Muhittin gibi cevaplamıştım. Bitpazarı da bitpazarıymış, ne ararsan var ve çok ucuz, sora sora elbise dolabını bulduk, önden boylu boyunca, yukarıdan da iki yandan fermuarlı, kalınca bir kumaştan yapılmış portatif bir elbise dolabı, Muhittin sen pazarlığı bana bırak karışma deyince ben sustum, ama gözlerimle beğendiğimi işaret ettim, al-ver yapa yapa bir indirim yaptı, sarıp sarmaladık evin yolunu tuttuk, sen git evde beni bekle ben pencerelerin telli çerçevelerini ustayla beraber alır getiririm diyerek uzaklaştı gitti. Yolda gelirken birkaç kez durup soluklandım, aman, aman ağır değildi ama enine doğru tutup götürdüğümden zor oluyordu. Hava da sıcak, gömleğim belime yapışmıştı, ara yoldan geçiremedim mecburen ev sahibimizin evinin önünden geçtim, hacı kapının önünde oturmuş dinleniyordu, ne o evlat, yüklenmişsin yine, deyince elbiselerimi koymak için dolabı aldım, hacı emmi, dedim durmadım kendimi odanın önüne zor attım. Kapıyı açtım, dolabı içeriye aldım kendimi yatağın üstüne bıraktım, kapı ve pencereler açıktı, kalkıp kapıyı kapatacak mecalim kalmamıştı, neden sonra Muhittin ile usta ellerinde telli çerçevelerle görününceye kadar uzanıp dinlenmiştim. Usta aldığı ölçülere göre telli çerçeveleri taktı. Muhittin kontrol etti, güzel olmuş ellerine sağlık diyerek parasını ödedim, yolcu ettik. Bütün bu hareketliliği yakından takip eden ev sahibi ile diğer kiracılar meraklı bakışlarla ne yaptığımızı hacının bize doğru gelip, gençler ne yapıyorsunuz, hayırdır demesiyle duruma açıklık getirmeye çalıştım, bir yandan da elbise dolabını monte etmeye çalışıyorduk, neyse ki Muhittin’in eli bu işlere yatkındı, o usta ben çırak elbise dolabını monte ettik, fıstık gibi olmuştu, ev sahibi kapıda durmuş bizi seyre dalmıştı, bak sen, evin çok güzel oldu, sinekten de kurtuldun, cibinliğin de güzelmiş, deyince Suriye’den getirip Reyhanlı’da satıyorlar dedim, “hace hace hele bir gel bak, yeni kiracımızın odasını gör, cibinlik de güzelmiş beğenirsen getirtelim” dedi, hace yavaş adımlarla geldi kapıdan baktı, “çok güzel olmuş güle güle otur, cibinliğin de pek güzel bize de getir” dedi, sırtını dönüp gitti, hacı da peşi sıra. Muhittin, ben kaçtım ne halin varsa gör, hızla uzaklaştı. Yavaş yavaş etrafı toparladım, elime bir bez alarak dolabın içini dışını iyice sildim, elbise askılarına öncelikle okula giyeceklerimi, sonra diğerlerini, gömlekleri kravatları astım, çamaşırlar için üst tarafta boydan boya ayrılan bölmeye onları yerleştirdim, fermuarları çektim bu fiyata bu kadar mükemmel bir dolap beleş sayılır dedim. Pencerelerdeki telli sineklikler de sağlam ve muntazam, yarın da ütü ile küçük masayı aldım mı her şey tamam dedim. Kapının önündeki çeşmede neredeyse duş aldım, toparlandım odama çekildim, yorulmuştum ama yorulmama da değmişti. Muhittin gelmezse akşama bir çay kaynatır, peynir zeytin idare ederim, çıkmak istemiyordum. Akşama yakın baktım Muhittin gelmeyecek hacıdan ekmek aldım eve döndüm tam odanın kapısından girecektim Adem uzandığı yerden seslendi, “hemşerim hele bir gel, tanışalım ben de Reyhanlılıyım” deyince ekmeği odaya bıraktım yanına gittim. Selam verdim, elini aldım o sordu ben cevapladım, bizim aileyi iyi tanıyordu, kasap Durmuş’un yanında çalışmış, geçirdiği bir kaza neticesinde belden aşağısı tutmaz olmuş, İskenderun’da bir kız kardeşi var, o kendilerine bakıyormuş, arada bir uğrar para verirmiş deyip dertlendi, anası yanında oturmuş bizi dinliyordu, canım sıkıldı, bundan böyle sık sık gelirim, konuşuruz diyerek oradan ayrıldım. Halime şükrettim, beterin beteri var, dedikleri buymuş zahir dedim. O geceyi çok rahat geçirdim, sabah uyanır uyanmaz duvarda asılı olan aynaya koştum, yüzüme korkarak baktım, derin bir oh çektim yüzümde sivrisinek izine rastlamadım, çok sevinmiştim.Mehmet Barutçu
Kutluyorum yazım emeğinize sağlık.