Burhaniye Sübeylidere Köyü Doğa Yürüyüşü Şehriban Tuğrul

13 Kasım günü Dr. Zeki Keskin önderliğinde Doğa Yürüyüşü grubuyla, Küçükküyu’ dan 30 kişi ile Balıkesir’in Burhaniye ilçesinin SÜBEYLİDERE köyüne gittik.

Otobüsten, köy meydanına indiğimde heyecanlıydım. Köye şöyle bir göz gezdirdiğimde yeşillikler içindeki köyün her yeri yokuştu. Yokuşlar beni kaygılandırdı.

Hemen hemen aynı yaş grubu arkadaşla yönümüzü belirleyip yukarı doğru yürümeye başladık.
Yolda karşılaştığımız köy halkı güler yüzle bize selam veriyorlardı. Rahatını kaçırdığımız tavuklar, horozlar önümüzden kaçışıyorlardı! Yürüyüş boyunca sincaplar, bizi görünce koşarak ağaçlara tırmanıyorlardı.

Epey yol aldıktan sonra birden nefesim kesildi. Orman içine uzanan toprak yol kıvrımlı olunca önden gidenler görünmez oldu. Giderek arkada kalmaya başladım. Yıllardır yürüyen arkadaşlara, bana zor gelen yokuşlar vız geliyordu.

Beni bekleyen arkadaşları oyaladığım için de üzülüyordum. Yol hep yokuş yukarı olunca nefes nefeseydim. Onları oyalamaya hakkım yok, diye düşünerek geri döneceğimi söyledim. Onlar telefonla ekip başına bildirdiler. Ben geriye, onlar ileriye devam ettiler.

Tepede ki asırlık ağaçların arasından havlayarak, bana doğru koşarak gelen köpekten korkup geri dönmeye çalıştım. Arkada kalan Mehmet Bey de ayağının rahatsızlığından dolayı ve beni yalnız bırakmamak için geri döneceğini söyleyince çok sevindim. Yıllardır Küçükküyulu olunca konuşacak ortak konularımız çoktu. Sohbet ede ede köye dönmeye başladık.

Çıkarken yürüyüş telaşından ortamı çok görmemiştim. Etrafımızdaki manzaranın güzelliğine hayran kaldım. Yolun bir kenarı uçurum, diğer tarafı dağ idi. Dağdaki dev çam, meşe ağaçları köklerinden kopmamak için yan yatmış ve çeşitli şekillere girmişlerdi. Koca koca kayalar, ormana başka bir hava katmıştı. Yabani ahlat, alıç ağaçları ve böğürtlen bitkileri her tarafı sarmıştı. Hava, serinliği ve mis gibi oksijeniyle insana yaşama sevinci veriyordu.

Rastladığımız yerlerde Mehmet Bey genç olunca uçurumları iniyor, yokuşları tırmanıyor; alıç, ahlat, kuşburnu ve böğürtlen topluyordu. Sincapları görünce sevinç çığlığı atıyor, kaçmaları bizi güldürüyordu. Bu arada yorulmuş, terlemiştik.

Yol kenarındaki çeşmenin serin suyunda; elimizi yüzümüzü yıkadık, su içtik, biraz dinlendik. “Bu çeşme ne güzelmiş, su içecek tası yok. Kırma insan kalbini, yapacak ustası yok” dizelerini söylerken Zeki Müren’i andık.

Korktuğum köpek, yanımıza gelerek bize arkadaşlık etti. Mehmet Bey, beni yalnız gören köpeğin koruma içgüdüsüyle yanıma yaklaşmak istediğini söyledi. Doğru olabilirdi, sakin sevecen ve sevimli bir köpekti.

Köye yaklaşırken tepeden; ağaçlarla çevrili, küçük sebze bahçesi olan sevimli bir çiftlik evi gördük. Oraya inerek etrafını, seslenerek dolaştık. Kimsenin olmadığı çiftlik önünde resimler çekildik.

Arkadaşlarla üç kilometre kadar yürümüştük. Geri dönerken aynı yolu yürüdüğümüzü göre kesin beş-altı kilometre olmuştur.

Köy girişinde genç bir hanımla karşılaştık. Güler yüzlü, tatlı dilli hanım bizi evine davet etti. Sonra uğrayacağımızı söyleyip onun tarif ettiği yoldan köyün etrafını dolaşmaya çıktık.

Köy dar bir vadiye yerleşmişti. Çukurda birbirine yapışık tuğladan yapılmış evler vardı. Dağa doğru yeni yapılan evler daha düzgün ve betondan yapılmıştı.

Sonradan öğrendiğimize göre yukarıdaki evler başka şehirden gelen insanlara aitti. Köylülerle, dışarıdan gelenler aynı sayıdalarmış.

İşin garip tarafı, sonradan gelenler; köy, ahır gibi kokuyor diye, köylülerin tek geliri olan hayvancılığı, yapmalarını istemiyorlarmış.

Köy meydanından tırmanarak, yukarı çıktık. Kuşbakışı seyrettiğimiz köyün meydanı ve sokakları taşlarla döşenmiş. Toprak, yer yok denecek kadar azdı. Evlerinin önünde küçük toprak parçasında sebze yetiştirmişler.

Yukarıda birkaç hayvan ağıllarına rastladık. Gerçekten temiz hava ve hayvan gübresi kokusu birbirine kaynaşmışlardı. Bu bana köydeki çocukluğumu ve köylerde görev yaptığımda öğrencilerimi hatırlattı. Havayı içimize çekerken birbirimize, çocuklukta hayvanlarla ilgili anılarımızı anlattık.

Kayalarla kolkola girmiş devasa çam ağaçlarıyla resim çekindik. Tekrar meydana indik. İki kilometre kadar burada da yürümüş olduk.

Meydanda şoförümüzle bir köylü sohbet ediyordu. Köyün ıssız olmasının nedeni köylüler yaylalarında zeytin topluyorlarmış. Sebze- meyve bahçeleri ve hayvanları yayladaymış ve yetiştirdikleriyle geçinip gidiyorlarmış.

Acıkmıştık. Meydanda, yiyeceklerimizi açarken beton yığını içinde yemeyi istemedik. Geldiğimiz ormana gidip çeşme başında yemeye karar verdik.

 

Tekrar yokuş yukarı tırmandık. Kan-ter içinde çeşmeye ulaştık. (Buraya kadar 3km. Yürümüş olduk.) Köpeğimiz de kuyruk sallayarak yanımıza geldi.

Çeşmenin başını kirletenlere kızarak temizledik. Soframızı yere serdiğimiz gazetenin üstüne açtık. Ooo! Neler yoktu ki soframızda. Ekmek arası et, peynir, zeytin, domates, biber, salatalık, yeşillik hatta aslan sütü!..

Hedefe ulaşan arkadaşlarda aklımız kalarak, güzel sohbetler ederek, resimler çekilerek zamanı geçirdik.

Yola çıkıp onları karşılamak istedik. Bir müddet sonra arkadaşlar birer ikişer gelmeye başladılar. Hedefe giderken yokuşların arttığını söylediler. Yaylada yemeklerini yiyip dönmüşler. Biz de yaptıklarımızı anlattık.

Köye doğru inmeye başladık. Üç km’de öyle yürüdüğümüze göre, biz toplam 15 km kadar yürümüşüz. Arkadaşlarımız da 20 km yürümüştü. Geri dönmüştük ama oturup onları boş boş beklememiştik. Köye girince söz verdiğimiz gibi Şükran Hanım, Mehmet Bey ve ben davet edildiğimiz eve uğradık.

Kalbi ve ismi gibi güzel ve iyi kalpli olan Hüsniye Hanım güler yüzle bizi karşıladı. Sohbetimiz arasında köyü, eşkiyalardan koruyan bir Osmanlı subayının kurduğunu anlattı. Gençlerin şehirlere göç ettiğini, onların içinde çocuklarının da olduğunu söyledi. Atatürk aşığı Hüsniye Hanımı bir gün Anıtkabir’e götürme sözüyle evden ayrıldık.

Meydanda toplanan arkadaşlar, zeytin toplamaktan dönen kahvecinin demlediği çaylardan içiyor, köylülerle sohbet ediyorlardı.

Dönme zamanı gelince otobüse atlamadan, üstümüzdeki yorgunluğu köye bıraktık. Otobüste, şen şakrak sohbetler, şakalar yaparak Küçükkuyu’ya geldik.

Doğa yürüyüş derneğinden ricam, ayda iki kere düz olan ama uzun olan yürüyüş planlansın. Ya da kısa ama yokuşlu olan yürüyüş etkinliği olsun. Ya da benim gibiler gittiği yere kadar gitsin. Yanında arkadaşı olmak şartıyla geri dönüp arkadaşlarını beklesin. Bana arkadaşlık eden keyifli zaman geçirmeme neden olan Mehmet Gül beyefendiye, bana tanıdığınız bu ayrıcalık içinde başta Zeki Bey olmak üzere yürüyüş grubundaki herkese teşekkür ederim.

Etkinliklerin sağlık getirmesi dileğiyle…

GÖKÇE ÇİÇEK (Şehriban Tuğrul)

Şehriban Tuğrul’un öğretmen Okulları yazısını okumak için tıklayınız.

 

Gökçe Çiçek
6

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Çocukluk Çağımız Daha Güzeldi Sadi Geyik

Anı

Bir cevap yazın