Ahiretten Dönüş Selda Kıyak Atlamaz

Dilerseniz, 16 Mart 2022 Çarşamba akşamı Pamukkale Üniversitesi Kasapoğlu Kültür Merkezi sahnesinde oynanan ve yazarımız Selda Kıyak Atlamaz’ın yazarak başrolünü oynadığı Ahiretten Dönüş oyununu izleyen Nurettin Şenol öğretmenimizin yorumunu okuduktan sonra oyunun metnine geçelim: 

“Oyun Çanakkale Savaşının Sağlıkçılar açısından bakışını, yurtseverliği, yurt savunmasından ayrımsız olarak herkesin sorumluluğu olduğu, kişilerin kendini ve ailesinden çok tüm varlığını yurduna adaması konusu işlenmişti.

Paşa kızı olan Safiye’nin zorunlu olmamasına karşın savaş alanına gönüllü olarak gitmek için direnişi rolünü oynayan Selda Kıyak Atlamaz, rolünü başarıyla oynadı.

Üniversite Yerleşkesi içinde yer alan Hasan Kasapoğlu Kültür Merkezi tiyatro sahnesi her yönden çok yeterli ve güzel. Ben bu salona ilk kez gittim. İzleyicilerin %90 kadarı Pamukkale Bilimyurdu öğrencileriydi. İzleyici düzeyi niteliği çok iyiydi. Tiyatro izleme kurallarına aykırı hiçbir şey olmadı. Salon doluydu. Kaç kişilik bir salon bilmiyorum ama İstanbul’daki en büyük tiyatro salonları kadar büyüktü. * İkinci oyun da TIP Bayramı nedeniyle hazırlanmış yaklaşık 20 kişilik büyük bir ekibin hazırladığı sağlıkçıların yaşadıkları çarpıcı olaylar, yurttaşın sağlıkçılara karşı davranışları ve aşı karşıtlığını taşlayan oyundu. TIP öğrencilerinin oynadığı oyunda gençler çok başarılıydı. Oyunda verilen iletiler GÜNCEL sağlık alanı sorunlarıydı.

İki oyun için de emeği geçen herkes sağ olsunlar, var olsunlar.

Nurettin ŞENOL

AHİRETTEN DÖNÜŞ

Anlatıcı: (Bir köşede yeni aldığı kitabını incelemektedir, dalgın ve düşünceli) Bu memleketin evlatları, vatan için hiç sakınmadan en onulmaz yaraları alıyorlardı… Tarihin en kanlı savaşlarından birinde, Çanakkale’de kahraman askerlerimizin, hatta henüz 13 yaşına girmemiş çocuk askerlerimizin, Bekir çavuşların, Mehmetlerin yanında gözlerini kırpmadan cepheye giden sağlık ordumuz da yara sarmak, onları yaşatabilmek için koşuyorlardı…. Offffff offf nasıl hayattır bunlar böyle;bBu hikayeler ne sahnelere, ne kitaplara sığar, bu yaşanmışlıklar ancak gönlümüze dolar… Ölmeden önce mezara giren, ahiretten dönenlerin hikayesi…

Besim Ömer Paşa : ( Safiye Hüseyin Elbi’ye büyük bir saygı ile bakarak) Safiye kızım, iyi düşündün mü?

Safiye Hüseyin Elbi: Düşündüm efendim…

Besim Ömer Paşa: Bak, bu görev Balkan Harbi’ndeki hizmetine benzemez. Marmara’ da cirit atan denizaltılar var. Çanakkale’ye giderken bunlardan birine rastlamanız mümkün. Sivil takaları, yelkenlileri bile batırıyorlar. Bu kadar büyük bir vapurun yaralıları almak için gittiğine inanmazlar. İnanmak istemezler. Yani torpillenip Çanakkale’ye gidememek de var. Burada kalıp yaralılarımıza hizmet edebilirsiniz… Sizin gibi birine çok ihtiyacımız var.

Safiye Hüseyin Elbi: Besim Ömer Paşam, hakkımdaki düşünceleriniz için teşekkür ederim. Ancak ben kararlıyım. Ne pahasına olursa olsun Çanakkale’ye gideceğim. Bakın, gönüllüler hatta lise öğrencileri bir bir Çanakkale’ye gitmek için sıra beklerken, ben buradaki yaralıların bakımı için kalamam. Paşam, Hilal-i Ahmer Cemiyeti Başkanı olarak sizin yetiştirmiş olduğunuz nice hemşire arkadaşlarımla beraber İstanbul’un kadınları buradaki yaralılarımız için ellerinden geleni yapacaklardır. Ben resmi vazifeden çok gönüllü olarak gitmek düşüncesindeyim efendim.

Besim Ömer Paşa: (Düşünceli bir şekilde iç çeker) Çok tehlikeli Safiye, çok tehlikeli bir görev.
Safiye Hüseyin Elbi: Tehlike ne denli büyük olursa olsun. Artık kendi canımızı, hayatımızı düşünmek zamanı değildir. Siz de iyi bilirsiniz ki, korkum yoktur. Yaraya kana alışığım. Üstelik İngilizce, Fransızca ve Almanca biliyorum. Bu yüzden daha da yararlı olabilirim.
( Kapı çalar )

Besim Ömer Paşa: Buyurun!
(İçeriye Reşit Paşa Vapurun da görevli doktor girer)

Doktor: Ömer Besim Paşam

Besim Ömer Paşa: Buyurun! Doktor bey.

Dr. Rasim: Besim Ömer Paşam hastane vapurunda ihtiyaç olan malzemeleri görüşmek istiyordum, bir de kaptan güverteye bir Kızılhaç işareti yapılmasını istiyor, Geminin sol tarafına Hilal-i Ahmer, güverteye de bir Kızılhaç işareti yapılmalı diyor.

Besim Ömer Paşa: Görüşelim doktor bey, Baştabip Fuad beyle beraber bu konuları görüşelim. Sizi Safiye Hüseyin Elbi hemşiremiz ile tanıştırayım, kendisi gemide gönüllü olarak görev almak istiyor bende kendisine burada ihtiyacım olduğunu bildiriyordum.

Dr. Rasim: Siz İngiltere’de deniz ataşeliği hizmetinde bulunan Ahmet Paşa’nın kızı değil misiniz?

Safiye Hüseyin Elbi: Evet doktor bey, Ahmet Paşa’nın kızıyım.

Dr. Rasim: Ya babanız ne diyor bu konuda?

Safiye Hüseyin Elbi: Ne diyecek?.. Ben bu kararımı ilk önce kendisine açtım zaten. O da benimle gurur duyduğunu ifade etti.

Dr. Rasim: Çanakkale’ de pek kanlı muharebeler oluyor hemşire hanım, Paşam belki bu yüzden burada kalmanızı istiyordur. Seddülbahir ve Arıburnu mıntıkalarındaki çarpışmalar şiddetli bir şekilde devam ediyor.

Safiye Hüseyin Elbi: Evet doktor biliyorum. Paşam, siz söylediniz. Yaralılar çok fazla. Bu ülkenin, bu memleketin evlatları canlarını hiç sakınmadan vatan için veriyorlar. En onulmaz yaraları alıyorlar. Kollarını, bacaklarını, gözlerini yitiriyorlar… Biz ise tehlikeli bir yolculuğu göze alamayacaksak yakışık almaz. Bunu dillendirmek dahi bize yakışmaz. Yaralıları alıp getirmek gibi büyük bir vazife de yer almazsam asıl o zaman üzüleceğimi ifade etmek isterim. Her iyileştirdiğim yara, her sardığım yara benim için küçük bir madalya olacak… Bu hizmete gönüllü koşarken hiç bir ödül beklemediğimi açık ve kesin bir dille ifade etmek isterim. Bu biz sağlık ordusunun görevi efendim… Görevden de hangi şartlar altında olursa olsun kaçmam….. Kaçamam… Besim Ömer Paşam siz “Ebelerin Ebesi” değil misiniz? Siz kadın hastalıkları ve çocuk hastalıkları konusunda uzman bir hekim değil misiniz? Belki de o cephede ki çocuklar sizin elinizde doğan çocuklar… Paşam o çocuklar büyüyemeden ölüyorlar… Siz her zaman biz hemşirelerin en büyük desteği oldunuz, şimdi zaman sizin evlatlarınızı yaşatmak için onların yanında olma zamanıdır. Şunu iyi biliniz Paşam, içime doğmaktadır ki, Rabbim bizi bu görevimizin aciliyetinden, öneminden dolayı inşallah koruyacak ve esirgeyecektir. Oraya sağ salim gideceğiz ve yaralılarımızı alıp İstanbul’a yine sağ salim döneceğiz…
Safiye Hüseyin sustu ve düşünceli bir halde duran Paşa’ya ve doktora baktı…

Besim Ömer Paşa: Safiye kızım bana hiç açık bir kapı bırakmadın. Üstelik bu sözlerinden, kararlılığından sonra sana gitme demek de çok zor. Zor ne kelime hatta imkansız…
(Safiye Hüseyin çocukça bir sevince büründü. Heyecanla)

Safiye Hüseyin Elbi: Yani?

Besim Ömer Paşa: Yanisi şu; iki gün sonra Çanakkale’ye doğru yola çıkacak Reşitpaşa hastane gemisinde hemşire olarak görev yapacaksın…

Dr. Rasim: Görevimiz hayırlara vesile olsun hemşire hanım.

Besim Ömer Paşa: ( Doktor ve hemşireye bakarak) Allah yüreğinize, elinize güç versin. Nice derin ve onulmaz yaralara merhem sürüp onlara şifa olunuz. Safiye kızım senin bu kararlılığın ve fedakârlığın Türk kadınının hamiyetini de simgelemektedir. Baban gibi ben de, ilk hocan olarak seninle gurur duyduğum gibi övünüyorum da… Hadi bakalım şimdi evinize dönün, Rasim seninle akşam saat 19:00 da Fuad beyle birlikte görüşelim. Safiye iki gün sonra vapurda ol. Haydin bakalım tekrar görüşeceğiz.

Safiye Hüseyin Elbi: Peki efendim

Dr. Rasim: Peki efendim.
(Doktor ve hemşire başıyla selam verip odadan çıkarlar)

Besim Ömer Paşa: Çanakkale… Ah Çanakkale… Yürekleri dağlayan, gönülleri kor düşüren Çanakkale… Çocukları öksüz, anaları evlatsız, kadınları dul bırakan Çanakkale… Nice yiğitlerimizin harman olduğu yer Çanakkale…

Anlatıcı: İki gün sonra vapur mürettebatı ile görev yapacak doktor, hemşire ve hastabakıcılar, bu erken saatte kendilerini uğurlamaya gelenlere el sallayarak merdivenleri çıkmaya başladılar. Vapur ağır ağır iskeleden uzaklaşırken İstanbul bir sevdalı gibi geride kalıyordu. Bir sevgiliye veda eder gibi Marmara’ya doğru ilerlemek vapurdakilere büyük elem veriyordu. Ve bu ayrılık, gamdan ve kederden inleyen bir ney sesi misali yüreklerini deliyordu.
(Doktor, Safiye Hüseyin ve diğer hemşire geminin güvertesinde denizi izliyorlardır)

Doktor: Hemşire hanımlar deminden beri sizi izliyorum. Martılara bakıp daldınız.

Hemşire: Nedendir bilmem kendimi hep martılara, güvercinlere benzetiyorum. Özeniyorum onlara. Evet evet, inanın ki özeniyorum. Karaya olan bağımlılığım beni sıkıyor sanki.

Doktor: Siz Safiye hanım, siz ne düşünüyordunuz?

Safiye Hüseyin Elbi: Mavilikleri, mavilikleri seviyorum… Bu maviliklerde kâh yüzmeyi, kâh uçmayı büyük bir hasretle istiyorum. Şu güzelliklere bakar mısınız, bu tezatlığı hiç anlayamıyorum, bu kadar güzel yerlerde böylesine çetin bir savaşın olması beni çok üzüyor.

Doktor: ( Gülümseyerek) Bizim memleketimiz güzel olduğu için geldiler hemşire, ama ne dedi Mustafa Kemal “ Geldikleri gibi gidecekler”
( Vapur aniden sallanır, hepsi düşmemek için bir yerlere tutunmaya çalışırlar fakat yapamazlar, Safiye Hüseyin, hemşire ve doktor savrulurlar)

Safiye Hüseyin Elbi: Torpillendik mi acaba?
( Bir tayyare sesi belirir ve üstlerinden geçtiklerini fark ederler ve bu arada sallanan gemide durmaya çalışırlar fakat çok da başaramazlar hemşire sahne çıkışına yakın bir yerde kapaklanmış yatmakta ve korku ile bağırmaktadır)

Doktor: Arıburnu cihetine yönlenen bir tayyare bu, sanırım attıkları bomba ile vurulduk.

Safiye Hüseyin Elbi: Dikkat et hemşire, kenara kaç!

Hemşire: ( Hemşire yere diz çökmüş, başının ellerinin arasına almış durmadan bağırıp duruyordur) Allah’ım bize yardım et! Allah’ım bize yardım et, gemi batıyor.

Doktor: ( Sallanarak ve çok zor bir durumda hemşirenin yanına ulaşır) Hemşire gemimiz batmıyor, vurulmamışız, ne olduğunu anlayamadık ama şimdi anlarız fakat sanırım ileriye attıkları bombanın etkisini yaşadık.

Hemşire: ( Hemşirenin gözleri korkudan büyümüş, titriyor ve kendinden geçmiş bir halde bağırıyordu.) Aman Allah’ım, aman Allah’ım.

Doktor: Beni duymuyor bile.

Safiye Hüseyin Elbi: ( Sarsıntıdan düştüğü yerden kalkmaya çalışarak hemşirenin yanına gitmeyi başarır) Tamam. Kurtuldun. Şimdi sakin ol. (Safiye Hüseyin Hemşireye sarılır) Geçti, şimdi sakin olun. Kendinize gelin, bizler herkesten daha metin ve soğukkanlı olmalıyız.

Doktor: Sakin olunuz. Bizler en az cephede savaşan askerler kadar cesur olmak zorundayız. Hemşire hanım bu gemide görev yaparak aslında ne kadar cesur olduğunuzu biliyoruz, Geçti, tamam.

Hemşire: Haklısınız, ben hem deniz yolculuğundan korkuyorum hem de cepheye ilk defa geliyorum.

Safiye Hüseyin Elbi: Allaha şükürler olsun ki, denizaltılarına yakalanmadan sağ salim gelebildik.

Doktor: Evet şükürler olsun.

Hemşire: Ancak burası…. Nasıl desem, Cehennem gibi geldi bana. Cennet gibi yerler cehenneme çevrilmiş…

Doktor: Haydin hemşireler sağ salim geldik, şimdi gidelim yaralılarımızı alalım.

Anlatıcı: Marmara denizinde denizaltıları kol geziyordu. O sırada yardıma gelen diğer hemşire ve doktorları gördüm. Önümüzden geçen giden yaralılar sedyelerle vapura taşınıyordu. Süngüyle, kılıçla derin ya da hafif şekilde yaralanmış; top mermisiyle, şarapnelle kolu, bacağı parçalanıp kopmuş erleri gördüklerinde savaşın ne demek olduğunu anlamışlardı.
(Sahne aydınlandığında. Safiye Hüseyin Elbi ve bir hemşire paravanın önündedir )

Hemşire: Savaş bu mu hemşire?

Safiye Hüseyin Elbi: Evet, savaş bu. Savaşın en kanlı yüzünü bizler görürüz. Daha kötülerini de göreceğiz… Ama bu bizim görevimiz… Unutma hemşire, harpte tetiği çeken el kadar o elleri saranlar da savaşır. Bizim savaşımız yaralılardır. Akan kanlar, parçalanan damarlardır… Asker yaralanır onca acısı ile savaşır ve biz her yaralarını merhamet ederek sararız. Sarılan yaraların pek çoğu önünde sonunda şifa bulur.

Hemşire: Çok gençler hemşire. Yaralanmak ve ölmek için…

Safiye Hüseyin Elbi: Çok gençler yaralanmak, ölmek ve öldürmek için…
(Paravanın arkasından doktorun sesi gelir)

Doktor: Çık dışarı! Yürekli biri gelsin! Kol keserken dahi bakamıyor. Nereden bulurlar bu süt kuzularını! Başka kimse yok mu bana yardım edecek!
( Hiç düşünmeden Safiye Hüseyin Elbi ve hemşire paravanın arkasına geçer… Doktor çaresizlik içinde.)

Doktor: Bayılmazsınız değil mi?

Safiye Hüseyin Elbi: Hayır.

Doktor: Öyleyse kolunu sıkıca tutunuz. Şuraya biraz pamuk basın. Morfin de az kaldı….. Az kaldı…. Biraz sonra tamamdır… Damarı dikince sarabilirsiniz. Bu tür yaraları sarmayı bilir misiniz?

Safiye Hüseyin Elbi: Bilirim.

Doktor: İyi. Bu kez ben dikeyim. Bir dahaki sefere siz dikersiniz…… Hastamızı boş bir yatağa yatıralım. İki saat sonra kendine gelir…
(Bir süre sonra Safiye Hüseyin Elbi ve doktor paravanın önüne çıkmıştır.)

Doktor: Şu eldivenlerin haline bak hemşire. En çok buna ihtiyaç duyuyoruz. Mermi bulunuyor, silah bulunuyor, VERECEK CAN BULUNUYOR ama eldiven bulamıyoruz… Bakın hemşire… Şu parmakları görüyor musunuz? Şehit gözlerini kapatan parmaklar… Ben bu parmaklarımla kaç delikanlının gözlerini, bir daha açılmamak üzere kapattım. Kaç delikanlının!?…

Hemşire: ( Paravanın arkasından seslenir) Doktor bey bakar mısınız?

Doktor: Eldiven yok, morfin yok yaralı çok, acıları çok hemşire. ( Safiye’ye yırtık eldiveni göstererek paravanın arkasına geçer)

Safiye Hüseyin Elbi: ( seyirciye dalgın bir şekilde bakar) Gün geçmedi ki, Reşitpaşa hastane vapurunda beş altı ölüm vakası olmasın. Vapurda muhtelif milletlere mensup yaralılar vardı… Almanlar ,Avustralyalılar, cepheden topladığımız İngiliz yaralılar ve bizim yaralılarımız. Hepsi kendi dilleri ile ekseriye tek bir kelime sayıklardı. Bazen yan yana yatan muhtelif milletlerin yaralarının dudaklarından Almanca, İngilizce,Türkçe aynı kelime birden yükselirdi…..Anne!…yaşatmak için Din ve millet ayrımı yapmadık.Öyle iken yüzlerce yaralının önümde öldüğünü gördüm. Hemen hemen hepsi, anne diyerek öldüler…
( Heyecan içinde bir hemşire hızlıca içeriye girer )

Hemşire: Başhemşire! Başhemşire… (diye bağırıyordu). Hani ayağını kestiğimiz ağır yaralı yok mu?

Safiye Hüseyin Elbi: Bekir Çavuş mu?

Hemşire: Evet.

Safiye Hüseyin Elbi: Ne oldu peki?

Hemşire: Kendisine bir hal geldi hemşire… Tek bacağı ile ayağa kalktı. Odanın içinde dolaşmak istiyor. Hemen koştum. Bekir Çavuş yaralanan kanlar aka aka ayağa kalkmıştı. Yanına koştum, bileğinden tuttum. Müthiş ateşi vardı. Aman Bekir Çavuş!.. Dedim ne yapıyorsunuz? Bu hal ile ayağa kalkılır mı? Bekir Çavuş kendini kaybetmiş bir halde idi: Aman, dedi , ne diyorsun ? Emir geldi, emri yerine getirmek lazım… Tabii kalkacağım…Dedi yetişin hemşire Bekir çavuş emri yerine getirmem lazım diyor başka bir şey demiyor….

Arka ses: Bir hayat ki ölümden beter, ölmeye değer.
Bir hayat ki ölürsen sürer, ölmezsen biter.

Doktor: (Düşünceli Doktor hemşirelerle konuşarak sahneye girer) Sabaha karşı Bekir Çavuş, kollarımızın arasında dünyaya gözlerini büsbütün kapadı. Bekir Çavuş son dakikasına kadar, kumandanın emrini, kendisine verilen vatan vazifesini yapmaktan başka bir şey düşünmüyordu. Son dakikasında bile ne annesini ne sevdiğini düşünüyordu. Kansız, bembeyaz dudaklarından çıkan son cümle:
-Emri yapamadım, oldu. Fakat ben ona vekilim ki; Bekir Çavuş vazifesini en güzel şekilde yapmıştı…

Hemşire: İstanbul’a ’Reşit paşa vapuru battı’ diye haberler gitmiş…

Safiye Hüseyin Elbi: Desene İstanbul’a adeta ahretten döner gibi döneceğiz. Hayatımızda işte böyle ahretten dönüş faslı da var diyeceğiz…

Hemşire: Cehennem ateşinin göbeğinden çıkıp, ahiretten dönüp gelen bir vatan…
( gülümseyerek ) Kim bilir belki bir gün tamamen unuturlar bizi…

Safiye Hüseyin Elbi: Bizler daima hatırlanalım diye, adımız bilinsin diye burada değiliz ki. Gelecek nesiller bizi burada bilsinler diye de buraya koşmadık. Bizler görevimiz olduğu için ve bu görevi yapabilecek kişiler olduğumuz için buradayız… Yara saracağız diye, acıları dindireceğiz diye buradayız…

Doktor: Evet biz sağlık ordusu üstümüze düşeni, omuzlarımıza yüklenen görevi yapmak için, elimizi taşın altına sokmak için buradayız… Hem de gönüllüyüz… Bunun için de kimseden taltif ve madalya bekleyemeyiz. Beklemeyeceğiz de…. Bizler ismimiz yaşasın diye değil, vatanımız yaşasın diye buradayız.

Yazan: Selda Kıyak Atlamaz

Not: İsmail Bilgin beyefendinin “Çanakkale’nin Kadın Kahramanları Safiye Hüseyin” kitabından oyuna uyarlanmıştır.

4

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Çocukluk Çağımız Daha Güzeldi Sadi Geyik

Anı

Bir cevap yazın