Şimdi sıra etlerin kemiklerinden ayrılmasına gelmiştir, bu arada ben dalak böbreği bir kağıdın üzerine açmış götürüp fırına teslim etmiştim. Kahvaltıdan sonra babama teşekkür ettim, hayırlı işler dileyerek yola çıktım, abim arkamdan “Bu dünyada işin iş” diye takıldı. Süleyman’ı evde yakalamak için onların oturdukları eve doğru gittim, dış kapıya hızlı hızlı vurdum, içeriden kim o diyen bir kadına, Süleyman evde mi ben arkadaşıyım diye cevapladım, Süleyman pijama altı, atletle kapıyı açtı, beni görmesiyle boynuma sarıldı, gel içeri, benim odam ayrı bizi kimse rahatsız etmez diyerek buyur etti. Aney kız, bize çay demleyin diye seslendi, tabi ilk sorusu “okulu ne yaptın” olmuştu, anlattım, ben anlattıkça Süleyman oh, oh veya devam et anlamında eee diyerek devamını anlatmamı istiyordu. Benim söyleyeceklerim bitmişti sıra Süleyman’daydı, Mithat Köseoğlu’nun bize zararı mı oldu, faydası mı oldu bilemiyorum diye söze girdi, bizi birbirimizden ayırdı ama okuma azmimizi pekiştirdi diye devam etti, sen de, ben de o hırsla sınıfımızı geçtik, kimlerle oturup kalkacağımızın farkına vardık diyerek bardağın dolu tarafından söylemine devam etti. Doğrusu ben işin bu yönünü hiç düşünmemiştim, sohbetimizi tekrar görüşme dileğiyle sonlandırarak oradan ayrıldım. Doğru evin yolunu tuttum.
***
Süleyman’dan ayrıldıktan sonra doğru İsmet’lere geçtim, dış kapıdan geçerken “ev sahipleri” diyerek ses verdim sesimi alan Bayram abinin karısı Nazira bacı gel Memet buradayız diye seslendi kırık Türkçesiyle. Vardım öncelikle İsmet’in anasının elini öpmeye, sonra aklıma geldi ailenin tümü “şafiî” mezhebinden oldukları için kadınları yabancı erkeklerin elini almazlardı, erkekleri de yabancı kadınların elini almazlar, abdestleri bozulurmuş. Bir an ne yapacağıma karar veremedim, elini öpeceğim ama öptüm kabul et diye geçiştirdim, içeriden Bayram abi çıktı, hoş geldin diyerek yer gösterdi, sohbete başladık, yaz tatili başlayalı iki hafta olmuş İsmet, Hikmet neden gelmediler diye sordum, Bayram abi bir iki güne kalmaz gelirler, Melengiç topluyorlar onun için gelmediler deyince gecikme sebepleri anlaşılmıştı. İsmet benim hissemi ayrıca getirir sakın kimse elini hisseme uzatmasın dedim. Nazıra bacım “seni hayın seni, kaç gündür buradasın, anca şimdi geliyorsun” diyerek gönül koydu. Kalkar giderim ha, deyince sustu, Hakime kahveleri pişirmiş getirmişti, beni her görüşünde İsmet abimi hatırlatıyorsun der, gözleri yaşarırdı, bugün aynı şekilde gözü yaşlı bir hâlde idi kahveyi ikram edince, “senin yüzünden bir daha buraya gelmeyeceğim” söylemime “yok yok Memet abi vallahi ağlamıyorum” diyerek odaya geçti, görüyor musun Bayram abi, her gelişimde burnumdan getirir. Bayram abi oralı olmadı, sigara tuttu, içmiyorum dedim, ama sigara içtiğimi nereden duymuşsa, olsun bir tane iç siğarayla kahve iyi gider deyince elindeki kibritle sigarayı yaktım kahve ile içtim. İsmet’le Hikmet sınıflarını geçmişti Ahmet’ten haber yoktu. Sohbet sonlanmış Bayram abi işine gidecek diye kalktım, (hatırkon) allahaısmarladık diyerek eve anama diye gittim. Anam beni sorup duruyormuş, geldiğimden beri ben ne istersem anam o yemeği pişiriyor, hiç bıkıp usanmadan ve evde sanki benden başka kimse yaşamıyormuş gibi davranması hiçte hoşuma gitmese de sırf anamı kırmamak için aklıma gelen yemeği pişirmesini istiyordum. Bugün yine ve yeniden, akşama ne yemek pişirmemi istersin, sorusuna sizin canınız ne istiyorsa onu pişirin, akşama Naim’e davetliyim, biraz geç gelirim beni beklemeyin, dış kapının arkasına taş doldurmayın, geldiğimi babam duymasın, cibinliği bağlayın içine sivrisinek dolmasın diyerek odama girdim. Mustafa’yı çağırdım para verdim, gazeteci Haydar’ı tanır mısın deyince “ha ya tanırım”, bana oradan bir “Akşam” gazetesi getir, geri kalan para senin harcarsın. Çok geçmeden elinde Akşam gazetesiyle çıka geldi, yol boyunca gazeteyi önüne gelene gösteriyor, bu gazete abimin, o okuyacak diye teşhir ediyormuş, öyle ya, o güne kadar bizim eve okunmak üzere giren ilk gazeteydi ve bu Mustafa için bir devrim niteliğindeydi. Benim için de, babam için de. Gazete okumak bize mahsus bir alışkanlık değildi, zenginler, ağalar beyler, kaymakam hâkim, savcı, müdürler ve öğretmenlere mahsus bir alışkanlıktı, demek ki ben o mertebede biriymişim ki gazete okuyordum. Hiç aklımdan geçmemişti bu konu, oysa İskenderun’da birkaç yerde gazete bayisi var, birçok kişi gider gazetesini alır, okurdu. Demek Reyhanlı’da gazete okumak bir ayrıcalıkmış da haberim yokmuş. Gazetemi okumaya başladım köşe yazısını okurken uyuyakalmışım, gazete göğsümün üstünde uyumuşum. Kalktığımda fırıncı Naim’in beni iki defa sorduğunu söylediler. Hazırlanarak fırının yolunu tuttum.Mehmet Barutçu
DEVAM EDECEK