Babam Sağ Olsun Şehriban Tuğrul

Bunaldığım bir anda; Türkiye’min en güzel yöresinde, bir termal otel imdadıma yetişti. Havaların serinlemesiyle ağrıyan dizlerimin sıcak suya ve benimde kafamı dinlemeye ihtiyacım vardı. Korona gündemde iken önlemimi alıp atladım bir otobüse.

Saatler sonra otobüsten inip, garajdan bindiğim taksiyle otele geldim. Otelin; orman içindeki yerleşimi, özel mimarisi, cenneti andıran rengârenk çiçekli bahçesini görünce gözüm gönlüm açıldı. Kapıda beni karşılayan çalışanların güler yüzü, saygısı güvenimi sağladı.

Otelin danışmasında iken merakla etrafı incelemeye başladım. Lobisi ve koridorları tertemiz, halı döşenmiş taban üzerindeki mobilyalar, modern ve iç açıcıydı. Otelin her bir köşesindeki Lidya devletine ait resimler, heykeller, paralarının kilden yapılmış örnekleri,verdiği tarihi bilgiler insanı tarihle kucaklaştırıyordu. Çalışanlar ve müşteriler maskeli, birbirine mesafeli ve her köşede eller için dezenfektan kutuları vardı.

Bana ayrılan odanın; kocaman yatağı, dolabı, banyosu tertemizdi. Odamın yere kadar inen penceresinden, görünen dağ manzaram muhteşemdi. Odama aceleyle yerleşip, mayomun üstüne bornozumu geçirdim. Heyecanla asansöre binerek, iki kat aşağı indim. Faydalanacağım termal havuzları, sauna, buhar odası ve Türk hamamını dolaştım.

Kapalı havuz bölümü, kükürt kokulu sıcak havasıyla karşıladı beni. İlk önce duş alıp bonemi taktım ve meraklı bakışlara selam verdim. Uygun bir şezlonga havlularımı yerleştirdim. Merdivenlerden temkinli adımlarla inerek sıcak havuza girdim. Suyun sıcaklığı, sıcağa yakın ve boyu bir metreden fazlaydı. Havuzda gezinirken, vücudumu saran sıcaklık iliklerime kadar işledi. İçimi anlatılmaz huzur ve mutluluk kapladı.

Havuzun bitişiğindeki duvarın dibine gidenler, suyun içine dalıyor kayboluyordu. Onları merakla takip ettim ve o noktaya gidince dışarı çıkıldığını gördüm. Bende daldım, ayağa kalktığımda bahçe içinde bir havuza çıkmıştım. Pamuk yığını bulutlarla bezenmiş mavi gökyüzü altında, mis gibi dağ havasında, ağaçlar ve çiçekler arasında, sıcak havuz içinde iken kendimi cennette sandım. Bir an yumduğum gözümü açtığımda etrafımda bulunanlar da aynı duygular içindeydi muhakkak… Gözlerimiz karşılaşınca birbirimize gülümsedik. Kenarlarda; basınçlı su fışkırtıp masaj yapan borular vardı. Onların üzerine yatarak sırtıma, belime, dizlerime masaj yaptırdım.

İçeriye döndüğümde, omuzlarını, sırtlarını basınçlı su akan oluk altına tutan insanlar vardı. Boş olan bir oluğun altına girince su, “Hoş geldin, şifa olsun!” der gibi başladı masaj yapmaya… Sırtım yumuşadıkça mest oldum, gevşedim, yüzümden şıpır şıpır terler akmaya başladı. İlk gün olunca, uzun kalmadan havuzdan çıkarak şezlonga uzandım.

Etrafımdaki insanlar yurdumun çeşitli şehirlerinden gelmişlerdi. Kısa sohbetimizde şifalı suyun; kireçlenmeye, kırıklara, romatizmaya, saçlara, terlemeyle zehirli maddeleri atmaya, ruh hastalıklarına iyi geldiğini söylediler. Şimdiden mutlu olduğuma göre su gerçekten şifalıydı. Uzandığım yerde biraz kestirmişim, gözümü açınca etrafta kimsecikler yoktu. İyi ki yoklar, horladıysam kaçmışlardır(!) diye kendi kendimle dalga geçince güldüm. Yine havuza girdim ve terledim. Sonrasında duşumu alıp odama çıktım. Yemeğe iki saat kadar vardı. Kitap okumakla zaman geçerdi. Davut Tunçbilek’in yazdığı “Nuriye” adlı romanı okumaya başladım, okurken uyuya kalmışım.

Uyanınca giyindim ve lokantaya indim. Büyük ve temiz olan lokanta masa düzeniyle çok şıktı. Açık büfedeki yemekleri, salgından dolayı  tabaklarımıza çalışanlar dolduruyordu. Dökmemek için az miktarda çok çeşit aldım. Geniş olan camlı balkonda, pencere kenarına geçtim. Gece, ışıklar altında ki ilçenin manzarası muhteşemdi. Aşağıda etrafı şezlongla çevrilmiş, devasa bir havuz daha olduğunu gördüm.

Gündüz müşteri azdı ama buraya tur ile gelenler olmuş lokanta bayağı kalabalıklaşmıştı. Herkes mesafeye dikkat ediyor, aileler ve tur grupları ise birlikte oturuyorlardı. Kaşık çatal sesleri arasında sohbetler sonunda şen kahkahalar ortalığı çınlatıyordu. Garsonlar etrafımızda fır dönüyor, her istediğimizi anında yapıyorlardı. Nefis yemeklerden sonra çayımı yudumlarken, burada yalnız olmam beni üzmedi. Çok güzel bir mekânda kafamı dinlendirmek için gelmiştim.

Odama çıkınca TV açmadım, ısıtıcıda su kaynatıp sallama çay yaptım. Çay eşliğinde kitabı kaldığım yerden okumaya başladım. Kitabın kahramanı Nuriye, erken yaşta evlendirilmiş çileli bir köy kızı. İlkokuldan sonra okutmayan babasından, evlenince kocasından eziyet görüyor. Bu arada ikiz çocuğunu kaybediyor. Büyük üzüntüler sonunda böbreği iflas ediyor ve diyaliz hastası oluyor. Nuriye’nin çileli hayatına çok üzüldüm, kitapta kaldığım yeri işaretledim. Uyudum.

Sabah uyandığımda perdeleri ve sürgülü camı sonuna kadar açtım. Yattığım yerden dağ ve orman manzarasını seyrettim, mis gibi orman havasını içime çektim. Kahvaltı salonuna indiğimde, kahvaltılıklardan az az alarak karnımı doyurdum, bol bol çay içtim. Balkondan dışarıya bakarken ormanın beni çağırdığını hissettim.

Bekle beni orman! diyerek otelden dışarı çıktım. Rengârenk çiçekleri koklayarak, okşayarak bahçeyi geçtim. Patika yoldan, sık ağaçlı ormana tırmandım. Bir çam ağacının altına oturup ayakkabılarımı çıkardım. Taşı, toprağı, otları hissetmek, vücudumda ki elektriği boşaltmak istedim. Önümde ki ilçeyi, – otelde ki tarihi bilgiler ışığında- kuşbakışı izlemeye koyuldum. Lidyalılar, tarihi kıyafetleriyle; tek katlı toprak evlerinde, çarşıda, pazarda, kırda dolaşırken gözümde canlandı. Onların sade yaşamı, az nüfusları varken şimdi buranın kalabalık nüfusunu, devasa binalarını ve insanların karmaşık yaşamını gördüm. Dünyanın ilk oluşumundan beri, canlı ve cansız varlıklar zaman içinde evreler geçiriyordu. Epey oturduktan sonra aşağı inerken dizlerimin rahat hareket ettiğini hissettim. Kaplıca suyu, bu gidişle dizlerime iyi gelecekti. Otel önüne gelince ayakkabılarımı giydim. Bir saat kadar süren gezim, yaşama sevincimi katlamıştı.

Odamdan, aşağı indiğimde, havuz kalabalıktı. Engelli, romatizmalı, hastalığı olan, yurt dışından gelen derdine derman arayan insanlarla tanıştım. İç havuzda dış havuzda yüzme, su masajı derken, uzun süre kalınca daha çok terledim. Sonra sauna odasına girdim. Tahta zemin üzerinde oturmak yaksa da dayandım. Wiks kokusu burun deliklerimden bütün hücrelerime yayıldı. Öyle terledim ki vücudumun suyu sanki şelale oldu, çağladı. Çıktım, soğuk suyla şok duşu aldım. Buhar odasına girince; ter attım, nefes borularımın soba borusu gibi genişlediğini duyumsadım! Sauna ve buhar odasına yalnız bir kişi girebiliyordu, zaten benden başka kimse yoktu. Sonrasında havuz derken, yorgunluktan canım çıksa da kuş gibi hafiflemiştim.

Kese ve masaj randevusu aldıktan sonra odama çıktım. Çayımı yudumlarken kitabımı kaldığım yerden okumaya başladım. “Nuriye, köy muhtarının yardımıyla devletin açtığı diyaliz oteline yerleşiyor. Kıyafetiyle, ruhsal durumuyla o kadar perişan ki… Bu acınası durumunda karşısına çıkan otel müdürü, zamanla onun güvenini kazanıyor. Emekli bir öğretmen olan müdür bey, onu etrafındaki insanlarla tanıştırıyor. Bu duruma gelmesine neden olan sorunlarıyla, yüzleştirmeye çalıştırıyor. Ah! Yine esnemem başlıyor ve kitap elimde uyuya kalmışım.

Akşam yemeğine zor yetiştim. Lobide birkaç kişiyle tanıştım, kahvemi içtikten sonra odama çıktım. Kitap gittikçe ilgimi çekti. Çünkü yerlerde sürünen bir kadın, bir öğretmenin yüreğine dokunuşuyla ayağa kalkıyordu. “Nuriye kendine bakmaya, güzel giyinmeye başlıyor. Babasıyla barışmak için köyüne gidiyor. Kendine kötülük eden eşini, mezarında ziyaret ediyor. Ölmüş ikizlerine ölümü kondurmasa da onların ölümünü kabulleniyor.” Okurken, beni kuşatan uykuya yenilerek, uyumuşum.

Sabah kapımı tıklatan genç ve güzel iki bayan, odamı temizlemeye gelmişlerdi. Lise mezunu olan hanımlar, işsizlik ortamında işlerinin olmasına seviniyorlardı. İşleri bitince otelin hamamından faydalanıyorlarmış. Ben, “Güzelliğinizi sıcak suya mı borçlusunuz?” dedim, gülüştüler. Bana, belki kendileri içinde gerçekleşmesini istedikleri bir olayı anlattılar. Otele gelen zengin bir müşteri, arkadaşlarından birini beğenip onunla otelin havuzlu bahçesinde düğün yapıp, evlenmiş. Şimdi bir çocuğu olmuş ve çok mutluymuş. Anlatan kız, gözlerini yumup iki elinin avuçlarını birbirine yapıştırıp burnuna dayadı. Vücut dili san ki, “ Benimde başıma böyle mutlu bir olay gelsin” der gibiydi. Onlara, “En büyük zenginliğiniz, çalışarak elde ettikleriniz.” Dedim. İşlerinde kolaylık dileyip yemek salonuna indim.

Sabah kahvaltısından sonra havuz, sauna, buhar odası, yoğun ter atma, ardından duş alma derken kese sıram geldi. Kese yaptırmak için gittiğim Türk hamamı; beyaz mermerle kaplanmış, çok geniş, ortasında göbek taşı olan, sıcacık, tertemiz üstelik bomboştu. Kendimi yarım saat sıcak suda ıslatıp derimi yumuşattım! Özbekistanlı keseci hanım geldiğinde hazırdım. Keseci hanım sempatik ve konuşkandı. Üç yıldır bu işi yapıyor ve memleketinde olan kocası ve çocuklarına bakıyormuş. Memleketi uzak ve uçak bileti pahalı olduğundan onları bir kere görmeye gitmiş ve çok özlüyormuş. Kese ve kesenin arkasından özenle yapılan köpük masajı beni gevşetti. A! Bir baktım, ben yokum. Kendimi yokladım kütlem yerinde ama içim kanatlanmış uçuyor!

Odama çıktığımda tuzsuz helva gibi sallanıyordum. Bir bardak sıcak çay içip hemen yattım. Birde, “Gündüz uyuyamam ki.” derim! Öyle bir uyumuşum ki nerdeyse akşam yemeğini kaçıracaktım. Servis yapan kızlar, kibarlığı ve güler yüzleriyle otel müşterilerinin kalbini çalmıştı. İçlerinde üniversite mezunu olanlar vardı. Son akşam yemeğim olduğunu söyleyip onlarla vedalaştım. Büyük havuz kenarında düğün yapılıyordu. Oradan gelen müzik eşliğinde ve ışık seli içindeki ilçeyi seyrederek yemeğimi yiyip, çayımı içtim.

Odama çıkınca ilk işim, kitabı okumak oldu. “Nuriye otelde kaldığı dört yıl boyunca açık öğretimde ortaokulu bitiriyor ve liseye kaydoluyor. Bu arada halk eğitiminin verdiği beceri kurslarına gidiyor. Sanatçı ruhu sayesinde boyama kursu sertifikası alıyor. Köyüne gidip gelirken köylerinde, karısı ölen öğretmenin ilgisini çekiyor. Öğretmenin isteği üzerine köyünde, Halk Eğitimi tarafından kurslar açılıyor. Nuriye de boyama kursu eğitmeni olarak bu kurslarda görev alıyor. Nuriye’nin dış ve iç güzelliğine vurulan öğretmen, kursta onu daha yakından tanıyor ve evleniyorlar. Nuriye, öğretmenin küçük kızını ikizlerinin yerine koyuyor onu çok seviyor. Karı koca birbirleriyle çok iyi uyum sağlıyorlar. Dokuları da uyum sağlayınca eşi bir böbreğini Nuriye’ye veriyor. İki yıl sonra oğullarının olması, mutluluklarına mutluluk katıyor.”

Kitap kurgusuyla mutlu sonla biten Türk filmlerini anımsatsa da, müthiş bir başarı öyküsüydü. Nuriye, ona uzatılan ele tutunuyor. Karamsarlığı bırakıp, yaşamayı seçiyor. Başına gelen acıklı olayları kabulleniyor ve onlarla yüzleşiyor. Geleceğini kurtarmak için okuyor, aynı zamanda devletin sunduğu meslek edinme kurslarına katılıyor ve meslek ediniyor. Ayağını, “kaliteli yaşamaya hazırlığıyla” yere sağlam basıyor.

Otelde çalışan kadınlar lise, üniversite mezunu oldukları halde temizlik ve yemekhane işçisi olarak çalışıyorlar. Gurur yapıp iş beğenmezlik etmiyorlar. Amaçları, para kazanmak olsa da onlar; dimdik, ayaklarının üstünde durmayı istiyorlar.

Kitabı bitirince; beni öğretmen yapan devletimin yatılı okuluna, okuma sürecinde maddi manevi desteğini veren babama, bu olanakları kullanarak öğretmen olan kendime çok teşekkür ettim. Okulu zekâmla kazandım ama elli yıl önce kızların okumasının ayıp ve günah sayıldığı bir ortamda yaşıyordum. Babam, çevresinde ki insanların olumsuz sözlerine kulak verseydi beni okula göndermezdi. İleri görüşlü babamın sayesinde meslek sahibi oldum. Mesleğimin verdiği maddi manevi destekle, başımdan geçen tatsız olayları kolay atlattım. Her zaman söylerim, “Kız çocukları babalar tarafından desteklenmeli ve okutulmalı.” Okumayanlar ise Nuriye gibi mücadele vermeli.

İstediğim yere gidebiliyor, istediğimi alabiliyor, kızlarımı okutuyor, buranın sıcak su nimetinden yararlanıyorsam babam sayesindedir. Kamyonların arkasında “BABAM SAĞ OLSUN!” yazar. Bende, odamın penceresinden görünen ormandaki ağaçlara yazdım, “BABAM SAĞ OLSUN!”

Şehriban Tuğrul (Gökçe Çiçek)

Eğitimci Yazar

Gökçe Çiçek
1

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Çocukluk Çağımız Daha Güzeldi Sadi Geyik

Anı

Bir cevap yazın