7. Bölüm

Ağabeyimin izni üç hafta sürmüş, benim ders performansım da üç hafta yarı yarıya gerilemişti. Kimseye bir şey de söyleyemiyordum. Hırslıydım ve okumak istiyordum, okuyacak ve öğretmen olacaktım. Benim için en gözde meslek öğretmenlikti. Toplumda saygın yeri vardı. Ötelenmek, horlanmak çekebileceğim davranışlar değildi, bu yaşta burnumdan kıl aldırmayacak kadar diktim.

Günün birinde öğretmenin, sorduğu soruya ilgisiz cevap veren öğrenciye “Anladıysam Arap olayım” söylemine çok sert cevap vermiş, “ben Arap oğlu Arap’ım” şeklinde tepki göstermiştim. Teneffüs ziliyle konuşma sonlanmıştı da olay kapanmıştı. Türkçe öğretmenimiz bayandı, bizim bu havaliden değildi. Mümessil geldi, “öğretmenler odasından seni istiyorlar” dedi. Hırsla kapıyı vurmadan geçtim odaya, bayan öğretmenimiz, Reyhanlılı bir öğretmenle konuşuyordu, beni yanlarına çağırdılar, art niyetle bu söylemi dillendirmediğini, buralarda öyle algılandığını bilmediğini açıkladı. Karşılıklı birbirimizden özür diledik. Dışarıda toplanan öğrenciler kulak kesilmiş içeriden gelecek tepkiyi dinliyor, neticeyi merak ediyorlardı. Bu ve benzeri ufak tefek olaylarla okul devam ediyordu, bize karışmayana biz dokunmuyorduk. Geçen yıl yaptığımız kavganın acısını yaz tatilinde Çarşı caddesini bize sataşanlara yasaklamış, beni ve İsmet’i gördüklerinde evlerine kadar, arkalarına bakmadan kaçmak suretiyle ödemişlerdi. Bu yıl gittiğimiz yoldan gitmez, durduğumuz yerde durmazlardı.

Yavaş yavaş okulun sonuna yaklaşıyorduk, yazılı sözlü imtihanlar başlamış, İsmet’le geç saatlere kadar ders çalışıyorduk. Bu yılı da sıkıntısız atlatacağız gibi görünüyordu. Nihayet karneler dağıtıldı, dersler yine pekiyi ama hâl ve gidiş nedense iyiydi. Sorun yoktu. Birkaç arkadaş bütünlemeye kalmıştı o kadar.

Karnelerimiz elimizde arka yoldan doğru ilkokula indik İsmet’le, öğretmenimi buldum karnelerimizi gösterdik. İkimizi de kutladı, dikkatini çekmiş olmalı ki, hâl ve gidiş dersinin iyi olmamasının sebebini sordu, bilmiyoruz dedik ama bu bilmiyoruz yarı yamalak bir söylemle söylenmiş olmalı ki, ısrar etti ben birinci sınıftaki kavgayı anlattım, öğüt vererek bizi gönderdi. Uzun sürecek bir tatil dönemine başlamak üzereydik ki, ikimizin de hoşuna gitmiyordu. Nasıl bir tatilse, ben kasap çırağı, İsmet kahve garsonu. Karpuz sergisini devretmişti abileri, elbirliği ile kahveyi çalıştırıyorlardı.

Sabah ezanıyla beraber uyandım, dışarı sessiz birazdan kalabalıklaşacak, kalktım lavaboya geçtim, elimi yüzümü yıkadım tekrar yatağa uzandım. Bu yıl çalışmak istemiyordum, kendimi büyümüş olarak görüyordum, münasip bir zemin bulduğumda babama söylemeyi düşündüm. Mahmut sessiz sedasız uyanır, akşamdan hazırladığı sepetini koluna takar mezbahanın yolunu tutardı. Son zamanlarda görmez olmuştum kendisini, geç geliyordu, içki içtiğini söylemişlerdi bana ama aldırış etmemiştim. Öyle ya, bütün arkadaşları içki kullanıyorlardı. “Kiminle gezdiğimi söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” deyişindeki durum. Kahvaltıda babam, “amcanın dükkanını her sabah açacaksın, tertemiz yapacaksın. Amcan mezbahadan geldikten sonra serbestsin” dedi. Buna sevindim, işim sabah olunca rahat edebilirdim artık. Bu günden tezi yok, babamla beraber evden çıktık.

Babamın istediğinden fazlasını yaptım, umarım amcamın da hoşuna gidecek. Dükkanın arka tarafında bir boşluk vardı, bir de güvercin kümesi. Kümeste iki çift güvercin, erkek olduğunu sandığım güvercin gagasının altındaki yem torbasını şişirerek dişisinin etrafında kur yapıyordu, yemleri bitmiş, su konan tas kirlenmişti, tası yıkadım, suyu değiştirdim öylece bıraktım. Dükkanın önünde bir sandalyede oturdum. İlk defa görüyormuş gibi etrafa göz gezdiriyorum. Karşıdaki Nalburiye dükkanının sahibi Bediî efendi dükkanı açmış, çocuklarının gelmesini beklerken elindeki bezle toz alıyordu. Onun bir üst dükkanın sahibi Sami Kumru Efendi, her çeşit baharat, hububat, nebatat çeşitleri bulunan dükkanını açmış dükkandan hoş bir baharat kokusu bize kadar geliyordu. Amcamın bir üst dükkanda Süt ve sütten imal edilen mamuller satan, bizden çok önce dükkanını açmış civar köylerden getirilen ürünleri tartarak teslim alıyor ve deftere kaydediyordu.

Çarşı uyanmıştı artık, uzaktan amcam yanında babamla göründüler, acele ispirto ocağını yaktım iki fincanlık su, suya iki fincanlık kahve ilave ettim, önce iyice karıştırdım sonra ispirto ocağına yerleştirdim, bu arada cezveyi karıştırmaya devam ediyordum. Böylece hem amcamın, hem babamın gözlerine gireceğimin hesabını yapıyordum. Dükkanın önüne geldiklerinde kahveleri kaynatmış fincanlara dökmek üzereydim. Her ikisinden de “aferini” hak ettim.

Ana caddelerde arıklardan akan Yenişehir suyu ile yol üstündeki esnaf önce kaldırımlarını temizler sonra da ana caddeyi sularlardı. İlk görünümüyle tertemiz bir intiba bırakırdı görenlerin gözüyle. Benim görevim bitmişti de amcamın komutunu bekliyordum, sonra anladım, daha yaşlı ama dinç görünümlü “emmi Salih” ortada yoktu. Çok geçmeden göründü, amcam beni gönderdi, bu arada bana bir anahtar verdi, ikindi namazından sonra güvercinlerin suyunu ve yemlerini verirsin diye tembihledi. Bugünlük işim sona ermişti, Mahmut kardaşım görmesin diye aşağı yoldan eve gittim. Bir süre böyle devam ettim. Tek işime gelmeyen durum, ikindi ezanına kadar beklemek, o da olmasa kendimi daha özgür hissedecektim.

Bir gün babama fısıldadım, amcana bir söyleyelim bakalım ne diyecek dedi. Akşam babam, “yarın sabah işini bitir, bugünden bir çuval ayarla, güvercinleri çuvala koy eve getir. İsmet’i çağır kümesi de ikiniz getirin, aşhanenin damını temizleyin, ben sabah tenekeciye uğrar, teneke açtırırım, birkaç kazık ayarlar Kara Emine’nin duvarına çakarım” dedi. “Amma da uzattın baba, kümes var orya koyarız olur biter” deyişimi, “kediler kümese girer afiyetle güvercinleri yer” diyerek engelledi. İşin orasını  düşünmemiştim. Gittim İsmet’e durumu anlattım, bir meşgalemiz olmuştu, bundan böyle güvercin besleyecektik.

Amcam da işim bittikten sonra, akşam babamın söylediklerini harfiyen yerine getirdim, İsmet bugün işten kaytarmıştı. Babam teneke güvercin yuvalarını aralıklı yerleştirmişti, kedilerin yuvalara ulaşabilmesi için kanat takması lazımdı. Kediler artık ulaşamazlardı da, “deldelliçe”leri ne yapacaktık? Yerel dilde deldellice, bazı yerlerde delice olarak adlandırılan bu yırtıcı kuş türlerinden Reyhanlı’da bol miktarda var. Şahin türü yırtıcı bir kuş türü ve söylendiğine göre yuvalara saldırmaz ama havada veya yerde de hiç affetmezdi. Babam beş teneke yuva çakmıştı duvara, bizde iki yuvalık güvercin vardı. Babam merdivenin üstünde yorulmuş ve terlemişti, aşağı atladı, bir taraftan ben, diğer taraftan İsmet babamın ellerinden öptük, gülerek eve geçti doğrudan havuzun musluğunda elini yüzünü yıkadı. Biz de yıkadık ve tekrardan güvercin yuvalarımıza baktık!

DEVAM EDECEK

Mehmet Barutçu

8. bölümü okumak için tıklayınız.

Mehmet Barutçu son yazıları (Hepsini Gör)
3

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Çocukluk Çağımız Daha Güzeldi Sadi Geyik

Anı

2 Yorumlar

  1. SİBEL KARAGÖZ

    Ya sonra ben bir çırpıda okudum bitti …
    Devamı ???
    Kutluyorum değerli hocam edindiğim izlenim hayatınız değil hayatınız boyunca etrafınızdaki olayları yer, zaman , duygu olarak tasviri ve çok hoş bir anlatı diliyle akıcı kalemi konuşturmuşsunuz. Ben sonunu merakla bekliyorum….

    1

Bir cevap yazın