Adnan Koşcağız 6. Bölüm

EKİP OLARAK UÇUŞLAR

Odönemlerde yatı görevleri, tüm uçuş ekibi olarak birlikte planlanıyordu ve aynı uçuş programında aylık olarak görülüyordu. Yani kokpit ekibi (pilotlar) ve kabin ekibi (hostesler) gittikleri meydandan yapılacak uçuşları dört veya beş gün, ekip değişikliği olmaksızın beraber yapıyorlardı. Bu şekilde planlanmış bir yatı görevinde, Ankara’dan dört günde toplam on altı uçuş yapılacaktı.

Bir önceki gece başka bir uçuşla, görevli olmadan yolcu gibi Ankara’ya geldiler ve otele giderek istirahate çekildiler, sabah saat dörtte otelden ayrılarak hava alanına gideceklerdi. Ekip otelin lobisinde buluştu ve araca binmek üzere otelden ayrıldılar, bu sırada kabin amirinin aşırı makyajı kaptanın dikkatini çekti. Tekrar baktı ve çok özensiz ve gelişigüzel bir makyaj olduğu anlaşılıyordu. Sanki adet yerini bulsun diye yapılmıştı. Aslında bu tür makyaj yapılması şirket yöneticileri tarafından hoş karşılanmıyordu, hatta yasaklanmıştı. Kaptan ona ‘makyajın pek güzel görünmüyor’ dedi. O ise sadece, uyku mahmurluğunu çarçabuk üstünden atmış gibi görünerek pişkin pişkin gülümsedi.

      Sabahın erken saatinde kalkmanın ve uyku mahmurluğunun verdiği rehavetle hep beraber araca bindiler. Araçtakiler hiç konuşmuyorlardı, zaten gençler oturur oturmaz koltuklarının başlığına yaslanarak gözlerini kapattılar. Yol yaklaşık otuz dakika sürecekti, bu zaman dahi onlar için değerliydi. Aslında gençler uykusuzluğa dayanamıyorlardı ve her fırsatta uyumayı tercih ediyorlardı. Şoför de pekiyi durumda görünmüyordu, onun da yorgun ve uykusuz olduğunu anlamak için uzman olmaya gerek yoktu. Araç havaalanı istikametinde şehrin varoşlarını geçiyordu. Sabahın ilk ışıklarından önceki kızıllık belirmeye başlamıştı, hava açık görünüyordu. Temmuz ayının bu gününün oldukça sıcak olacağı anlaşılıyordu. Şoför orta şeritten ve oldukça yavaş gidiyordu, zamanın uzaması onlar için iyi değildi. Çünkü uçağı hazırlamak için zamanları azalacaktı, bu tür erken uçuşlarda zaten uyku zamanını uzatabilmek için dakikaları dahi kıymetli kullanıyorlardı. Şoförün bu şekilde aracı kullanması, onun uyumak üzere olduğunun işaretiydi. Kaptanın ikazıyla araç sağda durdu, şoför aşağıya indi, su şişesinden aldığı birkaç avuç suyu yüzüne çarptı, aracın etrafında birkaç adım attı sonra da tekrar direksiyona geçti. Sonrasında daha dikkatli ve sürat limitlerine uyarak, salimen hava alanına geldiler.

                                      

      Doğrudan uçağa geçtiler ve herkes otomatikleşmiş hareketler ve sözcüklerle kendi işine odaklandı. İşler geç de olsa bitirildi. Yolcu alındı ve uçağın kapısının kapatılma zamanı geldi, pilotlar uçağa bindiklerinden beri kabin amirini hiç görmemişlerdi, zaten kokpit kapısı da kapalıydı. Dört numaralı pozisyonda, kabin amirinin yanında görev yapan hostesin cılız sesini dâhili telefonun hoparlöründen duydular, “Kaptanım yolcu tamam kapıyı kapatabilir miyim?” Böylece uçağın yolcu kapısı kapatıldı ve uçuş başlamış oldu.

                                    

      Kalkıştan uzun bir süre sonra yine aynı hostesin sesi kokpitte duyuldu, “Kaptanım bir ihtiyacınız var mı?” İki kahve istediler, ancak onu da inişe yakın bir zamanda içebildiler. Kaptan yavaş yavaş sinirlenmeye başlamıştı. Çünkü kabin amirinin mutlaka kalkıştan sonra, yönergelerde belirtilen zamanda, kokpiti arayarak veya kokpite gelerek, yolcu kabini ve yolcularla ilgili bir anormal durum olup olmadığını kaptana rapor etmesi gerekiyordu. “Belki de çok meşgul olduğundan devamlı olarak diğer kızı görevlendiriyor” diye düşündü kaptan…

      İzmir Körfezi üzerinden güneye doğru alçalmaya başladılar, pırıl pırıl gökyüzü ve sabahın ilk ışıklarının aydınlattığı körfez ve şehir o kadar güzel görünüyordu ki seyretmeye doyum olmuyordu. Yatay olarak dağların üzerinden denize vuran ışık oyunları romantik bir manzara oluşturuyordu. Sabah erken saatlerde İzmir hava trafiği de çok yoğun değildi. Radarın önerisiyle kısa bir paternle inişlerini tamamlayarak park yerine geldiler. Uçak kapısını açtılar. Uçaktan inen yolcular aceleyle ve neşeyle hızlı adımlarla hareket ediyorlar, birbirleriyle şakalaşıyorlardı. Bu arada kokpitte işler bitmişti ve kaptan yerinden kalkarak yolcuların uçağı terk edişlerini takip etmek ve onları uğurlamak için kokpit kapısının önüne çıktı. Kabin Amiri hâlâ ortalarda görünmüyordu. Yolcuları uğurlayan ise ekibin en genç ve tecrübesiz olan hostesiydi. Kaptan sessizce ona, amirin nerede olduğunu sordu. Aldığı cevap sadece bir işaret oldu. Parmağıyla yolcu kabininin bir numaralı koltuğunun cam kenarını işaret etti. Bulundukları pozisyondan orası görünmüyordu. Son yolcu da uçak merdivenlerinden inmiş ve uzaklaşmaya başlamıştı. Kaptan merakla hostesin işaret ettiği tarafa yöneldi ve gördüğü manzara aynen şöyleydi; cam kenarındaki koltuğun arkalığı geriye doğru yatırılmış, iki battaniye ile başı dâhil her tarafı örtülmüş birisi orada uyuyordu. Kaptan hayret ve kızgınlıkla hostese dönerek,

                                                        

“Niçin uyandırmadın?” Hostesin cevabı daha şaşırtıcıydı.

“Bana git başımdan defol,” dedi.

“Arka kabinde görev yapan diğer hostesleri de çağır, buraya gelsinler.”

      Şimdi tüm ekip oradaydı ve hepsi koltukta pervasızca uyuyan şahsa bakıyordu. Kaptan “Lütfen kendisini uyandırın,” dedi ama sonrasında ne yapacağını, ne söylemesi gerektiğini henüz bilemiyordu. “Bu kadarına da pes doğrusu, bu pişkinliğin sonu nereye varacak bilemiyorum” sözcükleri ağzından döküldü.

“Söyleyin ona; kendine geldikten sonra derhal kokpite gelsin,” diyebildi ve sinirden sararan rengini belli etmemeye çalışarak kokpite girdi. Kan şekerinin düştüğünü hissediyordu. Düşen kan şekerini dengelemek için bir meyve suyu içmek istedi, getirilen bardak henüz bitmişti ki kabin amiri kapıda belirdi. Tüm makyajını silmiş yüzünü yıkamış saçlarının bir kısmı ıslak vaziyette ve suçlu suçlu yere bakıyordu. Kaptanla göz göze gelmekten kaçınarak;

“Kaptanım kahveyi seversiniz, bir kahve içer misiniz?”

“Tamam, sade bir kahve rica ediyorum, kokpitte birlikte içelim” dedi. Sonra ikinci pilota, “Amir gelince sen dışarı çıkıver.” Amir kahveleri zaten hazırlamıştı, hemen arka taraftan alarak kokpite girdi, onu gören ikinci pilot derhal dışarı çıktı. Kaptan kokpitin kapısını kilitledi. Onlar konuşurken rahatsız edilmek istemiyordu. Zaten ikinci pilot dışarıdaydı uçuş ve uçakla ilgili koordinasyonu, yer personeliyle o yapabilirdi.

“Sana şu anda ne söyleyeceğimi bilemiyorum, lütfen durumu bana açıklar mısın?”

“Ne söyleyeceğimi, kendimi nasıl affettireceğimi bilemiyorum. Gece uyuyamadım ve geç saatte bir uyku ilacı aldım. Amacım birkaç saat uyuyabilmekti ama ilaç çok ağır geldi, kendime ancak gelebildim.”

“Anladım peki, neden oteldeyken veya daha sonra, yani uçuştan önce söylemedin? Senin yüzünden sayısal olarak var olan fakat gerçekte görevini yapamayacak bir amirle uçtuk. Yani sen bu uçuşta yoktun, seni yolcu olarak bile uçurmamak gerekir. Biliyorsun uçuş için tüm ekibin tam ve zinde olması zorunluluğu var, aksi takdirde uçuşa müsaade edilmez. Herhâlde bunun ne kadar büyük bir suç olduğunu biliyorsun. Ekip tahsis şefliğini arayarak yeni ve sağlıklı bir amir istemem gerekecek. Umalım ki nöbetçi bir amir bulalım, yoksa otelden mesaisi uyan başka bir amirin gelmesini bekleyeceğiz. Bu da zaman açısından seferimizin aksaması demek olacaktır. Tabii ki daha sonra da, bu durumu rapor etmek zorundayım.”

                                           

      Amirin gözleri doldu, daha sonra gözyaşları hıçkırıklarına karıştı, kaptan önüne döndü ve bir müddet sessiz kaldı. Bu andan sonra kendisiyle mücadele etmeye başladı. Görünüş itibariyle görevini yerine getirebilirdi, ancak acil bir durum meydana gelirse davranışları ne olacaktı, ekibi yönetebilecek miydi? Kaptan o anda amirlik sınavını hatırladı. Kendisi eğitim müdürlüğü yaptığı sıralarda onun sınavlarına girmişti ve ancak üç defa sınava girdikten sonra başarılı olduğu kabul edilerek amir olabilmişti. Aradan geçen zaman belki de onu olgunlaştırmıştı. Buna da pek ihtimal veremiyordu, öyle olsaydı görevinin bilincinde olurdu. Aslında üçüncü sınavdan da üst kademeden birisinin yardımıyla geçirilmişti. Bu duruma şahsen çok karşı çıkmıştı, ama sınavı değerlendiren makam kendisi değildi. Bu olaydan sonra bir daha bu tür sınavlara gözlemci olarak dahi girmedi. Bu anı, çok daha vahim bir olayı kendisine hatırlattı, o olay uçağı bizzat uçurması gereken bir pilotla ilgiliydi.

      O tarihlerde şirketin standardize uçuş öğretmenlerinden biriydi, Türk Hava Kuvvetlerinde de uzun yıllar uçuş öğretmenliği yapmıştı. Özel uçuş okullarından birinden uçucu sertifikası alarak RJ-100 uçaklarında uçuşa başlatılan bir pilotu uçuruyordu. İntibak uçuşlarından son üç uçuşu birlikte uçtular. Yeni pilot yeterince gayret göstermiyordu, bilgi ve becerisi de ortanın altındaydı. Son uçuşunun son safhasına gelinmiş olmasına rağmen öğretmen bir şeyler öğretmek için çırpınıyor, o ise sanki öğrenmemek için direniyordu. Uçuşun dışındaki şeylerle meşgul oluyor aşağıdaki manzarayla daha çok ilgileniyordu. İnişleri ise tamamen emniyetsizdi. Son uçuştan indikten sonra doldurduğu raporda; bu uçakta pilot olarak uçamayacağını belirterek, bir pilotta bulunması gereken; uçuculuk bilgi, beceri ve karakterinin kendisinde bulunmadığını ifade etti. Son kanaat olarak da eğitimine son verilmesini tavsiye etti. Ertesi gün pilotların bağlı olduğu en üst kademeden bir yönetici, bu öğretmeni makamına çağırarak, bu pilotu uçurmaya devam etmesini ve sonuç alınana kadar (Yönergelerin dışına çıkılarak) uçurulmasını emretti. Öğretmen bunu kabul etmedi ve bu pilotun uçamayacağını ve emniyetsiz olduğunu bildirerek görevden affını istedi. Sonraki günlerde öğretmen, eğitimdeki başka pilotlarla uçuşlara devam etti.

                                   

      Bu olaydan yaklaşık altı ay sonraki bir uçuş programında daha önce uçamaz raporu verdiği pilotun kontrol uçuşunda birlikte olduklarını gördü. Başkanlığa giderek bu kontrolü yapmayacağını, kanaatinin değişmeyeceğini bildirdi. Kendisine ısrar edilmedi ve isteği kabul edilerek program değiştirildi. Bu pilot başka bir öğretmenle kontrole girerek çekincelerle birlikte uçuşa devam etmesi kararlaştırıldı. O artık sertifikalı ikinci pilot olmuştu. Ancak uçtuğu kaptanlardan gelen şikâyetler bitmek bilmiyordu. Şikâyetlerin önünü almak ve tatsız bir olaya meydan vermemek için bu pilotu başka bir uçak tipine atamaya karar verdiler. Bundan dört ay sonra da o zamanki en büyük gövdeli uçak olan A-340  uçaklarında uçmak üzere ikinci pilot olarak tayin edildi. Çünkü orada ikinci pilotlara iniş ve kalkış yaptırılmıyordu. İkinci pilotlara kumanda da verilmediğinden belki de bazı şeyleri görerek, gözlemleyerek adam olacağı düşünülmüştü. Gel zaman, git zaman yıllar geçti bu pilotun da uçuş saati doldu ve kaptanlık eğitimine alınma zamanı geldi. Yılların geçmesiyle yönetim kademeleri değişmişti, artık yönergelere daha dikkatli uyuluyordu. Kâğıt üzerinde her şey tamamdı; yaşı uygun, görünürdeki uçuş saati yeterli ve yıllar içinde bilgisi de yeterli seviyeye gelmişti. Planladığı gibi kaptanlık eğitimi başladı, fakat çok geçmeden eğitimine son verilerek şirketle ilişkisi kesildi. Bu olay hem şahsın rencide olmasına hem de şirketin maddi açıdan zararına neden olmuştu.

      Kaptan bu olayları ve uzun tecrübelerini düşünerek ne kadar haklı olduğunu düşünürken, amirin burnunu temizlemek için çıkardığı sesle o ana geri döndü. Amir gözlerini ve burnunu kâğıt peçeteyle sildikten sonra,

“Zaten yeteri kadar cezam var eğer siz de rapor ederseniz veya benim bu uçuşumu aldırırsanız beni şirketten kesin olarak atarlar. Ben şu anda çok iyiyim, her türlü görevi eksiksiz yerine getiririm,” sözcükleri hıçkırıklar arasında ağzından döküldü. Yalvarış ve yakarışları öyle bir hâl aldı ki kaptan;

“Yeter artık, çok da zamanımız kalmadı, şimdi yolcuyu almamız lazım. Senin bir şekilde cezalandırılman, olayın duyulması ve diğerlerinin ders alması gerekiyor. Bak dört gün beraber uçacağız eğer herhangi bir hatanı görürsem kesinlikle seni rapor edeceğim ve en ağır şekilde cezalandırılmanı isteyeceğim. Ancak bu olayı her uçuşumda ve her fırsatta, kabin ekiplerine anlatacağım ki, hem sana hem de diğerlerine ders olsun.”

                                          

      Kabin Amiri gözlerini kapattı, başını yukarı doğru kaldırdı ve çaresiz olduğunu anladı. Sözcükler boğazına takılmıştı sanki bir türlü konuşamıyordu, yutkundu…

“Ne olur adımı kimseye söylemeyin,” diyebildi.

“Pekâlâ, anlaştık, ben de seni sadece isim vermeden tarif ederim.”

“İyi uçuşlar Kaptanım,” diyerek kokpitten dışarı çıktı ve işine dört elle sarıldı. Gayretli ve dikkatli çalışması sayesinde uçuşlarda herhangi bir aksaklığa sebep olmadı.

      Sonraki günler ve uçuşlarda kaptan uzunca bir süre bu olayı her fırsatta kabin ekiplerine anlattı.

“Bir gün bir hat uçuşunda bir kabin amiri vardı; orta boylu, balıketinde, uzun siyah saçlı, dolgun dudaklı, daima koyu kırmızı ruj kullanan…”

      Daha sonra bu olay unutulup gitmişti ki; bir gün Kaptan uçuşa gitmek üzere hava alanına gelmiş ve pilot odasına doğru yürüyordu. Koridorda karşılaşan ekip üyeleri birbirlerine günaydın diyerek geçiyorlardı. Ancak muhtemelen kabin amiri olduğu anlaşılan bir bayan kaptanın karşısında durdu ve “Günaydın kaptanım” dedi. Orta boylu, zayıf, sarı kısa saçlı, dolgun dudaklı, ten rengi ruj sürmüş ve özenle yapılmış makyajı ile o karşısında duruyordu. Uzunca bir süre birbirlerine baktılar, bu sırada gelip geçenler kendilerini selamlamaya devam ediyordu:

“Kaptanım teşekkür ederim, o günden sonra yıllık iznimi aldım ve tedavi oldum, artık ilaç kullanmıyorum!”

      Kucaklaştılar, birbirlerine iyi dileklerini bildirerek ayrıldılar.

DEVAM EDECEK…

 

Adnan Koscagiz
Adnan Koscagiz son yazıları (Hepsini Gör)
1

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Çocukluk Çağımız Daha Güzeldi Sadi Geyik

Anı

Bir cevap yazın