Fotoğraflar: Seyhan Can
Bir edebiyat öğretmeni olarak benim hayatımda Tevfik Fikret’in özel bir yeri vardır. Çünkü ben yirmi sekiz yıllık meslek hayatıma onun “Balıkçılar” şiiriyle başladım .
-Bugün açız yine evlatlarım, diyordu peder,
Bugün açız yine; lâkin yarın, ümid ederim,
Sular biraz daha sakinleşir… Ne çare, kader! (Balıkçılar)
O ilk dersim aklıma geldiğinde hâlâ heyecanlanırım. Kim bilir o gün, o heyecanımı sınıfa nasıl yansıttım ama Balıkçılar’ı başından sonuna okuduğumu çok iyi hatırlarım. Sonra, Hababam Sınıfı’ndaki genç edebiyat öğretmeni Semra Hoca gelir aklıma. Filmi izleyenler bilir; Hababam Sınıfı, maça gitmek için, okula yeni tayin edilen Semra Hoca’yı “Bugün Tevfik Fikret’in ölüm yıl dönümü, onu ziyarete gidelim.” diyerek kandırırlar. Zavallı Semra Hoca, “Nasıl olur da ben Tevfik Fikret’in öldüğü tarihi bilmem?” diye hayıflanır, utanır. Tabii o zamanlar hemen bakabileceği Google’lar, akıllı telefonlar da yok. Çaresiz düşer Hababam’ın peşine. Sonuçta Hababam, maça kaçar, Semra Hoca da gözyaşlarıyla okula döner.
Aşiyan’a gitmek için Tevfik Fikret’in ölüm tarihi olan 19 Ağustos’u beklemeye gerek yok. Aşiyan Müzesi, pazartesi günleri hariç, her gün saat 9.00- 16.00 arası ziyaret edilebiliyor ve üstelik ücretsiz. Eğer Aşiyan sahilinden başlayan dik yokuşu çıkmayı başarabilirseniz yolun sonundaki merdivenlerden sonra sizi muhteşem bir Boğaz manzarası bekliyor olacak. Tevfik Fikret çok zevkliymiş doğrusu. “Kuş yuvası” anlamına gelen Aşiyan’ını Boğaz’ın en güzel yerine yapmış.
Aşiyan’ın ilginç bir öyküsü var aslında. Abdülhamit döneminde baskıların artması, tutuklamalar, jurnaller nedeniyle Servetifünuncuların bu baskıdan kurtulmak için çıkış yolları aradıkları sırada Mehmet Rauf’un eline bir broşür geçer. Bu broşürde Yeni Zelanda’ya göçmen kabul edileceği ve bu göçmenlere bedava toprak dağıtılacağı yazmaktadır. Tevfik Fikret başta olmak üzere Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit ve göz hekimi Esat Paşa da Yeni Zelanda’ya göçmeye heves ederler; ederler etmesine de yol paraları yoktur. Esat Paşa’nın Ankara’daki çiftliği de satılamayınca bu hayallerinden vazgeçmek zorunda kalırlar. Bunun üzerine Manisa dolaylarında bir çiftlik almaya karar verirlerse de birtakım zorluklar yüzünden bu hayalden de vazgeçerler.
Yeni Zelanda hayalleri suya düşen Tevfik Fikret, bu sıralarda Robert Kolej’de öğretmendir, oğlu Halûk da öğrenci. Fikret, Rumelihisarı sırtlarına hayranlıkla bakmaktadır. Boğaz’ın en güzel yerinde, Göksu’nun tam karşısında bir evi olsa ne güzel olacaktır. İstibdat rejimine küstüğü bu günlerde Rumeli sırtlarında inzivaya çekilme düşüncesi onu harekete geçirir. Babadan kalma evin satışından elde ettiği parayla arsayı alır. Proje hazırdır zaten, Yeni Zelanda’da hayali kurulan evin projesidir bu. Sonra bir kalfa bulur. Fakat inşaat kalfası, paraları aldıktan sonra ortadan kaybolur. Adam, Fikret’in paralarını meyhanede yemektedir. Yaka paça yakalanıp karakola getirilir. Tevfik Fikret, kalfanın yalvarışlarına dayanamaz, inşaatı tamamlaması koşuluyla kendisini affeder. İnşası sırasında Tevfik Fikret’in de işçilerle çalıştığı Aşiyan, 1906’da tamamlanır.
Tam ekran görmek için fotoğrafların üzerine tıklayabilirsiniz.
Fikret, bunca emek verdiği evinde eşi Nazime Hanım’la ancak dokuz yıl yaşayabilmiş. Hıfzı Topuz “Elbet Sabah Olacaktır” adlı kitabında şairin son zamanlarında çok titiz ve sinirli olduğunu, dişlerinin ağrıdığını ve sallandığını anlatıyor. Bunlar, şeker hastalığının belirtileri… Dr Rıza Tevfik, Dr Adnan Adıvar ve Nazime Hanım’ın kardeşi Dr Hikmet Bey kendisini sık sık ziyaret ederler. Ama durumunun da umutsuz olduğunu bilirler. Şairin bu güzel evde son zamanlarını dayanılmaz acılar içinde geçirmiş olması çok üzücü.
Ölmeden bir gün önceki akşamüstü yatağından kalkar ve eşinin kollarında bahçeye çıkar. Bahçede, son zamanlarında onu hiç bırakmayan ve köşkte kalan Mihri Hanım da vardır. Mihri Müşfik Hanım; güzelliği, zarafeti ve başarılarıyla çevresinin hayranlığını kazanmış yirmi yedi yaşında genç ve güzel bir hanım… İlk kadın ressamımız… Fikret’in bütün şiirlerini okumuş; şairin ne kadar yakışıklı, ince zevkli ve esprili olduğunu çevresinden duymuş ve yaptığı resimleri de ayrıca merak etmiştir. Bir gün Rumelihisarı’ndan yokuşu tırmanarak Aşiyan’a ulaşır ve Fikret’le tanışır. Bundan sonra Mihri Hanım Aşiyan’a sık sık gidip gelmeye başlar. Tevfik Fikret’in birçok portresini yapar. İkisi arasında hiçbir zaman açıkça ifade edilmemiş olsa da duygusal bir yakınlık oluşur. Fikret’in son günlerinde Mihri Hanım da Aşiyan’dadır. Hatta son nefesini verirken “Artık yıkılıyorum!”, “Yavrum, yavrum!” diye inleyişlerini Mihri Hanım da duyar.
Tevfik Fikret, yaşamı boyunca evliliği kutsal sayar ve aile düzenini bozacak davranışlardan kaçınır. Oğlunun eski mürebbiyesi ile ressam Mihri Hanım gönlünü çelmişse de aklını çelemez. Onlarla hiçbir zaman özel bir ilişki kurmaz. Fakat yine de duygularını şiirle ifade etmekten geri kalmaz. Örneğin “Para ve Hayat”, “Son Tesadüf” şiirlerini platonik sevgili Mürebbiye için yazmış olsa bile bir kaya kartalı gibi hayatı boyunca eşi Nazime Hanım’a bağlı kalır.
Fikret, vasiyetinde Aşiyan’ın bahçesine gömülmek istediğini belirtmiş olmasına rağmen kayınpederi, aile mezarlıklarının Eyüp’te olduğunu ve onu hısım akrabasından ayırmak istemediklerini söyleyerek bu isteğe karşı çıkar. Şairin Eyüp’teki mezarı, ancak 1961’de Aşiyan’a taşınır.
Fikret’in ölümünden sonra Aşiyan, Amerikalılar tarafından 4000 liraya satın alınmak istenmiş. Fakat Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve dönemin İstanbul Belediye Başkanı Lütfi Kırdar devreye girmiş. Lütfi Kırdar, Aşiyan’ı almaktan vazgeçmeleri ricasıyla Dr Adnan Adıvar’ı Amerikalılara göndermiş. Sonuçta Aşiyan, İstanbul Belediyesi tarafından Nazime Hanım’dan 1000 liraya satın alınarak Fikret’in ölümünün 30. yıldönümünde, 19 Ağustos 1945’te Edebiyat-ı Cedide Müzesi olarak törenle halka açılmış. Bu törene Hasan Ali Yücel de katılmış ve bir konuşma yapmış.
Şairin kabri, 1961’de devlet töreniyle Aşiyan’ın bahçesine nakledilmiş ve bu tarihten itibaren Fikret’in son dokuz yılını geçirdiği bu ev “Aşiyan Müzesi” adını almış.
Tevfik Fikret’in Aşiyan’ı, Rumelihisar’ına komşu… Zaten evin bulunduğu çevre, zamanla Aşiyan olarak anılmaya başlanmış. Evin, Boğaz’a nazır kocaman bir bahçesi, o zahmetli yokuşun sonunda karşınıza çıkan bir cennet gibi… Sanki Boğaz’ın lacivert suları, bahçenin dibinden başlıyor. Deniz, bahçenin kapı komşusu. Karşıda Göksu Deresi, evin arka bahçesinden hemencecik geçiliveren Robert Koleji’nin bahçesi, sol tarafta Rumelihisarı… İşte dünyanın en güzel manzarası!
Evin bahçesi şairin “Sanat doğayı değiştirmemeli, onu tamamlamalı” düşüncesini çok güzel yansıtıyor. Bahçenin üst köşesinde taştan yapılmış bir oturma köşesi ve kendiliğinden oluşmuş izlenimi veren bir havuz bulunuyor. Havuzun arkasındaki büyük kayada Fikret’in bir şiiri yer alıyor. Kayanın hemen altında da mezarı var. Evin denize bakan yönünde şairin Sokrates’e duyduğu hayranlık nedeniyle “Sokrat Penceresi” adını verdiği kemerli küçük bir mutfak penceresi bulunuyor.
Üç katlı evin bodrum katı, yemek odası ve mutfak için ayrılmış. Yemek odasının duvarlarında Tevfik Fikret’in elinden çıkan natürmort tablolar asılmış. Titiz bir adammış Fikret. Evde her şeyin düzenli olmasını istermiş, sofrada olmazsa olmazı, yemiş veya hoşaf. Böreğe ve tatlıya da çok meraklı. Yaz kış soğuk su içermiş. İçkiyi ağzına koymazmış. En sevdiği yemek patlıcan dolması. Sofrada neşeliymiş, fıkralar ve taklitlerle herkesi güldüren bir adammış. Şairin bir zamanlar bu odada, işte karşımda duran bu masada oturup arkadaşlarıyla sohbet edişini görür gibiyim.
Giriş katının giriş ve bahçe olmak üzere iki kapısı var. Evin denize bakan yönü ön kapı. Girişte görevlinin verdiği galoşları ayaklarımıza geçirerek içeri geçiyoruz. Oldukça büyük bir salon karşılıyor bizi. Ve salonda son halife Abdülmecid’in Fikret’in “Sis” şiirinden esinlenerek yaptığı “Sis” tablosunun yanında duran Tevfik Fikret’in balmumu heykeli…
Ruşen Eşref anlatıyor: “Siz salonda beklerken onu geniş göğsü, parlak siyah gözleri ve açık alnıyla kapıda görürdünüz. Ağır adımlarla size yaklaşır, tombul parmaklı elini uzatır ve içtenlikle elinizi sıkardı. Sonra kanepesine oturur, parmaklarını kenetler ve ellerini ovuştururdu. Onun ardından bakışlarını öne eğerek hiç ummadığınız nazik bir sesle hatırınızı sorardı.”
Koca şair, oturduğu koltukta bakışlarını öne eğerek hatırımızı sormadı, lakin bakışları öyle canlıydı ki bir an onun gerçekten yaşıyor olduğunu düşünmekten kendimi alamadım.
Salonun diğer duvarlarında Tevfik Fikret’in kendi eseri olan “Krizantemli Vazo” ve “Nazime Hanım Bebek Sırtlarında” adlı tablolar sergileniyor. Salonda şairin babası Hüseyin Efendi’nin eşyası ile oğlu Haluk’a ait fotoğraflar için de ayrı birer köşe oluşturulmuş.
Giriş katındaki odalardan biri Servetifünunculara ayrılmış. Burada onlara ait fotoğraf, kitap ve özel eşyalar sergileniyor. Fikret’in Galatasaray Lisesinden hocası olan Recaizade Mahmut Ekrem’in son halife Abdülmecit Efendi tarafından yapılmış yağlıboya tablosu da bu odada.
Giriş katında iki oda daha var. Bu odalardan biri Abdülhak Hamit Tarhan, diğeri de Şair Nigar Hanım için ayrılmış. Abdülhak Hamit’in odasında ölümünden sonra eşi tarafından bağışlanan bazı özel eşyaları ile Halife Abdülmecid imzalı bire bir boyutlardaki tablosu bulunuyor. Beni daha çok Şair Nigar Hanım’ın odası etkiledi. Çünkü burada şairin oğlu tarafından müzeye bağışlanan eşya ve kütüphanenin yanı sıra henüz hiç okunmamış günlükleri de bulunuyor.
Giriş katındaki gezimizi tamamlayarak Tevfik Fikret için ayrılmış üst kata çıkıyoruz. Bu katta Fikret’in çalışma odası ve yatak odası var. Çalışma odası, şairin çalışma masası, koltuğu, kütüphanesi, bir otoportresi ve karakalemle çizdiği Darwin portresinin yer aldığı mütevazı bir oda. Fikret, Tarih-i Kadim’i, Han-ı Yağma’yı, 95’e Doğru’yu, Halûk’un Amentüsü’nü bu masada yazmış olmalı, yıllar sonra üniversite kütüphanesinde bulunan bu yazı masasında…
Sonra, son nefesini verdiği yatak odasına geçiyoruz. Gayet sade döşenmiş bu oda, Boğaz manzaralı… Ölümünden hemen sonra Mihri Hanım tarafından alınan yüz maskı da duvarda sergileniyor. Hüzünlü bir oda burası. Özgürlük ve devrim ruhunu Tevfik Fikret’ten aldığını söyleyen Atatürk de bu evi ziyaret etmiş ve yatak odasındaki defterde Ata’mızın Tevfik Fikret için yazdığı yazılar bulunuyor.
Edebiyatımızın Batılılaşmasında çok büyük pay sahibi olan Tevfik Fikret, Aşiyan’da geçirdiği yıllar boyunca çok az insanla görüşmüş. Hıfzı Topuz’un yazdığına göre, cenazesine gelmesini istemediği insanları bile özel olarak vasiyet etmiş. Yanlış hatırlamıyorsam cenazesine yirmi beş kişi katılmış.
Edebiyatımızın en parlak yıldızlarındandır Fikret… Birçok ilke imza atandır. Hece ölçüsüyle yazdığı şiirlerden oluşan “Şermin”, edebiyatımızdaki ilk çocuk kitabıdır. Çağdaş Batı edebiyatının bütün formlarını Türk şiirine uygun hâle getiren de Fikret’tir. Düşünceleri yüzünden tutuklanan, Abdülhamit’in hafiyeleri tarafından sürekli gözaltında tutulan da…
İlk dönemlerinde ele aldığı bireysel konuların dışında, şiirlerinin hemen hemen hepsi yaşadığı dönemin baskılarını, siyasi çalkantılarını yansıtan bir ayna gibidir. Bu şiirler, bazen “Ferda”, bazen Haluk’un adıyla anılıp gençliğe seslenir. Bazen “Sis” olur, İstanbul’u ve ülkeyi zorbalıkla yönetenleri eleştirir. Bütün şiirleri hayatının bir yansıması gibidir; cesur ve kimseye baş eğmeyen kişiliğini yansıtır.
Zulmün topu var, güllesi var, kal’ası varsa,
Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır;
Göz yumma güneşten, ne kadar nûru kararsa
Sönmez ebedî, her gecenin gündüzü vardır. (Millet Şarkısı)
Hümanisttir:
Toprak vatanım, nev’-i beşer milletim…İnsân
İnsân olur ancak bunu iz’ânla, inandım.
Şeytan da biziz, cin de, ne şeytan ne melek var;
Dünyâ dönecek cennete insânla, inandım. (Halûk’un Amentüsü)
“Kimseden ümmîd-i feyz etmem, dilenmem perr-ü-bâl
Kendi cevvim, kendi eflâkimde kendim tâirim,
İnhinâ tavk-ı esâretten girandır boynuma;
Fikri hür, irfanı hür, vicdânı hür bir şâirim.”
(Kimseden bir fayda ummam ben, dilenmem kol kanat.
Kendi boşluk, kendi gökkubbemde kendim gezginim.
Bir eğik baş bir boyunduruktan ağırdır boynuma;
Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir şairim.)
“Hak bellediğim yolda yalnız da olsa giderim” diyen Tevfik Fikret; dürüsttür, cesurdur, hümanisttir, özgürlük şairidir ama yaralıdır. Hayattaki en büyük yarası da henüz on dört yaşında mühendislik okuması için yurt dışına gönderdiği ve bir daha hiç göremediği biricik oğlu Halûk’un açtığı yaradır. Aşiyan’da, son nefesini verirken kendisini “Artık yıkılıyorum!”, “Yavrum, yavrum!” diye inleten o yara, edebiyatımızın bu kaya kartalının en büyük ve en onulmaz yarasıdır!
Ruşen Eşref, “Fikret Bey, Aşiyan’da mecalsiz bir kartal gibiydi.” diyor. Tam bir kartal yuvası bence Aşiyan. Tevfik Fikret de bir kartal… Bir kaya kartalı… Yarasını ömrünce sol yanında taşımış bir kaya kartalı…
Seyhan Can
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
Kaynaklar:
https://istanbul.ktb.gov.tr/TR-165467/asiyan-muzesi.html
Elbet Sabah Olacaktır, Hıfzı Topuz, Remzi Kitabevi, 2012.
- İz Bırakanlar Seyhan Can - 21 Kasım 2022
- Yeşil mi Gri mi,Bursa Şimdi Ne Renk? Seyhan Can - 12 Kasım 2022
- Doğu Ekspresi ile K’lar Kraliçesine Seyhan Can - 25 Mart 2022
Beğenerek okudum. Yazının başında paylaştığınız Balıkçı şiirini canım sıkıldıkça okurum. Aşiyan mezarlığını tesadüf eseri görmüştüm onu yazı dükkanında paylaşmıştım. Teşekkürler.