Adamlar Yaşamlar 6. Bölüm Recai Oktan

ADAMLAR, YAŞAMLAR

6.Bölüm

(Bu yazıda okuyacaklarınızın, gerçek yaşamla ilgisi olabilir:
Benzerlikler ise sadece rastlantıdan ibaret olmayabilir.)

Gülümsemeye çalıştı Bekir Sıtkı. Gülümseyemedi. Cezaevinde, tecritte, bedenini ölüme bıraktığı günlerde çektikleri geldi aklına. Yazar Çizer Meyhane’de geçirdiği zaman boyunca, yeni tanıştığı üç adam, Hasan’a yoğunlaşmıştı. Kendisine kim oluğunu, konuşulan konularla neden ilgilendiğini, WK’nın içine hangi boyuta dek girdiğini soran olmamıştı. Konuşmuş ama WK’yı da tam anlatamamıştı. Niye anlatacaktı ki!? Ölüm orucuna yatan, kimileri genç yaşta ölen, kalanları WK hastası olan insanlar, tuvaletlerin kapısına Angelina Jolie’nin ve Brad Pitt’in fotoğrafları asılsın diye mi eylem yapmışlardı? Tuvaletlerinin kapısına Angelina Joli’nin ve Brad Pitt’in fotoğrafları uygun gören Vedat’la İsmet mi yoksa hafta sonu keyfi yaşamak isteyen Mustafa mı dikkate alacaktı, söylediklerini, söyleyeceklerini!?
Hasan’ı alıp, gitmeyi planladı. İşini bitirdi, ellerini yıkadı. Aynada yansıyan yüzüne öylesine baktı. Masaya döndüğünde, Vedat’ın çayları tazelemiş olduğunu gördü. Oturdu. ‘Gitmeden önce çayımı içeyim’ diye düşündü.

Suskunluğu bu kez Vedat bozdu:
-Ölüm oruçları bize hep blöf olarak yansıdı. Şaka gibiydi sanki. ‘Kim kendini aç bırakarak ölmek ister’ diye düşündük hep. Ayrıntılarına sırtımızı döndük. Hasan’ın yaşadıklarını duymadık ama sen anlatmaya başlayınca, öğrenme şansını bulduk. Ölüm oruçlarının gerçekten sonuna değin yaşandığı oldu mu? Hasan, ölüm orucunda yalnız mıydı? Başkaları var mıydı?

Vedat’ın sorusu, İsmet ve Mustafa’nın ilgisi, Bekir Sıtkı’ya, ‘Hasan’ı alıp giderim’ planını geriye ittirdi. Kısa süre çay bardağı ile oyalandı, söyleyeceklerini toparladı ve anlatmaya başladı:
-İçinizden bana ‘sen kimsin, bu konularla neden ilgileniyorsun’ diye soran olmadı. Ben de WK hastasıyım. Ben de ölüm orucuna katılmış biriyim ve yıkıntılarını yaşıyorum. Hasan, benden çok fazla yıkıntı yaşıyor. Bunun nedenlerini anlatacağım.

Öncelikle bilmelisiniz ki yaşananlar ne blöftü ne de şaka! Cezaevlerindeki ölüm oruçları, bizim topraklarımızda 1982, 1984, 1996 ve 2000 yıllarında yoğun biçimde yaşandı. Ölenler oldu. Bu konudaki iki ayırımı, iyi koymak iyi anlamak gerek. 1982, 1984 ve 1996’daki ölüm oruçlarında, eylemciler altmış ikinci, altmış üçüncü, yetmişinci günlerde ölürken; 2000’li yıllardaki ölüm oruçlarında direnme ve sonuçta ölme süresi bir yılı buluyordu. Önceki ölüm oruçlarına katılan ve sonuna kadar gidenler, öldüklerinde vücut ağırlıklarının yüzde yirmisini kaybederken; 2000’lerdeki ve sonraki ölüm oruçlarında dayanma süresi uzun olduğundan, ölenlerin vücutlarında yüzde elli, yüzde altmış ağırlık kayıpları oluyordu. Bu anlatılmaz, inanılmaz süreçlerin sonunda, yaşayanlar da vardı. Yaşamalarını sağlayan “TIAMIN” olarak bilinen B1 vitaminiydi. Bu vitamin, vücuttaki şekerin enerjiye dönüşmesi sırasında yakılan maddedir.
Mustafa dayanamadı:
-Tiamin mi? İlk kez duyuyorum.
-Bu sohbeti sürdürürsek, yeni duyacağınız başka şeyler de olacak. O kimyasal madde olmadığı zaman, beyin hücrelerinde ölüm meydana geliyor. Beraberinde de bedensel yıkıntılar. Örneğin iç ve dış organlarda, yürümede, sinir sisteminde, hafızada rahatsızlıklar ortaya çıkıyor. Konuşmamıza başlamanın nedeni olan Wernicke, bedensel rahatsızlıkları ortaya koyarken, Korsakof’sa zihinsel rahatsızlıklar bölümünü ortaya çıkarıyor.

İsmet, farkında olmadan önündeki bir kağıda, cebinden çıkardığı kalemle şekiller çizmeye başlamıştı. Bekir Sıtkı’nın anlattıklarını Hasan da yüzünde ifade değişikliği olmadan dinlemeye başlamıştı. Diğer dinleyicilerin suratları darmadağın gözüküyordu. İsmet konunun bitmesini istemiyordu ama yumuşatmaya çalıştı:
-Senin ve Hasan’ın yaşıyor olmanızda, Bodrum’da bulunmanızda şansınızın rolü var sanırım.
-Benim ve Hasan’ın yaşıyor olmamızın, hatta ölüm orucundan kurtulan çok arkadaşımızın yaşıyor olmasının anlamı var. Bunun farkındayız da yaşantımızı nasıl sürdürdüğümüzü topluma anlatamıyoruz.
– !
– Devam edeyim. Bu hastalıktan söz ettiğimiz zaman, asıl anlaşılması gereken, uzun süreli açlığın etkisinde kalan bedenin ve zihnin, belirli rahatsızlıklara yakalanmış olmasıydı. Genel tanımlama buydu.
Vedat not almaya başlamıştı. “Başka ülkelerdekilerle bizdeki ölüm oruçları arasında fark nedir” diye sordu.
-Dünyanın en uzun süreli ve en kitlesel ölüm oruçları, bizim topraklarımızda yaşanıyor. Kesin sayıyı bilmiyorsak da, şu anda yurt içinde ve yurt dışında yaşayan, ölüm oruçları sonucu hastalanmış 700’e yakın insan olduğunu varsayıyoruz. Yüz elliye yakın insanımız ölüm oruçları sonucu öldü. İşte fark bu! Dünyanın başka ülkelerinde böyle örnek yok. Bu felaketlerin sonucunda, Türkiye’deki Hipokrat Yemini’ne gerçekten bağlı, düşünce namusuna sahip doktorlar, dünyanın tıp alanında büyük başarı kazandı: Wernicke Korsakof tanımını eksiksiz koydular. Çalışmalarının sonuçları, şimdi başka ülkelerde ders kitabı olarak okutuluyor. Diğer ülkelerdeki doktorların üzerinde çalışacağı olay ve bu olaya karışmış denek yoktu. Bizim doktorlarımızın deneyleri ve denekleri çok. Artık “nereye, nasıl müdahale yaparsak, hangi hastalığa doğru tanıyı nasıl koyarız, nasıl tedavi ederiz” şeklinde bilgileri var.

DEVAM EDECEK

Öykünün sonraki bölümünü okumak için tıklayınız. 

Öyküyü ilk bölümünden başlayarak okumak için tıklayınız. 

Wernicke-Korsakoff sendromu (Vikipedi bağlantısı)

12

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Çocukluk Çağımız Daha Güzeldi Sadi Geyik

Anı

Bir cevap yazın