6. Bölüm

Düğün kurulmuş, köydeki genç kızlar yeni pazen elbiselerini, genç erkekler yeni dikilmiş şalvarlarını, pantolonlarını, Antakya dikimi ayakkabılarını, yakasız beyaz gömlekleriyle, birbirlerini süze süze “kurtlarını dökme” yarışına girmiş, halay çekmeye, “Depçe” vurmaya başlamışlardır. Öğleden sonra Kirve köyünden ve civar köylerden, ilçe merkezinden gelecek olan misafirler beklenilecek, gerekli hizmetler verileceğinden yerel oyunları oynamak için zaman ve fırsat bulamayabilirler, bu düşünceyle kurtlarını dökme derdine düşmüşlerdi. Köy halkı da gelen misafirler için evlerinde yemek hazırlıkları yapar, düğün evinde yemek yemeyenleri veya taksim edilip kendilerine düşen uzak köylerden gelenler için yemek ve yatak hazırlıkları yapılır, böyle bir “İmece” içerisine girilirdi.

Akşam yemeğinden sonra yine Çadırlara gidilir, nargileler gençler tarafından hazırlanır, ateşlenir, nargile fokurtuları ile birlikte Mırra ikramı yapılır. Çadır altında oturanların çoğunluğu orta yaş ve üstüdür. Halay alevlenmiş, silahların namluları göğü inletmektedir. Çorba paran olmayabilir, ama silahın mutlaka olacaktır köy yerinde. Belli bir saatten sonra çadırda oturanlar, namaz ve istirahat etmek üzere misafir edildikleri evlere ev sahipleri eşliğinde istirahat için çekilmişlerdir. Meydan gençlerdeydi bu saatlerde, yeri gelmişken; alan aydınlatmasından söz edelim, ilçede gazocağı tamircisi aynı zamanda “lüküs lamba” tamir ve kiralayıcısından temin edilen ve bu iş için kendi çalışanını görevlendiren ustanın dışında köylü lüküs lambalara dokunmaz, pompalama ile gömlek değişimini yapamazdı. Görevli ilk akşamdan başlamak şartıyla hepsine yetişir görevini yapardı, ilerleyen saatlerde köy halkı dağıldıkça lüküs sayısı söndürülerek görevliye ayrılan yere taşınırdı. Bu en önemli hizmetti köy düğünlerinde, lüküslerin ışıkları Suriye köylerinden görünürdü. Kirve veya görevlendirdiği kişinin, genelde orta yaşlarda ve sözü geçen biridir, “elinize sağlık gençler” söylemi son noktayı koyar, son lüküs lambası da söndürülürdü. Arap düğünlerinde ne açıktan, ne de gizliden alkol alınmaz, akıldan bile geçirilmez, teşebbüs bile edilmezdi.

Reyhanlı evi
Sabah ezanıyla beraber köy halkı ayaklanmıştır, namaz ve kahvaltıdan sonra, çadırlar hazır hâlâ getirilmiş, nargileciler ateşi yakmış, mırra’lar kıvamında pişirilmiş ilk fincanlar içilmiştir. Mırra fincanla ikram edilir ama fincanın dibine bir yudumluk Mırra konurdu, isteyen bir defada içer, isteyen iki defada içer. Öyle bildiğimiz gibi fincan dolusu içmek mideye zarar verirdi. Bu gün yoğun geçecektir, iş bölümü yapılmıştır, sağlı, sollu misafirlerin gelmesi başladığında bir tarafta ev sahibi yakınlarıyla, diğer tarafta kirve yakınlarıyla davetlileri karşılar, yanlarındaki gençler misafirler oturuncaya kadar refakat ederlerdi.

Diğer taraftan köyün kadınları hummalı ve tatlı bir telaş içerisinde yemekleri pişirmektedir. Yemeklerin biri mutlaka sulu yemektir, yanında üç çeşit pilav ve en önemli yemek türü “dövme” ikram etmektir. Dövmesiz düğün, düğünden sayılmazdı. Dövme pişirimi, kadın dövme ustasının talimatıyla gençler tarafından üstlenir. Usta kadın kocaman kazanların etrafında dönerek ateş at, ateş çek, komutları arasında sevk ve idare ederdi dövme pişirimini. Pilavlar çabuk pişirilmiş altlarındaki küllerle sıcaklıkları devam ettirilmektedir. Koç kellerinin derileri yüzülmüş, büyük kazanda kaynamaya bırakılmış, belli bir süre sonra kaynamaya kontrollü ateşle devam edilirdi.

Boştaki gençler halay kurar, düğüne gelen gençleri davet eder, sesi güzel olanlara “atabe” (uzun hava) söyletilir, her atabeden sonra silahlar devreye girer. Kız tarafı yemek işine müdahale etmez, halaya iştirak eder. Ne zaman “Zemir” (kamıştan yapılmış havalı çalgı) ortaya çıkar “havuşlar” kurulur. 8 – 10 kişi bir araya gelir ve bir çember oluşturulur oynamaya şarkı, türkü söylemeye başlarlar. Düğün yeri gittikçe kalabalıklaşmaktadır, davul zurna sesleri geniş ovada yankı bulmaktadır. Herkes görevini eksiksiz yapma peşindedir. Yemeklerden haber beklenmekte, dövme tokmaklarının sesi yavaş tempoda vurmakta, usta aşçı, kazanın dibine kadar inen tokmağı talimatla kaldırarak ya tamam, ya devam komutuyla gençleri harekete geçirir, halay sona erer, görevliler önceden hazırlanmış yer sofralarını evlerden toplanan hasırlara toz kaldırmadan itina ile sererler, dövme tokmakları acımasızca inip kalkmakta, genç kızların dövmenin üzerine biberle karıştırılmış tereyağlarını, dökmeye başlamasıyla öncelikle pilavlar büyükçe sahanlar içerisinde elden ele yer sofrasına kadar ulaştırılır ve sofraya dizilir, koç kelleleri belirli aralıklarla tüm olarak pilâvların üstüne konur, sulu yemek dağıtılırken yufka ekmekle kaşıklar sofraya konur ve en son başyemek sofraya gelir. Dövmenin gelmesiyle kirve misafirleri yemeğe davet eder. Kelleleri güçlü kuvvetli gençler çeneden ikiye ayırarak pilavlara taksim eder. Mevsimine göre su servisi yapılır, yazları Karcı Hanifi’den çuvallara sarılmış “buz” kalıpları kırılır soğuk su ikram edilir, güz aylarında kuyudan çekilen su verilir. Karnını doyuranlar, ya oturdukları yere getirilen bir ucu sulu havlularla ellerini siler, isteyenler yemek sofrasının biraz ilerisindeki, Satıllarda ellerini yıkayabilir. Yemek sona erdiğinde gençler muntazam bir düzen içerisinde sofrayı toplar. Bu arada Çadırlardaki yerlerini almıştır misafirler, tekrar isteyenlere nargile ateşlenir ama mutlaka mırra içilmelidir ki yenen yemek hazmedilsin.

Şaboş  töreni  

Birazdan bir nevi İmece yerine geçen, yerel söylemle “Şaboş” denilen bir düğün ritüelini dillendireceğim. Şaboş; Düğüne misafir olarak gelenler, o köyde oturanlar, Suriye’den gelen akraba ve tanıdıklar, Kirve ve beraberinde olan yakınlarıyla, arkadaşlarının iştiraki ile yerine getirilen geleneksel bir törendir. Ortada bu töreni idare eden, genelde orta yaşta olan herkes tarafından bilinen bir şahıs, Şaboş’u başlatmak için herkesi kapsayan bir söylemi dillendirir. Bu söylemde köyün ve aşiretin şeceresi övülür, özellikle Kirve ön plana çıkarılır ve Şaboş’u onunla başlatmak için maniler söyler. Bu merasim en fazla yarım saat sürer, Kirve’nin işareti ile Şaboşcu ona doğru hamle eder, Kirve önceden hazırladığı paraları verir, Şaboşçu verilen parayı yüksek sesle “Şaboş, Şaboş! Kirveden, şu kadar para düğün Şaboş’u, şu kadar da Şaboşçuya diyerek orta yerde birkaç tur attıktan sonra Şaboş merasimi hız kazanır. Âdet olduğu üzere kimse Kirveden fazla Şaboş atmaz. Şehirden gelenler yola çıkmışlardır, Suriye’den gelenler de sınırın yoluna dizilmişlerdir. Bu merasim sınır köyleri için böyleyken, ağa hâkimiyeti altındaki köylerde, kirveden önce köy ağasının takıntısı söylenir, bu takıntıyı ağanın vekili takar ve genellikle “tüm altın”dan aşağı olmazdı.

Yemekler yenmiş, Şaboş sonlanmış, misafirler yola çıkmış, şimdi eğlenme sırası erkek ve gelin tarafındaki gençlerdedir. Halay kurulmuş ellerdeki silahlarla göğe mermi yağdırılmakta, nişanlısını alan, yavuklusunu süzen gençler kurtlarını dökmeye başlamıştır. Bu düzen zifaf saatine kadar devam edecektir. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine, düğün sonlanmıştır.

Dönelim ağabeyimin askerden izinli gelişine  

Ağabeyim elinde tahta valiziyle izne geldi, avlunun içi ana-baba günü, haber dükkana ulaştığında ben ok gibi eve doğru fırladım, babam peşim sıra geliyordu, anam asker oğlunu ablukaya almış, kimseyle paylaşmıyordu, bir ara fırsatını yakaladım ağabeyimin elinden öptüm, babam dış kapıda göründü, ağabeyim koşarak gitti elinden öptü, babam oğluna sarıldı. Ağabeyimle aramızda bir kız vardı, doğduktan bir süre sonra vefat etmiş, sonra ben doğmuştum. Ağabeyim  benden “beş” yaş büyüktü. Babam baktı anam oğlunu kimselere koklatmıyor kalktı, öğle yaklaşmıştı “mutfaktan büyük tepsiyi kap getir, ağabeyin özlemiştir, hep beraber bir tepsi yapalım da yiyelim” diyerek yürüdü gitti.

Anam biraz müsrifti, elime iki sini tutuşturdu, gelen giden olur diyerek. Ben bazen anama kızıyordum böyle yapıyor diye, ama kimsenin gücü yetmiyor, bildiğini okuyordu.

Reyhanlı Yenişehir Camisi

Neyse; elimde iki siniyle dükkana döndüm, babam eti kesmiş, enli büyük kıyma bıçağını “masad”a (bıçak bileme aleti) vurmuş eti kıyma yapmakla meşguldü, ikinci Tepsi’yi fark edince söylenerek mevcut ete ekleme yaptı. Kıydıktan sonra eti Tepsilere yaydı, üstüne domates, biber ve baş soğan doğradı çaprazımızdaki Fırına Mahmut götürdü, oradan doğru eve gitti, ağabeysinin elini öpmek için. Babam fırıncı Sabit’e on beş ekmek bizim ev için, bu bir nev’i parola gibi “bizim ev için” yani doğru dürüst pişirin demek istiyordu. Fırıncının “Halid, ziyafet varsa biz de gelelim” takılmasına Arapça “başımın üstünde yeriniz var, oğlum Ahmet askerden izne geldi” de, demesiyle herkese oğlunun geldiğini ilân etmiş oldu. Esnaf ya babama gelerek gözaydında bulundular, ya dükkandan dükkana seslenerek gözaydında bulunuyor, amcam ve oğlu dükkana geldiler, “akşama geleceğiz” diyerek gözaydın dilediler.

Akşam kahve içmeye gelecekler için hazırlık yapılıyordu. Meşe kömürüyle pişirilecek çiğ kahveyi babam eliyle Mesut bakkaldan aldı, kavurması için de kahveci Halil’e verdi. Şimdi hüner kahveci Halil’de, meşe kömürü ateşinin üstünde, kahvecilerde bulunan sac aparatla kavurma işi gerçekleştirilecekti, ustalık isteyen bir iş, öyle altı-üstü kahve kavurmak değil mi? Bunun ustalığı nedir ki, demekle olmuyor, kokusundan bileceksin kıvamında kavrulduğunu. Bundan sonrası genç kızlara kalmış, elle kahve çekim makinasını kapan gelir, mevcut kahve bitinceye kadar çekilir, kahvenin kokusu mahalleyi kaplamıştır. Akşam yemeğini bitiren selam vererek gelir, büyük odada erkekler, yere serilen döşeklerde rahatça arkasındaki kanaviçe işli yastıklara yaslanarak oturur, kadınlar ve çocuklar avluda, gençler hizmet için toplanır. Bizlerde kaç-göç yoktur, erkeklerin ayrı oturmaları gürültüden kaçmak içindir.

Sohbette askerlik vardı, çoğu Cumhuriyet sonrasında askerlik yapanlar, birkaçı Yemen’den sağ gelenler. Babam bir gitmiş, iki buçuk yıl sonra bitirerek geri gelmiş. Öyle paraymış, harçlıkmış görmemişler, devlet ne verdiyse giymiş, önlerine ne konmuşsa yenmiş. Çay, kahve servisinden sonra mevcutlardan en büyüğü ayağa kalkar, askerimiz uzun yoldan gelmiş istirahat etsin diyerek iyi geceler diler, gerisi onu takip eder, herkes mesajı almıştır, “istirahat etsin” demekle dağılmaları istenmiştir Ablam çocuklarını almış kocasıyla Pınarbaşı mahallesine doğru yola çıkmış, Feride yatak mı açsın, çanak çömlek mi toplasın, anamla beraber ha babam, de babam oradan oraya koştururken, Sabahat başını bağlamış işi hastalığa vurmuş, Kara kız araziye uymuş ortada yok.

Ağabeyime su kaynatmış, yatağa girmeden en azından sabaha kadar rahat uyuması için liflenmesi sağlanmış, sabah hamama gidecek kaç aydır kese görmeyen vücudu keselenip temizlenecektir. On beş günlük izne, bir hafta da rapor sözünü amcam oğlu vermişti. Amcamoğlu Mahmut’un içkili kebap salonu vardı, çoğu devlet memuru yanına takılır, hepsini tanırdı, bir haftalık raporun sözünü onlara güvenerek vermişti. Ağabeyimin üst kattaki odası hazırlanmış, yorgun, yukarı çıktı anam peşinde, aşağıdan babamın Arapça “bırak peşini biraz dinlensin” ikazıyla yarı yoldan döndü. Sabahın ilk ışığıyla birlikte ağabeyim akşamdan hazırlanmış Hamam bohçası koltuğunun altında hamamın yolunu tuttu. Bohça ile gitmek âdettendir, hamamın havluları ne kadar temiz olsa da ev havluları bir başkaydı.

Sabah bitişiğimdeki aşhaneden gelen gazocağı sesiyle uyandım, bir süre gazocağının sesini dinleyerek kestirdim, ninni gibiydi sesi. Anam ağabeyimin isteğiyle Müceddere (mercimek çorbasının sebzelisi, içine iri parçalar halinde kesilmiş kırmızı kuru soğan, baş kuru biber, birkaç diş sarımsak katılarak yapılan çorba) pişirecekti. Çorba kıvamına gelince gazocağı kapatıldı, bol miktarda İnce çekilmiş kimyon ve tuz eklendi. Bazen Zeytinyağı hafif ısıtılarak, bazen ağır gelebilen ve alışmayanlar için kokusu ağır “kuyruk yağı” iyice eritilerek çorbanın üstüne katılır, Müceddere çorbası hazırdır. Anam bugünkü çorbaya zeytinyağı eklemişti. Babam odasında sesli sesli öksürüyordu, kalk borusu çalar gibi, biraz sonra fırına gitti, bir kucak ekmekle döndü, kardaşım Mahmut uyanmış mezbahaya gitmek için babamı bekliyor, anam bir tas çorbayı önce Mahmut’a vermiş karnını doyurmuştu. Babam Mahmut’u tek gönderdi bu sabah oğluyla kahvaltı yapacaktı.

Hep birlikte ağabeyimin hamamdan gelmesini bekliyoruz, Mustafa hamamın kapısını tutmuş bohçayı getirecek, ben giyinmiş hazır bekliyorum. Abimin gelmesiyle koca kazan ortaya kondu, kaşıklar elde çorbaya hücuma geçtik. İsmet kapıda durmuş bizi seyrediyor, fark ettim gel işaretime karnını gösterdi, yemek yemişti. Havuzun musluğunda ağzımı çalkaladım okulun yolunu tuttuk İsmet’le. Caddede Abdülmünim’le kardeşi Zekeriya ile iki katlı taş binadan çıkmış geldiler, böyle durumlarda Abdülmünim’i öper yüzümü yüzüne sürerdim, yüzüne sürdüğü koku benim yüzüme bulaşsın isterdim, gelir beni koklar şakalaşarak okula ulaşırdık. Babaları aslen Suriyeli, Reyhanlı’nın Pamuk tüccarıydı.

DEVAM EDECEK

7. bölümü okumak için tıklayınız.

Mehmet Barutçu son yazıları (Hepsini Gör)
4

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Çocukluk Çağımız Daha Güzeldi Sadi Geyik

Anı

Bir yorum var

  1. Arkası Yarın dizileri gibi yeni bölümü bekliyorum ?

    0

Bir cevap yazın