2019 yılının yaz aylarında Ürkmez’deki yazlığımızdaydık. Okullar kapanmış, torunlarla tatil yapıyorduk. Çocuklarla olmak keyif veriyordu. Arda üç numaralı torunum, beyaz teni deniz mavisi gözleri ile hep dikkati çeker. Yaşıtlarından hayli uzunca. Ona “Atatürk çocuğum” derim.
Yüzmekten, bisiklete binmekten, futbol oynamaktan ve bilgisayarla oynamaktan büyük zevk alır. Dedesine tamir işlerinde yardım etmekten hiç yorulmaz. Uzun süreli ders çalışmaktan çabuk sıkılır. Dersi derste öğrenmeye çalışır. Ders ortalaması notları doksandan aşağı düşmeyen yakışıklı delikanlım…
Önümüzdeki yıl 8.ci sınıfa gidecek. Kızım Alev:
-Anne, Arda’ya inkılap tarihi çalıştırır mısın, dediğinde başımla beraber deyip, sevinçle öneriyi kabul ettim. Ders notları güzel olsa da coğrafya, tarih derslerinden yüksek not alamadığını biliyordum. Fırsattan yararlanarak torunuma Atatürk’ü ve ilkelerini kavratabileceğimi düşündüm.
Arda’nın da olumlu yönde fikrini alınca, hemen beraber çalışma planlaması yaptık. Elindeki test kitabından takıldığı noktaları tespit ettik. Masaya tarih atlasımızı, ders kitabımızı, kalemimizi,
dosya kağıtlarımızı ve coğrafya atlasımızı koyduk. 8. sınıfta lise giriş sınavlarında da öğreneceğimiz bilgilerin kendisine yararlı olacağını söyleyince, aydınlık yüzünde gülümseme belirdi. Ona yararlı olabilme düşüncesi beni içten içe mutlu ediyordu.
Arda ile derse pek gayretli başladık. Soru cevap yöntemi ile önemli konuların üzerinden
geçtik. Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nı başlattığı Samsun’dan başlayan yolculuğu, Erzurum, Sivas Kongreleri ve Yunanlılar ile yaptığı meydan muharebelerini haritadan göstermeye çalıştık.
Atatürk’ün liderliği üzerine Çankaya (Falih Rıfkı Atay) kitabından örnekler verdim. Ben konuları anlattıkça, ondaki bilgi eksikliğine üzülmüştüm. Arda’cığım, bu bilgiler okulda verilmiyor mu, diye sorduğumda; anneanne, biz Atatürk konusunu ilkokulda bıraktık, bize bu konular bu kadar
güzel anlatılmıyor, diyerek sıkıntısını dile getirdi.
Eğitimin bu derece yozlaşması beni daha çok üzdü. Öfkem dışıma vuruyordu. Sesim daha kızgın çıkıyordu. İlkokul öğretmenliği yaptığım yıllarda, öğrencilerime dilsiz Türkiye haritası üzerinde Kurtuluş Savaşı’nda yapılan kongrelerin, savaşların yerlerini işaretlemelerini ister, sözlü notu verirdim. Eğitimde yirmi yılda nereden nereye gelmiştik?
Birden Arda’ya dönerek:
-Atatürk oğlum, seninle Kocatepe’ye gidelim mi?
-Kocatepe neresi ki?
-Yunanlıların Kurtuluş Savaşı’nda, Türkler bizi buradan dört yılda çıkaramaz dedikleri,
Atatatürk’ün ise dört saatte düşmanı bozguna uğrattığı yer. Dört günde de Afyon’dan sürgün ettiği kutsal yer. Düşmanı bundan sonra önüne katarak İzmir’e doğru gece gündüz demeden kovalamaya başlattığı yer, dedim.
Arda deniz mavisi gözlerini açarak heyecanla:
-Peki anneanne gidelim, dediğinde dünyalar benim olmuştu.
Atatürk konusunu daha önce ablası Aleyna ile de çalışmıştık. Aleyna 8. sınıfta iken Türkçe öğretmeni Nutuk’u ödev olarak vermiş. (Alnından öpülesi öğretmenlerimizden biri) Nutuk’tan sözlü notu verecekmiş. Aleyna’yı da bir düşüncedir almış götürmüş. Bu kadar kalın kitaptan nasıl güzel bir not alabilirim diye düşünür olmuş.Kızım Alev de, anneannen tam bir Atatürkçü öğretmen,
git kendisinden yardım iste, ondan iyi öğretici bulman şu aşamada zor, deyince, Aleyna’yı yanımda buldum. Kitabın kalınlığından dem vuruyordu. Bu kadar kalın kitabı bir ay gibi kısa sürede nasıl okuyacağım, nasıl sınava hazırlanırım, kaygıları yaşamaya başlamıştı. Ama ben Aleyna kızıma tam güveniyordum. İlkokul birinci sınıftan beri derslerine beraber çalışıyorduk. Sınıfının en başarılı öğrencilerinden biriydi. Çalışmaktan pes etmezdi; yeter ki iyi not alabilsin.
Yirmi gün içinde Nutuk okumasını bitirdik. Önemli bölümlerini soru cevap yöntemi ile yeniden gözden geçirdik. Torunumun tedirginliği yavaş yavaş azalıyordu. Bitmek tükenmek bilmeyen bir sabırla dersimize çalıştık. Aleyna’nın bu kez de sınavdan kaç alacağı aklına takıldı.
Kendisine:
-Güzel çalıştık. Tahminime göre, sınavda doksanı cebinde say. Daha yukarısı, senin soruya odaklanmana bağlı, dediğimde havalara uçtu. Sahi mi, deyip yanaklarıma sıcak bir öpücük bıraktı.
Birkaç gün sonra bana müjdeyi ağzı kulaklarına vararak veriyordu. Sözlü sınavından beklediğinin üzerinde not almıştı. Aldığı notun yüz olduğunu duyunca, ben de onun adına çok sevinmiştim.
Aleyna’m, beni yine yanıltmamıştı.
Atatürkçü Düşünce Derneği Buca şubesi olarak, her yıl 26 Ağustos günü, Afyon Karahisar’da Kocatepe’ye gidiyoruz. Orada yapılan törenlere üyelerimizle birlikte katılım sağlıyoruz. Bu yıl, daha önce de gitmiş olmama rağmen, yönetim kurulu üyesi olarak torunumla birlikte katılıyordum.
25 Ağustos sabahı otobüsle Afyon’a doğru yola koyulduk. Uşak yakınlarında, Uşak Turizm Müdürü’nü aradım. Uşak Arkeoloji Müzesini gezmek için izin aldım. Daha önce de 2 Eylül 1922’de Yunan Orduları komutanı Trikupis’ in Atatürk tarafından esir alınan evi gezmek için
izin almıştım.
Sevgili Atatürkçü’lerle birlikte Lidya Kralı Kroisos’a ait ’’Karun’’ eserlerini gezip gördük. Burada çok ünlü eserlerden biri altından yapılmış, sallamalı, at şeklindeki broş çok dikkatimizi çekti. Güre Köyü yakınlarından Toptepe Tümülüs buluntularının pek çoğu da eser kaçakçılığına kurban gitmiş.
Dumlupınar’a geldiğimizde, Atatürk’ün karargah olarak kullandığı evi gezdik. Bu çok mütevazi ev, koskoca Mustafa Kemal’i ağırlamıştı. Arda, evi dikkatle izledi. Savaşın buradan yürütülmesi, bu küçük evde yapılması ilgisini çekti. Burada, on yaşındaki bir çocuğun hikayesi de onu çok etkiledi. Köye düşmanların geleceğini haber alan Türk askeri, hemen buradan ayrılıyor. Arkadan gelen düşman askerlerine yanlış bilgi verdiği için kendisi küçük, yüreği büyük çocuğu oracıkta şehit ediyorlar. Bu vatanın kolay kazanılmadığını yerinde öğrenmek gerek.
Keşke savaşı Yunanlılar kazansaydı, diyenlere ne kadar öfkelensek azdır.
Daha sonra Dumlupınar Şehitliği’ni gezdik. Güneşin son kızıllığı Atatürk heykelinin arkasında muhteşem görünüyordu. 500 kişilik sembol şehitliği tek tek gezdik. Yurdun her yerinden vatan savunmasına gelip canlarını feda eden kahramanlarımızın karşısında sarsılıyorduk. Evlatlarımızın kanları ile suladığı yerde olmak, hepimiz gibi Arda’yı da derinden sarsıyordu. Baba ile oğulun savaştan savaşa koşarken, yıllarca birbirini göremediği, ancak burada birbirini kucaklayabildiklerini simgeleyen anıtın önünde resim çektirmezsek olmazdı.
-Dumlupınar, Atatürk’ün “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz ileri” emrini verdiği yerdir, Arda.Burası Yunanlıları dize getirdiğimiz yerdir. Kurtuluş Savaşı muharebelerinin son yeridir. Komutanları Trikupis’i, sabahtan geçtiğimiz Uşak’ta esir aldık. Atatürk burada da büyüklüğünü gösterdi. Düşmanını misafiri gibi ağırlamıştı. Ama düşmanımız İzmir’e doğru kaçarken, her yeri yakıp yıkmış, kadınlarımızı, çocuklarımızı tecavüz ederek hunharca öldürmüştür. Ölmek var, dönmek yok diyen Türk askeri, Türk Ordusu onları, 9 Eylül 1922‘de denize dökmüştür, dediğimde, torunumun deniz mavisi gözleri buğulandı. Açık kumral saçlarını geriye attı.
-Annenane, iyi ki beni buraya getirdin. Çok teşekkür ederim, dediğinde dünyalar benim olmuştu.
-Arda’cığım, daha yolumuz uzun. Bu gece Kocatepe’de olacağız. Başkumandanlık Meydan Muharebelerinin başlandığı yerde, diyerek ona sarıldım.
Daha sonra Atatürk’e ve silah arkadaşlarına olan minnet borcumuzu, bir nebze de olsa ödemek, yaşadıklarını biraz olsa hissetmek amacıyla burda olduğumuzu hatırlayıp, dualar edip, oradan ayrıldık.
Afyon Şuhut ilçesine vardığımızda hava kararmıştı. Türkiye’nin dört bir yanından gelen Atatürkçüler, vatanseverler ile birlikte Şuhut daha da bir anlamlı duruyordu. Acıkmıştık. Karınlarımızı yöresel yemeklerle doyurduk. İlçedeki bayram havası hepimizi neşelendirmişti. Bayramlık elbiseler giyilmiş , marşlar eşliğinde yürüyüşler yapılıyordu. Bizler de alkışlıyorduk.
Şuhut ilçesi bir yamaçta kurulmuş. Gazi Mustafa Kemal, Fevzi Paşa ve İsmet Paşa’dan oluşan komuta grubunu misafir eden ev, iki katlı ahşap bir bina. 1897 Yılında Hacıvelioğlu tarafından yaptırılan tarihi konak, şimdi müze olarak kullanılıyor. Savaşın tüm aşamalarını içinde saklayan evin önüne geldik. Ortalık mahşer günü gibi kalabalıktı. İçeri girmek için dakikalarca sıra bekledik. Tahta merdivenlerden yukarı çıktığımızda üç oda vardı. Atatürk’ün çalışma odasında temsili büyük bir masa ile Atatürk ve kurmaylarının temsili heykelleri, bizi o kutsal günlere götürdü.
İçeride yakışıklı, Atatürk’ü andıran sarışın bir binbaşı, bizi savaş hakkında bilgilendirdi. Daha sonra arka taraftan binadan ayrıldık. Buca’dan gelen arkadaşların hepsi Zafer Yolu’nda yürüme
kararı aldı. Ameliyatlı oluşum ve bel fıtığımın yürümemi çok zorlayacağını bildiğim için, otobüs ile yukarı çıkmayı düşünüyordum. Arda, anneanne bende Zafer Yolu’nda yürümeyi istiyorum deyince Çakırözün’e geldik. Burada askerlerin son gün içtikleri üzüm hoşafı ve köylülerin yapıp getirdiği pişiler dağıtılıyordu. Ortalıkta tam bir bayram havası vardı. O döneme ait giysiler içinde atlı, yaya askerlerimizi görünce sevinçle onları alkışladık. Karşı tarafa dev bir ekran kurulmuş, halka Kurtuluş Savaşı anlatılıyordu.
Yürüyüş yolunun başına geldik. Genci, yaşlısı oradaydı. Yürüyüş boyunca Arda ile ayrılmayacaktık. Dere tepe demeden 12 km yol yürüyecektik. Dolup taşan bu kalabalıkta bazıları doludizgin gidecek, bazılarının yarı yolda nefesi kesilecek, yavaşlayacaktı. Onun için birbirimizi kaybetmemeliydik. Yanyana yürüyüş parkuruna girdik. Büyük adımlarla hızlı hızlı yürüdük.
Yaklaşık bir saat sonra adımlarımız yavaşladı. Dizlerimde güç kalmadığını hissettim. Arda da yorulmuştu. Yol kenarında kalın, uzunca bir ağaç dalı buldu. Ona dayanarak yürümeye başladı.
Arda’nın bu kadar yürüyebileceğini hiç tahmin etmemiştim. Çünkü ekmek almaya bile bisikleti ile giderdi. Yokuş yukarı karanlıkta yürüyorduk. Gece aydınlıktı. Karanlıkta yıldızlar bize eşlik ediyordu. Etrafımızdaki kalabalıktan eser kalmamıştı. Gecenin karanlığında sadece ikimiz kalmıştık. Bayır yukarı yürürken ileride kuvvetli ışıklar gördük. Yaklaştığımızda, yürüyüşe katılanların, bizi yolda sollayanların çoğunun burada olduğunu gördük. Herkes oturacak bir yer bulmuş dinleniyordu. Hatta çay demleyip satanlar vardı. Günün özelliğinden yararlanmak isteyen köylüler… Hemen biz de birer bardak çay ile kurabiye aldık. Bir köşeye sıkışıp dinlenmeye çalıştık. Orta yerde Gazi Çeşmesi’nin suyu harıl harıl akıyordu. Mataralarımızı soğuk sudan doldurduk. Tekrar düştük yollara. Arda’dan elindeki değneği ödünç aldım. Ama bende kaldı. Kıyamadı anneannesinin haline.
Dur durak bilmeden yürüyorduk. Bir süre sonra pilimiz bitmişti. Adımlarımız geri geri gidiyordu. Bazen yol kenarına oturup birkaç dakika dinleniyorduk. Sonra tekrar yola düşüyorduk.
Gecenin karanlığında yolun sağından veya solundan uzak duruyorduk. Yol kenarlarında tehlikeli çukurlar olabileceğini daha önce söylemişlerdi. Yanımızdan geçen gençler koşar adımlarla hedefe doğru yürüyorlardı. Dağcı spor kulüpleri de yanımızda dolu dizgin geçiyorlardı.
Yine gökteki yıldızlar yoldaşımız olmuştu. Yıldızlar öyle güzel göz kırpıyorlardı ki, el sallamadan edemedik. Onları Kurtuluş Savaşı’nda buradan yürüyen askerlerin ruhları gibi düşündük.
Şehitlerimiz, onları ziyaret etmemizden, mutlu oluyorlardı. Burnumun direğinin sızladığını hissettim. Gözlerimin nemini, elimin tersiyle sildim. Baygın düşecek duruma gelmiştik. Her yanımız ağrıyordu. Arda yolda geçen Jandarma jiplerine binmemizi önerdi. Bense ona, Arda’cığım, bu parkuru alnının akıyla bitirip ileride arkadaşlarına anlatacağın bir hikayen olsun. Arkadaşlarına çok zorda olsa, yürüyüşü tamamladığını mı söylemek istersin, yoksa tamamlayamadan araba ile yukarı çıktım demeyi mi? Arda öyleyse tercihimizi yola devam etmekte kullanalım, dedi.
Yaklaşık dört saattir yoldaydık. Ha gayret! Yukarıda toplanma yerinin ışıkları görünmüştü. İkimizde sevinçle birbirimize baktık. Artık yolun çoğu gitmiş azı kalmıştı. Torunum, bana dönerek hüzünlü bir sesle:
-Anneanne , biz saatlerdir yürürüyoruz. Karnımız tok, suyumuz elimizde, ayakkabılarımız sağlam. O zaman buraların çalılık ağaççıklarla kaplı olduğunu söylüyorsun.
Ben bütün dikkatimi ona vermiştim. Söyleyeceklerini merakla bekliyordum.
Arda devam etti:
-Atatürk ve askerleri, baş koyup vatanı kurtarmak için düşmüşler, bu yollara. Bizçok yorulduk, adım atmakta güçlük çekiyoruz. Kim bilir onlar ne kadar yorgundular? Azıkları hoşaf ve kuru ekmekniş. Düşünüyorum da, birkaç saat sonra büyük bir savaşa girmişler. Düşmanı darmadağın etmişler. Bu büyük savaşı kazanmışlar. İnsanın aklı almıyor, onlardaki bu cesareti, demez mi?
Gözlerimdeki yaşlara bakmadan oğlumu kucakladım. Belimin ağrısını da unutmuştum.
-Arda sen bana dünyaları verdin. İşte senin bunu anlamanı istiyordum. Atatürk çocuğum benim.
Baktım, telefonun ışığında gördüm ki, onun da gözleri yaşarmıştı.
Kocatepe’ye sanki düğün toyu kurulmuştu. Herkes yoldan gelenleri karşılıyor, ellerindeki su şişelerini, soğuk sandviçleri uzatıyorlardı. Her taraf ışıl ışıldı. Sanki birazdan top sesleri ile şafak sökecekti.
Saat 05.00 sularında Atatürk’ün heykelinin bulunduğu yerde, günün anlamını belirten, askeri bir törene katıldık. Şafak sökmek üzereydi. Arda’ya dönerek;
-Atatürk, 26 ağustos sabahı 1922’de tam burada, sağ taraftaki Afyon ovasına bakıyordu. Gözleri çakmak çakmak, sarışın bir kurt gibi Kocatepe’den Afyon Ovasına atlayacak gibiydi.(Nazım Hikmet’in şiirinde belirttiği gibi.) O, güzel günlere inancıyla hücum emrini verdi. Allah Allah sesleri ile düşmana saldırdılar. Yurt kurtuluncaya dek. 9 Eylül 1922’de vatan düşmandan temizlenmişti. Atatürk başaracağına inanarak, Türk halkına güvenerek bu yola çıktı. Türkiye Cumhuriyeti’ni de siz gençlere emanet etti. Her Türk genci O’nu tanımalı gösterdiği hedeflerden sapmadan, ileri gitmelidir, dedim.
Deniz mavisi gözlü torunum başı ile onaylayarak;
-Benim yolum da Atatürk yolu olacaktır. Derslerime çalışırken, bu günü hatırlayıp
unutmayacağım anneanne, dedi.
HAMİDE SÖNMEZ
4 Haziran 2022
- Nal Seslerinde Korku! Hamide Sönmez - 8 Temmuz 2022
- Arda İle Kocatepe’de Hamide Sönmez - 6 Haziran 2022
- Tiyatro Aşkı Hamide Sönmez - 5 Mayıs 2022
Hamide Hanım anlamlı bir geziyi, torununla birlikte tamamlarken, yaşadığımız duygulu anları beni ağlatacak kadar akıcı bir dille güzel anlatmışsınız. Kaleminize ve yüreğinize sağlık.