ADAMLAR, YAŞAMLAR
11. Bölüm
(Bu yazıda okuyacaklarınızın, gerçek yaşamla ilgisi olabilir:
Benzerlikler ise sadece rastlantıdan ibaret olmayabilir.)
Ardından Mustafa da kalktı. Gün, öğleden ikindiye taşınıyordu. Düverler, taşevin önündeki boşlukta, konuşmadan çevreyi seyretti. Gökyüzü Bodrum Mavisi’ydi yine. İki yüz metre kadar ötedeki yoldan, değişik tip ve modelde motorlu araçlar geçiyordu. Çoğunluğu özel otomobildi. Taşevin önü toprak kaplı; çitten çerçevesi, kapısı olmayan, açık bahçeydi. Toprağın üstü, etraftaki ağaçların dallarından kopmuş, rüzgarla sürüklenmiş begonvil çiçekleriyle kaplıydı. Beyaz, kırmızı, bordo, turuncu, sarı begonvil çiçekleri… Mustafa, üstlerine basarak birkaç adım yürüdüğünde, ayakkabısının ağırlaştığını duyumsadı. Ayakkabısının altını incelediğinde, başıboş gezen büyükbaş hayvanlardan birinin geride bıraktıklarına bastığını anladı. Yaşamın doğal gerçeğine dönmüştü. Gülümsedi.
Taşevdeki konuşmalar, dışarıda da yankılanıyordu. Vedat, İsmet, Bekir Sıtkı vicdan ve hukuka dayalı adalet konusunu tartışıyorlardı. Vedat, Martin Niemöller’in, ‘susma, sustukça sıra sana gelecek’ içerikli anlatımını paylaşıyordu:
-Niemöller, 1892-1984 yılları arasında yaşamış Alman rahip… Yahudilere karşı soykırıma karşı olmamış ve daha sonra pişmanlığını şöyle dile getirmiş.
‘Naziler önce Komünistler için geldiler, bir şey demedim çünkü Komünist değildim. Sonra Yahudiler için geldiler ve bir şey demedim çünkü Yahudi değildim. Sonra sendikacılar için geldiler ve bir şey demedim çünkü sendikacı değildim. Sonra Katolikler için geldiler ve bir şey demedim çünkü Katolik değildim. En sonunda benim için geldiklerinde ise çevremde benim için bir şeyler diyecek kimse kalmamıştı.’
Vedat, devamla:
-Niemöller’in söylemi, ülkemizde, çoğunluğun, üzerinde düşünme gereği duymadığı için anlayamadığı duruma, çarpıcı örnek. ‘Bana dokunmayan yılan, bin yaşasın’ sözünü bencil ve çıkarcı amaçla kullanıyoruz. Ne zaman ki elimizi taşın altına koyma zorunluluğu ortaya çıkıyor, sorumluluk almamak için dört dönüyoruz. Bekir Sıtkı kardeşimizin anlattıkları dinledikçe, ‘neden gerçekleri bugüne kadar duymadık’ diyoruz. Yanıtı basit: Duymak istemedik. Bize söylenenleri, işimize geldiği biçimde algıladık.
İsmet araya girdi:
-Siyasetçilerin algı mühendisleri ve işbirlikçi medya, toplumsal olaylar için düşünmemizi önleme adına, Amerika’daki, İngiltere’deki hatta İsrail’deki ağabeylerinden öğrendiklerini bize üstelik dozunu ayarlamaya bile gerek görmeden uyguluyor. Toplumun büyük çoğunluğu, ‘ekmek derdine’ yönlendirilmiş. Düşünmeyince, sorgulamayınca, birlik olup itiraz etmeyince; dertlerine çözüm olunacağını sanıyorlar.
Vedat:
-Birey olarak boş insanların, boş sözlerin, ardına düşmeyi seviyoruz. Çünkü oradan çıkan sesler yüksek oluyor ve kendi iç hesaplaşmamızı maskeliyor. Bölünmekten, ‘kardeşi kardeşe düşman’ edenlerden yakınıyoruz. Neden kolaylıkla bölünüyoruz, neden kardeşimize düşman oluyoruzu sorgulamıyoruz. Çünkü düşünce aylağıyız.
Bekir Sıtkı:
-Bu konuştuklarınız, içinde hepimizin bulunduğu gemiyi batıracak buzdağının görünen yüzü, küçük parçası. Cezaevinde, tecritte tek başına kalmaya mahkûm edilmiş insanlara dönük, böylesine adaletsiz, acımasız, vicdansız saldırı yapabilecek kadar insancıl duygularını yitirmişlerin; çevresinde yapılandırılan gizli çalışmalardan, oyunlardan habersiz insanlara neler yapabileceklerini düşündünüz mü hiç!
Vedat alışkanlığı olduğunca ‘cık cık’ladı ve sustu.
İsmet, Bekir Sıtkı’ya seslenerek,
-WK’lı arkadaşlar arasında, söylemezsen, senin de aynı hastalığı yaşadığını anlamak zor. Anlatırsan, senin öykünü de dinlemek isteriz.
-Sevinerek anlatırım. 1959 doğumluyum. Babam işçiydi. Altı kardeşin dördüncüsüyüm. Maddi durumumuz yeterli olmadığı için, öğrencilik yıllarımda, okul saatleri dışında, iki ağabeyim gibi değişik işler yaparak, aileme katkıda bulunmaya çalışıyordum. Liseyi bitirmeme yakın, ülkemin ve insan kardeşlerimin durumunu anlamaya başladım. Siyasi düşüncelerim gelişip, netleşiyordu. 1977 yılında, yüksek öğrenim için İstanbul’a ön kayıt yaptırmaya gittim. Sonrasında da Uşak Eğitim Fakültesi’nde Matematik Bölümünde eğitime başladım…
Bekir Sıtkı’nın konuşmasının bu bölümünde, Yıldız ve Mustafa içeri girdi. Yerlerine oturup, anlatılanı onlar da dinlemeye başladı.
…1980 yılında stajımı yaptım ve mezun oldum. Hakkımda arama emri olduğundan, diplomamı almaya gidemedim. 1977 yılından itibaren, siyaseten kazandığım değerler, benim için yaşamımın tek belirleyeni oldu. Cezaeviyle ilk tanışıklığım 1979 yılındaydı. Uşak Cezaevi’nde kısa süre kaldım. 1979 yılı Kasım ayında, kendisinden çok şeyler öğrendiğim öz ağabeyim Mehmet Emin …., düşüncelerinin ardında dimdik durdu ve davası yolunda şehit oldu. 12 Eylül sonrasında, iki buçuk ay işkenceli-sorgulu eziyetlerin ardından, burun kemiğim kırılmış, sağ bileğim sakatlanmış ve iç organlarımda bir daha düzelmeyecek rahatsızlıklarla, önce Narlıdere Askeri Gözetimevi’ne daha sonra da Buca E Tipi Bölge Cezaevi’ne gönderildim…
Bekir Sıtkı’nın boğazı, uzun konuştuğu ve o eziyet dolu günleri tekrar anımsadığı için kurumuştu. Sustu. Yerinden kalkıp, bir bardak su doldurdu, içti. Bardağı tekrar doldurup, eline aldı ve yerine döndü.
Devam Edecek
Öykünün sonraki bölümünü okumak için tıklayınız.
Öyküyü ilk bölümünden başlayarak okumak için tıklayınız.
- Adamlar Yaşamlar 16. Bölüm Recai Oktan - 5 Nisan 2023
- Adamlar Yaşamlar15. Bölüm Recai Oktan - 3 Nisan 2023
- Adamlar Yaşamlar 14. Bölüm Recai Oktan - 30 Mart 2023
2 Yorumlar
Pingback: Adamlar Yaşamlar 9.Bölüm Recai Oktan - Yazı Dükkanı Dergisi
Pingback: Adamlar Yaşamlar 10. Bölüm Recai Oktan Yazı Dükkanı Dergisi