3, 8, 19, 15, 5, 26 ve 35 Eyyüp Yıldırmış

Gerçekler hayal değildir,
ama hayaller gerçek olabilir.
(Jorge Luis Borges)

Hangi yıldı anımsamıyorum. Bir tren kompartımanında tek başıma oturmuş pencereden dışarıyı seyrediyordum. Bildik monoton bir akşam manzarası: Demir yolu şehrin ana caddesine paralel yol alırken. Yol kenarındaki binalar, ağaçlar uçan kuşlar ve hatta demir yolunun kenarındaki toprak zeminde oynaşan kedi köpek hep aynıydı. Tren istasyonundan ayrıldığı andan itibaren başlayan tekdüzelik kendi yaşantımı hatırlattı bana. Hep aynı çizgide sürüp giden hayatım bu manzara ile pek de uyumluydu. Bu yaşamı kanıksamış ve değiştirmeye hiç kalkışmamıştım.
Uzun yıllardır yaşadığım bu yerden yine yakın bir yerdeki kitap fuarına doğru yola çıkmıştım. Yılda birkaç kez tekrarlanan işte bu seyahatler hayatımın yegâne heyecanlı kısmıydı.

Yanımda taşıdığım tek şey, kitaplarımla dolu şişkin bir bavul ve trene binmeden önce istasyondan satın aldığım boş bir şans oyunu biletiydi. Yanlış anlaşılmasın şansa inandığımdan değil. Bu anlık bir niyetti ve doğruyu söylemek gerekirse, o bileti almaktan biraz utandığımı söyleyebilirim size: Çaresizmişim ve ulaşılabilir olana ulaşmayı isteyen biri gibi hissettim kendimi. Görenlerde de aynı yönde bir izlenim bırakabileceğimin kuşkusuydu beni utandıran. Bu yönümü hiç sevmiyordum: İçinde yaşadığım zorlukları dışa vuramama yönüm hep baskın çıkıyordu. Belki de bileti bu döngüyü kırmak için almıştım. Daha önce hiç yapmadığım bir biçimde.

Pencere camındaki yarı saydam yansımama baktım. Hava kararmaya yüz tutmuştu. Bu yüzden cam gri bir beyazlıkta eski bir ayna gibi yüzümü yansıtıyordu. Orta yaşlı bir adam, ince bir burnu ve derin dikenli gözleri; yeni bir umut ve yeni fırsatlar arayan bir adam, ailesini geride bırakmış geleceğine ait umutlar taşıyarak yeni bir yolculuğa başlayan bir taşra yazarı. Kitapları satılacak. Belki yeni yayıncılarla tanışıp yeni anlaşmalar yapıp hayatının fırsatını yakalayacaktı. Yeni yolculuklar peşinde, yazarlık hayatının geleceği hakkında hâlâ umutları olan biri. Yaşadığı hayal kırıklıkları eşliğinde yine yollardaydı. Denemek ve yeniden başlamak. Başka hiçbir şeyin önemi yoktu. Camdaki adam için.
Yarım saat sonra tren küçük, isimsiz bir istasyonda kısa bir mola verdi ve üzerime garip bir his çöktü; Ne olduğunu anlamaya çalışmak için birkaç dakika harcadım. Son 10 yıldır bu yönde çok seyahat ettim, ancak trenler burada hiç durmazdı. Aslında, o istasyonu daha önce gördüğümü bile hatırlayamadım. Çünkü sık yaptığım yolculuklar bu yolu ezberime çizmişti.
Duraklama uzun sürmedi ve beş dakika sonra tren tekrar hareket etti. Uyumak üzereydim, ama kompartımanın kapısı gürültüyle açıldı ve kapıda duran bir yabancı gördüm. Uzun siyah bir palto ve geniş kenarlı bir şapka giyiyordu; kıyafeti bana 40’ların başındaki gangster filmlerini hatırlattı. Yabancının yüzü şapkasındaki derin bir gölgeyle gizlenmişti, bu yüzden tam olarak nasıl göründüğünü anlayamadım; Bana keskin bakışını hissedebiliyordum yine de. Adam orada birkaç saniye durdu. Sonra sesini duydum:
-Oturabilir miyim?
-Evet, tabii, diye cevapladım ve yabancı karşıma yerleşti.
Bana fazla ilgi göstermemeye çalışarak sordu. “Balıkesir’ e mi gidiyorsunuz? İş mi ziyaret mi?” Peş peşe sorular karşısında, evet, oradaki kitap fuarına, diyemedim. Akrabalarım var. Onları ziyarete gidiyorum dedim. Yalan söyledim. Bunu neden yaptığımı bilmiyorum: kelimeler dilimden uçup gitti. Garip bir soru, diye düşündüm. Sanki bu tren Balıkesir dışında bir yere gidiyormuş gibi. Bir süre sessizce oturduk. Görünüşe göre, piyango bileti koçanının gömleğimin cebinden çıktığını fark etmiş olmalı, çünkü ironik bir şekilde homurdanma gibi bir ses duydum.
Bileti parmağı ile işaret ederken sordu.
-Şansa inanır mısınız?
“Tam olarak değil. Neden yaptığımı bilmiyorum yani bu bileti neden aldım ”diye güldüm. Açıklamam onu tatmin etmemiş olmalı yine homurdandı.
“Şansını deniyorsun, bununla ilgili: Ne zaman süt vebal ile karşılaşacağınızı ve hayatın sizi kıçınızdan ne zaman tekmeleyeceğini asla bilemezsiniz.”
Konuşma tarzını beğendim. Bana öykülerimdeki bazı karakterleri hatırlattı: kendinden emin, ironik ve aklı başında. Ben de bu şekilde konuşmaya çalıştım.
Yabancı adam merakla sordu.
-Öyleyse, dolduracak mısın?
“Bilmiyorum belki. Ve belki de değil. Neden?”
-Dediğim gibi, şans meleğiyle ne zaman karşılaşacağını asla bilemezsin.
Önemli bir şey söylemekte tereddüt ettiğini hissettim. Az evvel söylediklerim onu kararsızlığa itmiş olmalıydı.
“Size verdiğim kağıttaki sayılara bahis yapmanızı tavsiye ederim,” diye bir kâğıt uzattı.
“Bu rakamları bu kadar özel yapan ne?” diye sordum. Kâğıt paçasına göz atıp. “Bir tür sistem mi?”
-Umursamadığını söyledin, bu yüzden tavsiyeme aldırmayacağınızı düşündüm, diye ekledi. Sesindeki kayıtsızlığı açıklamak istercesine devam etti sözlerine. “Hayır, sadece bu rakamların kazanacaklarına dair bir his var içimde. Buna sezgi diyebilirsiniz.”
Birkaç dakika içinde beni bir süreliğine terk etmesi gerektiğini söyleyerek özür diledi. Onunla bir daha hiç karşılaşmadığımı söylememe gerek yok. Geldiği gibi gitmişti.

Trenden indiğimde, ilk düşüncem bileti ve adamın verdiği kağıdı atmak oldu. Neden ihtiyacım olsun diye kendime sordum. Ama sonra aklıma çılgın bir fikir geldi ve bileti tam olarak bana yabancı tarafından dikte edilen rakamlarla doldurdum. Sonra konaklayacağım otele gidip girişimi yaptım. İstasyonun karşısındaki otel aynı zamanda fuara da ev sahipliği yapıyordu. Etkinlik üç gün sürdü ve eve döndüm.
Bir hafta içinde piyango biletini kontrol ettim. Sizlerden saklamayacağım rakamlar 8, 19, 15, 3, 26 ve 35 idi ve son çekilişle tam bir eşleşme gösteriyordu. Hayatımın fırsatını yakalamıştım sonunda. Hatırı sayılır bir miktarda ikramiye kazandım.

Trendeki o yabancıdan ve tutturduğum bahisten hiç kimseye bahsetmedim: ne karım ne çocuklarım ne de arkadaşlarımın bundan haberi oldu. Kitap satışlarından ve kontratlardan kazandığımı söyleyip hem kendimi hem de çevremi buna inandırdım. Yaşantımız rahat ve her şey yolundaydı. Çevreme göre önemli olan da buydu.
Ara sıra daktilomun başına oturup hayalî yayınevlerine yeni kitaplar yazıp yolluyor gibi yapıyordum. Ne de olsa ben bir yazardım ve suyun kaynağı bulanmamalıydı.
Evde yalnız olduğum bir akşam çalan zille yerimden fırladım. Biri peş peşe düğmeye basıp duruyordu. Alacaklı gibi.
Bakaçtan loş koridorda bir silüet gördüm, iyice seçemediğim halde gangster filmlerinden fırlamış görünümlü, yüzünü gizleyen şapkası ve uzun ve siyah paltolu olduğunu tahmin ettiğim bir adam hayali canlandı gözümün önünde. Bu adam hakkında bu kadar ayrıntıyı nasıl bilebilirdim. Beynim böyle anlarda yapılması gerekeni yapıyormuşçasına şimşek hızıyla hafızamı yoklamaya başladı:
Kısa bir duraksamadan sonra, birden o adamı nereden tanıdığımı hatırladım: trendeki adamdı kapımı çalan. Yoksa bu adam hakkında bu kadar ayrıntıyı nereden bilebilirdim.

Eyyup Yıldırmış/ Balıkesir

2

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Çocukluk Çağımız Daha Güzeldi Sadi Geyik

Anı

Bir yorum var

  1. FEVZİYE ŞİMDİ

    Güzel bir hikaye olmuş. Bir anda gerçek olabilir mi diye merak ediyorsunuz. Kaleminize sağlık.

    1

Bir yanıt yazın