Aşkın Bitmeyen Hali Recai Oktan

  1. PAZAR KEYFİ

AŞKIN BİTMEYEN HALİ

Recai Oktan

I-TANIŞMA

50 yaşlarındaydı. Adamdı!

Başkalarınca katı tutum sanılan değerlerinin peşinden yürüyerek seçmişti-geçmişti, o güne dek yaşamını.

Keyifle yaşıyordu.

Konuşurken saygılı davranır, konuşanda saygı arar; tartışmalara, sonuca bağlanmayacaksa katılmazdı.

Geçmişe takılmaz, günü yaşar, yarına önem verirdi. Beslenmesi, giyinmesi, beyinsel gereksinimlerinin seçimi için danışmayı sevmez, araştırır, uygun olarak gördüklerini edinirdi.

Farklıydı. Farklılığını sergilemekten, varsa yansıtabildiği ışıktan yararlanmaktan kaçınır, başkalarının yararlanmasına izin verir, farklılığının yaşamına kattıklarını kendine saklardı.

Mesleğini öngörmek kolay değildi. Değişik kişiler tarafından doktor, bankacı, tekne kaptanı, bilim insanı olduğu öngörülmüş, tümü yanlış çıkmıştı. Kendisiyle ilgili olarak açıkladığı en önemli ayrıntı, “yaşantısına arkadaş ya da sevgili olarak çok kadının değer kattığı ama yüreğine sevginin ekilmediği” gibi bir şeylerdi. Sevebileceği kadını bulamamıştı.

Sevgi yeşertemese de adamdı işte!

*

40’lı yaşlarındaydı, güzel ve alımlıydı. Kadındı!

Türkiye’ye 50’li yıllardan önce Balkanlar’daki bir ülkeden göç eden ailenin 3.kuşağındandı. Yeterince öğrenim yapmış, var olan yeteneğini, sanat ve antika konularında da geliştirmiş, bu alanlarda tanıtım-pazarlama alanında yolunu çizmişti. Özgüveni yüksekti. Konuşmayı sever, risk almaktan korkmazdı. Girişimciydi. Türkiye’de kadınların çoğunun bırakın gerçekleştirmeyi, hayal bile edemeyecekleriyle uğraşmış, başarılı olmuştu. Paraya pula önem vermez, yaptıklarından keyif almaz duruma getirilirse, bakış açısını yeniler, sıkıcı ortamı elinin tersiyle iter, ardına bakmadan ayrılırdı.

Onu tanıyanlar, yaşını öğrenenler, anlattıklarını dinleyenler, sürprizlerin renkli ve büyülü gibi görünen, anlaşılması, anlatılması zor durumlarını yaşardı.

Erkeklerle konuşmayı sever, dostluk kurardı ama kendince belirlediği aranın aşılmasına izin vermez, dostluğun bile seviyeli kalması sağlardı.

Ama kadındı! Hem de güzel kadın!

*

Adamla kadını, ortak arkadaşları başka bir kadın tanıştırdı. İstanbul’un Moda’sında, Bahariye Caddesi’nde, konuklarına az sayıda özel çeşit servis eden kahvehanede, saatlerce oturdular, konuştular. Onları tanıştıran evliydi ve sorumlu olduğu oğlu okuldan dönecekti. İzin istedi, ayrıldı.

Adamla kadın, konuşma, konuşmanın seviyesi, dostluğun zedelenmesi gibi konulardaki aşılmaz kurallarını unutmuş, yasakladıkları çizgileri adına hiç endişe duymadan, birbirini yeterince, anlayışla, yeri geldiğinde destekleyerek dinlediler.

Adam karşısındakinin kendisinin kadın hali, kadın da karşısındakinin kendisinin erkek hali olduğunu sandı. Ortamda mavi, şeffaf bir duman oluşmuş da ikisini sarıp sarmalamış gibiydi. Zaman durmuş, çevredeki insanlar yitmiş, yalnızca ve tam kıvamında ustaca söyleyen bir kadın sesinden duyulan blues melodi, mavi dumanı katmerlemişti.

Adamla kadın ayrımına varmasalar da İstanbul’un Moda’sında, Bahariye Caddesi’nde, konuklarına az sayıda özel çeşit servis eden kahvehanede, bar bölümünün arkasındaki duvarda asılı saat, yorulmaksızın çalışıyordu. Kadının o saate fark ettirmeden bakışından ve vücut dilinden, ayrılık zamanının geldiği anladı adam. Hesabı ödedi, kadının, “paylaşalım” önerisine, önceden planlamış olmamasına karşın, “bir dahaki sefere” dedi. Kadın kabullendi.

İkisi de önceden planlamamıştı ama bir dahaki sefer olacaktı.

 

Telefon numaralarını karşılıklı kaydettiler. Kahvehanenin çalışanlarıyla vedalaştılar. Açık havada bakışarak ve konuşarak, birbirlerine dokunmadan, “hoşça kal, iyi geceler” dediler.

*

II-BULUŞMA

Sonbahardaki tanışmalarının üzerinden kış ve ilkbahar geçti, yaz günleri başladı.

Adam yıllardır tanıdığı arkadaşının tatil çağrısı ile güneye, Mersin Silifke ilçesinin Taşucu beldesine gitmişti. Arkadaşı tam bir serüven adamıydı. Kimya mühendisi olduktan sonra, polis örgütüne katılmış, mesleğine uygun bölümde, narkotikte çalışmıştı. Polisliğin meslek mantığına uyum sağlayamayınca, önüne çıkan ilk fırsatı değerlendirerek, Avustralya’ya göçmen olarak gitmiş, orada evlenmiş, mal-mülk edinmiş, çok sürmeden eşinden ve Avustralya’dan ayrılarak, Türkiye’ye dönmüştü. Müziği seviyor, gitar çalıyordu. Sahne çalışmaları yaptı, umduğunu bulamayınca, ısrarcı olmadı. Tarihin eski çağlarından beri Silifke’nin limanı olan, günümüzde de bu yapılanmayı sürdüren Taşucu’nda, satın aldığı iki katlı, bahçeli evde yaşamını sürdürmeye başladı. Balıkçı barınağında da küçük, kıçtan takma motorlu bir teknesi vardı.

İki arkadaş çevre gezileri, tekneyle olta balıkçılığı, tavla, bezik, müzik daha çok da dostça bir arada oturup, söyleşerek, sınırlı tatil günlerini tüketiyorlardı. Hafta ortasıydı. Adamın telefonu çaldı. Telefonun ekranında kadının adı yazılıydı.

Konuşma bittiğinde, arkadaşına dönerek, tatil için belirledikleri tarihin sonuna dek kalamayacağını, gitmesi gerektiğini vurguladı. Arkadaşı, dostunun kararının telefon konuşması nedeniyle alındığını anladı, soru sormadan olurladı. Adam küçük çantasını toparladı. Şişelerindeki yarısı içilmiş biraları bitirdiler. Adam arabasına bindi, ana yola yönelirken, arkadaşına el salladı.

*

Kadın, Mersin’in Aydıncık ilçesinde, adamla tanışmasını sağlayan arkadaşının yazlık evindeydi. Mersin sahilleri boydan boya Roma ve Yunan uygarlıklarının izlerine sahip, eskil (antik) özellik taşırdı. Aydıncık da, eski çağlardan beri liman kenti olarak gelişmişti.

Adam Taşucu ile Aydıncık arasındaki 70 kilometrelik yolu, arabasıyla, mola vererek, hız yapmadan bir saatte kat etti.

Yer adları ilgisini çekerdi. Yol boyunca, Akdeniz’in açık, dalgalı, hırçın sularını seyrederek, tabelalardaki yer adlarını okuyarak, müzik dinledi.  Boğsak, Tokmar, Akdere, Oğuzlar, Harmanlı, Hacı İshaklı, Büyük Eceli, Sipahili gibi adları okurken, bu yörede yaşayan insanların uğraşlarını, değerlerini, alışkanlıklarını öngörmeye çalıştı.

Ev sahipleri, telefonla ve internet üzerinden adresin konumunu ulaştırdı. Telefondaki yönlendirici kadınının sevimli sesinin rehberliğinde, zorlanmadan adrese ulaştı.

Sevinçle karşılandı.

Herkes birbirini tanıyordu. İçten söyleşilerle özlem giderildi. Adama yorgunluk (pek yorulmamıştı ya) kahvesi sunuldu.

Telefon konuşmaları sırasında, kadın adama bugün ortak arkadaşlarının evinden ayrılacağını söylemişti. Bunun kanıtı, oturulan salondaki bir bavul ve birkaç çantaydı.

Evin sahibi kadın, ilk kez konuk ettiği adama ikramda bulunuyordu. Masaya meyve çeşitleri, ceviz ve fındık içi, yörenin geleneksel bitkisi dikenli incir (Hint İnciri) konmuştu. Buzlu bici bici tabağı bile vardı.

Adamla kadını tanıştıran arkadaşlarının eşi, heyecanla, bölgede yeni bulunan ve Dünya Markası olmaya aday gibi görünen Gilindire’yi anlatıyordu.

Gilindire veya Aynalıgöl Mağarası adıyla, “Dünyanın 8.Harikası” diye adlandırılan yer, Aydıncık’ın 7,5 kilometre güneydoğusunda, Sancak Burnu ile Kurt İni Deresi arasında yer alıyormuş… bir çoban tarafından rastlantı sonucu bulunmuş… giriş ağzı denize bakan ve hemen önünde küçük bir köy bulunan mağaraya, denizden ve karadan gidilebiliyormuş… gitmek isterlerse, seve seve götürecekmiş!

Adam, mağara gezisi konusunda, kadının kararına saygı duyacaktı. Bu nedenle dikkatle onu izledi. Kadın, anlamış gibi, “daha uygun bir gün, çok zaman ayırarak gezelim orayı” dedi.

İkram faslı bitmeden, izin istediler. Adam kadının eşyalarını tek tek ve düzenli olarak arabasına yerleştirdi. Sonra arabanın sağ ön kapısını açarak, kadın binip, oturana dek bekledi. Direksiyona geçti, kontağı çevirdi. Radyo ve klima aynı anda çalışmaya başladı. Geride kalanlara el salladılar.

*

Adam arabayla anayola çıkıp, geldiği yöne döndü. İkisi de rahattı. Kadın gözlüklerini çıkardı, ayaklarını bükerek, koltuğun üstüne yayıldı, klimanın yarattığı serinliğin tadını çıkarmaya başladı. Yüzlerinde, hallerinden hoşnut insanlarda sık görülen, hafif gülümsemeyle kısa süre sessiz kaldılar. Sözü adam başlattı:

-“Program belli mi?”

-“Akşamın 22’sine değin seninleyim.”

-“Sonra!”

-“22’de Silifke’den otobüsle Adana’ya, oradan da son uçakla İstanbul’a.”

-“Bu acele neden?”

-“İşim gereği…. inceleyeceğim ve yarın başlatabilmek için imzalayacağım belgeler beni bekliyormuş.”

-“O halde nokta atışı yapacağız.”

-“Nasıl?”

-“Birlikte kısa ve içinde sen olacağından, benim için iyice değerlenen zamanı, Boğsak’ta geçireceğiz.

-“Adını bile duymadım.”

-“İlk kez ve birlikte olması daha iyi. Zaman şimdi sınırsız değer kazandı.”

-“Nasıl bir yer?”

-“Gidince beğeneceksin. Birlikte göreceğimiz için ben de yeniden değerlendireceğim ama kısaca anlatayım: Boğsak, bu kıyıların en güzellerinden, yeşil ve mavinin birbirine karıştığı şahane bir koydur. Yapılaşmadan uzak doğal bir mekan olduğundan, deniz asla kirlenmemiştir. Harnup ağaçları ile eşsiz bir doğaya sahiptir. Mavi Bayraklı İncekum Denizi, gençlik yıllarımdan beri fırsat yarattıkça geldiğim yerdir.”

-“Neden duymadım? Yabancı turistler geliyor mu?”

-“O kısmını pek bilmiyorum. Bildiğim kadarla açık denize ve aşılmaz, yüksek, sert, kayalık kıyılara sahip Mersin-Anamur arasında, doğal bir dalgakıran görevi üstlenen Boğsak Koyu, açık denizle arasında tarihi ve doğal güzellikleriyle koyu aratmayan, Caretta carettaların üreme bölgesi, çadır ve karavan sakinlerinin uğrak yeri olan Boğsak Adasıyla bütünleşmiştir.”

Yeniden kısa sessizlik ve radyodan, 70’li yılların unutulmaz İtalyanca parçalardan oluşan program eşliğinde yolculuk devam etti.

Adam konuşmaya başladı.

-“Sana iki önerim var.”

Kadın ‘dinliyorum ifadesi’ ile bekledi.

-“Boğsak’ta, beğeneceğini umduğum Me/lal adlı bir şarap evi var. İstersen orada oturalım.”

-Diğeri ne?”

-Diğeri… şarabımızı ve yiyeceklerimizi alalım. Arabamın arkasında iki pratik keten sandalye ve bir küçük masa var. Görüntünün en güzel izlendiği, ağaçların yeşili arasındaki benim tepemden, denizi seyrederek, konuşalım, müzik dinleyelim.”

-“İkincisi olsun.”

-“Anlaştık.

*

Boğsak’a girerken, arabayı yol üstündeki büyük alışveriş merkezinin otoparkında durduran adam kadına, ‘istersen otur, dışarısı sıcak, klima çalışsın, bunalma’ dedi. Kadın, ‘ben de gelmek istiyorum, şarabı sen seç, diğerlerini ben seçeyim. Bardak var mı? Adam boş bulundu, ‘kahve çay için kullandığım bir paket karton bardağım var’ deyip, devam edecekken, kadın sözünü kesti.

-“Biz daha iyisini hak ediyoruz.”

Alışveriş merkezine girip, iki ayrı yöne gittiler. Adam raflardaki şişelere bakıp, beğendiği marka, kırmızı şarapla çabucak kasa bölümüne döndü. Uzun süre beklemek zorunda kaldığı kadın döndüğünde, alışveriş sepeti doluydu. Bir paket içinde balon denilen 2 bardak, zeytinyağlı yaprak sarması, küçük pakette değişik peynirler, çerez çeşitleri, diyet krakerler, şişe suları ve çikolatalar vardı.

Hesaplar ödendi ve arabayla, mola vermeden yol alıp, Boğsak’taki, adamın, ‘benim tepem’ dediği yere vardılar. Burası geniş görüş alanını içine alacak özellikte, orta yükseklikte bir yerdi. Boğsak Koyu ve Adası, görülesi güzellikleriyle izlenebiliyordu.

Adam şarabın kapağını açtı. Kadın bardakları çıkardı, temiz suyla çalkalayıp, yıkadı. Paketli atıştırmalıklar masaya dizildi.

Adam, telefonu aracılığıyla internet üzerinden hep dinlediği radyo kanalını kolayca buldu. Bir kadın sesi, İngilizce dilindeki şarkıda, geçirdiği hastalığa, bu nedenle çekilen acılara sonra kavuşulan sevgi ve mutluluğa dair şeyler söylüyordu.

Adam balon biçimindeki bardaklara yarıdan daha az şarap koydu. Kendi kadehini eline alıp, ‘sağlığa, sevgiye ve mutluluğa’ diyerek kadına doğru uzattı. Dinlediği şarkının etkisinde kaldığı belliydi. Kadın da kadehini aldı, hafifçe adamın kadehine dokundurup, sözleri yavaşça yineledi: “Sağlığa, sevgiye ve mutluluğa.”

Adam, plastik çatalla zeytinyağlı yaprak sarmasından bir tane aldı, çekinmeden kadının ağzına uzattı; kadın da çekinmeden yarısını ısırdı, kalan yarısını adam kendine ayırdı ve ağzına attı. Acele etmeksizin, konuşarak, ara ara şarap bardaklarını dudaklarına götürerek ve atıştırmalıklardan yiyerek, birbirlerine ayırdıkları zamanın keyfini çıkarmaya başladılar. Topraktan, sudan, havadan konuşurlarken, adam kadının balık konusundaki seçimini öğrendi: İyi pişecek, pişerken, suyu içinde kalacaktı. Günlük gelişmeler, sosyal ve politik konularda görüşleri aynıydı. Bıraksalar adam günlerce politika konuşabilirdi ama kadın politika konuşmayı sevmiyordu. Merakını gidermek, konuyu politikadan ötelemek için sordu:

-“Sahi sen neyle uğraşıyorsun?”

-“Farklı ve pek bilinmedik bir mesleğim var.”

Kadın gülerek, ‘gizli servisten misin’ şeklinde espri yaptı.

Adam ciddileşti ve açıkladı:

-“Ben tesbih uzmanı, koleksiyoncusu ve yazarıyım.”

Ciddileşme ve üstelik şaşırma sırası kadına gelmişti. Adamı bir üniversitede sosyal bilimler alanında öğretim üyesi olarak öngörmüştü. Bunu gerçekten beklemiyordu.  Tesbihe değgin anlattıklarını dinlemeye başladı.

-“İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni bitirdikten sonra, bir süre İstanbul’da gazetelerde muhabirlik yaptım. İşte o dönemde, tespih uzmanlarıyla tanıştım ve fazla bilinmeyen bu alanda, önemli koleksiyonerler olduğunu, bin liradan başlayıp orta ölçekteki ev fiyatına kadar çıkan rakamlarla tespih satıldığını öğrendim. Dost olduğumuz uzmanlar, konunun özelliklerini anlattıkça ilgim arttı. Zaman ayırdıkça, tespihler vazgeçemediğim tutku haline dönüştü. Bir yandan koleksiyon yapmaya, öte yandan alıp satmaya başladım. Kazancı iyiydi. Dostlarım özel dergilerde ve sosyal medyada konuyla ilgili yazılar yazmamı istedi. Bunu da yapınca, tespih dünyasının tanınmış, önem verilen figürü haline geldim…

” Kadın şaşkın ifade ve anlatılanlara inanmaz bakışlarla dinliyor, merak ettiği için adamın sözünü kesmiyordu.

-“…Şimdi 300’den fazla değerli tespihten oluşan koleksiyonum, yazdığım yazılar ve bu alandaki dostlarımla, yaşantımdan çok memnunum.”

Kadınca konuya katılmak için sordu:

-“Benim önüme yüzlerce tespih koysan, hangisi değerli, hangisi değersiz anlamam. Sen bunu nasıl anlıyorsun.”

-“Derin konu, anlatması uzun sürer.  Haydi! Herkes için gelecek güzel günler dileyelim ve şarabımızı içelim.”

Bardakları yeniden doldurdular, karşılıklı ve usulca birbirine değdirip, içtiler. Kadın, tesbih konusunu biraz daha dinlemek için, “bir tespihle ilgili neler yazılabilir ki” diye sordu.

Adam bildiği konuları, duraksamadan paylaştı:

“Tespihler organik ve sentetik maddelerden yapılır. Ben organik olanları seçerim. Sentetik olarak, eski sıkma kehribar düşünülebilir. Damla ve kaya kehribar, kuka ve narçıl; ağaç olarak abanoz, yılan, pelesenk, demir hindi, öd ağacı tespihler değerlidir. Hayvan dişlerinden yapılan tespihler daha değerlidir.  Fildişi, mors, mamut, balina gibi hayvanların dişlerinden tespih yapılıyor. Sosyal sorumluluk duygum nedeniyle,  bu hayvanların yasal olmayan yollarla öldürülüp dişlerinin ticaretinin yapılmasına karşı olduğumdan, diş dizimi tespihleri koleksiyonuma almadım ve ticaretini yapmadım.  Koç, manda boynuzu ve doğal taşlardan yapılan tespihler de bu alanda beğenilir. Yeni, kullanılmamış tespihlerin işçilik ve malzemesi, kullanılmış olanların ise sahibiyle birlikte yarattığı öyküsü önemlidir. Ben daha çok kullanılmış, değerli tespihlerin geçmişini ve sahibiyle özdeşleşmiş öykülerini yazıyorum. İnsanlar farklı heveslerle örneğin stres atmak, estetik kaygısı, aksesuar amaçlı tespih biriktirir ve kullanır. Estetiği ve sanatı yansıtanlar, eşsizdir. “

Adamın anlattıkları ilginçti ama kadın için yeterliydi.

-“Çalışma alanına saygı duydum ama sakın bana tespih koleksiyonunu göstermeyi önerme”

Sözün taşıdığı ince espriyi gülerek paylaştılar.

Kadın her konuda konuştu. Özellikle yurtdışında gezdiği yerlerden, yurtiçinde tanıdığı kişilerden söz etti., Ortak dostları olan ya da olmayan  kişilerin bugünkü hallerinin analizlerini yaptı. Adam, kadının kendisi için çizdiği belli olan kırmızı çizgileri koruduğu, konuşurken o çizgileri aşmadığını, aşılmasına izin vermediğini fark etti. Zorlamadı.

Adamın Boğsak’taki “benim tepem” dediği yerde 6 saate yakın oturdular. Sıkılmadılar. Saat 22’ye yaklaşırken, ayrılma düşüncesi adamı hüzünlendirirken, kadın çaresiz olduğunu ifade ederek, adamdan istemeyerek ayrılacağını belirtti. Toparlandılar. Artıkları bir poşete doldurup, çevreyi temiz bırakmaya özen gösterdiler. Adam şişeyi ve bardakları, keten sandalyeler ve küçük masayla birlikte arabanın bagajına koydu. Kadına, “bu ekip, seninle tekrar buluşuncaya dek böylece kalacak” dedi. Kadın gülümsedi.

Silifke’ye zamanında ulaşmak için arabaya bindiler. Radyo ve klima yine aynı anda çalıştı. Kadın yine ayaklarını toparlayıp, adamın yanındaki koltuğa yayıldı. Kısa sessizliğin ardından konuşan kadın oldu:

-“Biliyor musun, ilk kez bir erkekle bu denli uzun zaman geçirdim ve ilk kez bir erkeğin anlattıklarını sonuna kadar dinledim.”

Adam da tüm cesaretini söyleyeceklerine aktararak,

-“Ben de ilk defa bu denli uzun zaman birlikte olduğum bir kadına hiç dokunmadım. Konuşurken omuza hatta yüze dokunmaya, el tutmaya alışkanımdır ama gördün işte sana hiç dokunmadım.”

-“Böylesi daha iyi olmadı mı” dedi kadın mutlu ifadeyle.

Silifke Otogarı’na vardıklarında, kadını Adana’ya götürecek otobüsün hareket saatine 15 dakika vardı. Adam kadının eşyalarını fazla yolcusu olmayan otobüsün bagajına yerleştirdi.  İkinci kez ayrılma zamanı gelmişti.

-“Adana’ya ulaştığında, uçağa binmeden önce lütfen beni bilgilendir” dedi adam. Kadından yarım metre kadar ötede duruyordu. Küçük deri çantasından çıkardığı, ince 10-12 santim uzunluğundaki süslü paketi kadına uzatarak, “bu paketi İstanbul’da ayrıldığımız günün ertesinde hazırlamıştım. Sana vermek için bugüne kadar beklemem gerekti” dedi. Kadın paketi teşekkür ederek aldı, elinden bırakmadı.

Kadın, adamın kendisine yine dokunmayacağını anladı. Aradaki yarım metrelik mesafeyi aştı, adama sarıldı, dudağının sınırından yanağına öpücük kondururken, “her şey için teşekkür ederim” dedi. Döndü otobüse binip, orta sıralardaki koltuğuna oturdu. Yanında başka yolcu yoktu, pencerenin kenarına gelerek, adama veda selamı yaptı.

Otobüs hareket ederek, Otogar’dan karanlık gecenin içinde kayboldu. Kadın fazla sabredemedi! Elindeki paketi usulca açtı. Özel yapılmış kutunun içinde, küçük, hoş bir tesbih duruyordu. Gerçek inci taneciklerinden dizilmişti. İmame yerinde işlemeli gümüş parçacığı, püsküllerin yerinde de ince gümüş teller vardı. Bir de not: “Bu tespihin ve sahibesinin öyküsünü de yazmak isterim.”

Tespihi mutlulukla avucuna aldı, okşadı, sonra da sağ elinin parmaklarında, acemi hareketlerle döndürmeye başladı. O sırada telefonunda mesaj cıngılı duyuldu.

Kadın baktı, adamdandı: “Asıl ben teşekkür ederim. Bugün, insan olarak yenilendim. Yalnızlığımı defettim. Sevgiye bileylendim. Tümünün rehberi sendin. Bundan sonra seninle zaman geçirme şansım olursa, o anları sadece kendim için kullanacağım. Başkaları olmayacak!  Peki, sen neyle uğraşıyorsun? İstanbul’a hangi iş için gidiyorsun?”

Kadın mesajı okuduktan sonra, kısa yanıtını yazıp, gönder tuşuna bastı:

“Bir daha ki sefere anlatacağım. Söz!”

2. Bölümü okumak için tıklayınız.

14

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Çocukluk Çağımız Daha Güzeldi Sadi Geyik

Anı

8 Yorumlar

  1. Bu günümü öyküye ayırmış olmaktan mutluluk duydum. Okurken dinlendiğim hissindeyim. Sakin, dingin, seviyeli ruh hali sanki resmedilmiş gibi yansımış okuyucuya. Sözlerin duygu yoğunluğu içsel anlatıma yansımamış, yazarı orada da mesafeyi korumayı tercih etmiş. Usta kalemi gönülden kutluyorum.

    0
  2. İnsani değerlerin, coğrafi tanıtımların yer verildiği ilgi çekici usta kalemden çıkmış yazınızın devamını bekliyorum. Elinize sağlık. Saygılar.

    0
  3. FEVZİYE ŞİMDİ

    Güzel bir anlatımla dile getirilmiş yazıyı okumaktan çok hoşlandım. Tesbihlerin hikayesini merak ettim. Anlattığınız yerleri görmedim zaman ilerledikçe sessiz, sakin, doğayla başbaşa kalacağımız yerleri daha çok özler olduk. İnsanların konuşacak ortak paydaları, duyguları olduktan sonra neden farklı şeyler arasınlar. Yazının devamını merakla okuyacağım.

    0
  4. Usta elinden olduğu besbelli bir yazı.Ne kadar naif,kaliteli ,sıcak bir ilişki.Ben iki buluşma okudum.Oyku devam edecek gibi.Merakla bekliyorum.

    1
  5. Hikayede anlamaya çalıştığım kısım, birinin Adana da diğerinin de Aydıncık ta olması tesadüfmü, yoksa boğsakta şarap içmek için önceden verilmiş bir randevumu. Konu ve anlatım belli ki tecrübeli bir gazetecinin kaleminden dökülmüş.

    2
  6. SİBEL KARAGÖZ

    Çok beğendim devamını merakla beklerken hala böylesi ince, nazik insanlar var mı diye düşündüm. Olmalı ve saygın insani ilişkiler yaşatılmalı ve yaşamalı. Kutluyorum değerli hocamı, sevgi ve saygılar….

    1
  7. Saygın hocam, ilgiyle okudum. Erkek ve kadının ilişkileri seviyeli olmalı. Ayrıca bahse konu olan yerlere yıllarca gittim.Boğsak halen bakir alanlar.Basılan “Dükkan’dan Dünya’ya Gönlümüzce ” kitabında kendisine yer verdiğim İbrahim öğretmen yıllarca Boğsak’ta öğretmenlik yapmış. Buraya Örsan Öymen ve Fikret Otyam sık sık gelirmiş. Hoca onlarla anılarını anlatırdı. Çok rakı içmişler. Bahsettiğiniz ada Dana Adası ; orada çok tarihi kalıntılar varmış. Hatta anlattığına göre Fransa’dan buraya özellikle gelen olurmuş. O tespihçiyi mutlaka tanır diye düşünüyorum. Kaleminize sağlık. Saygılarımla..

    1

Bir cevap yazın