Bandırma’ya Yolculuğum – 5. Bölüm

Ama bu gece daha sert ve kalın sese bürünmek istiyordum. Kararlıydım, bunu başarmam gerekiyordu. Arkamızdaki sazın tellerinden süzülen kısık fon müziği eşliğinde teker teker şiirlerimizi okuduk. İstediğim hedefi tutturabilmiş miydim? Doğrusu, hayır… Şimdilik.

Radyo sanatçıları Abdullah Gündüz ve Cemile İnce Yücel geceye damgasını vuranlardandı. Abdullah Bey’in mikrofonik sesi hem sunum yapmış, kimi zaman Cemile Hanım’a eşlik etmişti. Bu muhteşem sevimli iki saygın insanı önceki etkinliğimizden tanıma şansına edinmiştim.

Ses, yorum, vücut dili ve nota…

Bir bütünün kemikleşmiş haliydi sanki. Operayı andıran ses, kendini kaybedercesine yapılan yorum, yüz mimik hareketleriyle beraber bedenin aldığı duruş, şarkının her notasıyla kuşanmak; çok az ses sanatçısında gördüğüm bütünlüktü.

Bir ara salondan çıktım. Alev Bey’i karşıdan gelirken görünce şaşırdım. O salondaydı. Ne ara orayı terk etmiş, üstelik gittiği yerden dönüyordu?

“Hocam salonu terk ettiğinizi hiç fark etmedik!”

“‘……..’ kelime ne anlama geliyor? İşte sana bomba bir soru!”

 Ne dediğini anlamadım. Daha önce hiç duymadığım kelimeyle sınava çekiliyordum sanki.

“Bilmem” dedim. “Sanırım Türkçe değil…”

“Hiçbir dilde yok ki bu kelime Türkçede olsun. Fakat olmayan bu kelimeyi içeride kullandılar”

Alev Bey’in yüzü kızarmıştı. Sanki öfkeliydi. Bu öfke ona bir iki duble de içirmiş olmalıydı.

“Anlıyorsun değil mi? Ol-ma-yan kelimeyi kullandılar. Türkçe katlediliyor…”

“Hocam şiir bu, belki betimleme yaparken eşleştirmişlerdir. Belki de dil sürçmesidir, olamaz mı?”

“Olamaz efendim, olamaz!  Türkçe bu şekilde kirletilemez.”

Şaşırdım.

“Alev Bey” dedim, sonrasında kendime şaşırarak, “Başkasının yaptığı her hatada gidip birkaç duble içip gelecek misiniz? Kendinizi harap etmek denir buna. Olan olmuş, siz her şeyi düzeltemezsiniz ki!”

Alev Bey’in beklediği cevap değildi. Bir an durdu. Kaşları çatıldı. Ciddi yüzü biraz daha kızardı. Gözleri yüzümdeydi. Aniden dudaklarını büzerek o çocuksu yüz ifadesine büründü yeniden. (kızgın olanına)

“Ben zaten seni hiç sevmemiştim!”

Gecenin sonunda alınan ani karar, sahnedeyken anonsla duyuruldu. Fakat içeriğini o an anlayamadık. Herkes birbirine sorarak anlamaya çalışıyordu. Gece boyunca sunulan eserler bir araya getirilerek kitap oluşturulacak, Bandırma’ya, dolayısıyla Belediye Başkanına armağan edilecekti. Tam bu noktada sorun yaşandı. Emine Hanım’ın gergin hali ortadaydı. Eserlerin verilmek istenmediğini düşündüğü için sinirlenmişti. Oysa kimse ne olduğunu anlamamıştı. Edebiyat Galerisi kurucusu ve etkinliği düzenleyen kişidir sevgili Emine Pişiren. Etkinlikteki kemik kadro olan on dokuz kişiden biriydim. Kadronun dışında etkinliğe katılanlar masraflarını kendileri üstlenerek katılmışlardı etkinliğimize. Geneli Edebiyat Galerisi üyelerindendi. İş böyle olunca başı çekmek zordu tabii.

Tur gezilerinde herkesin birlikte olması ve başı izleme şartı aranırdı. Bu yüzden alınan kararlar anlaşılır, topluca uyulurdu. Etkinlikte böyle olmadığını görüyordum. Herkes kendisine en yakın olan kişi ya da kişilerle gruplaşıyordu. Dağılan grupları toparlamak hayli zordu.

Eken otelinde son gecemizdi. Hepimiz bir aradaydık. Gültekin Hanım kitabından seçtiği şiirini okurken, hepimize duygulu anlar yaşattı. Sevgili arkadaşımın dudakları titriyor, kimi yerde duraksıyor, gözlerinden süzülen yaşlar yanaklarını ıslatıyordu. Son gece de misafirlerini güzel bir şiirler uğurluyor olması son derece anlamlıydı.

14 Ekim beraberliğimizin son günüydü. Yarın kuş cennetine olan geziden sonra herkes dağılacaktı. O otobüste olmayacaktım. Erden Soytürk hocam, Orhan Oyanık, Jale Demir ve ben Bandırma civarlarındaki tarihi yerleri gezecektik. Akşamdan kararlaştırılmıştı. Yol için erken almamız gereken bileti aldıktan sonra gruba katılacaktık.

Sabah otelin kabul salonunda valizlerimizle beraber kalabalık oluşturmuştuk. Biz dört kişi oda anahtarlarımızı teslim ettikten sonra valizlerimizi otel görevlisine bırakarak dışarı çıktık. Kuş cennetine gidecek arkadaşlar dışarıda gruplaşmış otobüslerini bekliyordu. Biz manastıra gitmek üzere onlardan ayrılmak üzereydik ki ortam birden hareketlenmeye başladı. Sağa sola koşuşturanlara anlam veremeden biz de onlara katıldık. Sevgili Emine Pişiren heyecanla, kendine has paniği ile birini arıyordu. Şaşkınlık içinde birbirimize, “Neler oluyor?” sorusuna cevap arama telaşındaydık. Çok geçmeden Gültekin Hanım’la beraber yanımızdan uzaklaşan Emine Hanım’ın arkasından bakakaldık. Ali Haydar Bey görünene kadar da ne olduğunu anlayamadık. Ali arkadaşımız ufak kalp spazmı geçirmiş olması hepimizi üzmüştü. Aklımız gece rahatsızlanarak sabah erkenden hastaneye gitmiş olan arkadaşımızda kalarak yola koyulduk.

Çok geçmeden Erden Hocam arka koltuğa dönerek yüzüme baktı.

“Herhalde ‘Benim bu adamın arabasında ne işim var?’ diyorsundur” dedi.

“Aa evet, binerken düşünmüştüm, fakat şimdi geçti (!)”

Sevimli kahkahası hepimizin neşesini yerine getirdi.

“Bak, nasıl da biliyorum!”

Hocamla benim aramda geçen bu ufacık kinayeli söylev kimsenin dikkatini çekmedi. Ya da soru işaretleri ortamı bir süreliğine sessiz arayışlara sürüklemiş de olabilir… Herkes kendi dünyasında kim bilir hangi yöne doğru yolculuk yapıyordu. Benim ise adresim belliydi. Çizgisini oluşturmuştu. Bayan ukalanın, zirve yapan çığlıkları daracık alanda kol gezmeye başlamıştı bile.

İşte!
Ana olmak böyledir beyler!
Evlat acısı damarların kuruyuşudur.
Evlat acısı ışığının sönüşüdür,
Evlat acısı giden dilimiyle yok eder bütünü.
Evlat acısı sevgisiyle eş değer
Evlat acısı sünger gibidir beyler!
Özlemiyle, vuslatıyla şiştikçe şişer.

Sitede paylaştığım bu şiirime Erden Soytürk’ün yine siteden vermiş olduğu isyan yüklü yorumu.   

“Hangi hakla!” demişti. “Bu önyargı nereden geliyor?”

Ben ukala şaşkındı, Allah Allah! Böyle algılanacağını hiç düşünmemişti. Günümüz analarının neden acı çektiği ortadaydı, onlara ölümlerle o acıyı yaşatanlaraydı feryadı ama…

Beylerin evlada olan duygularını nereden bileyim canım? Bilemem ki, onlar da kendi yüreklerini açsınlar, ne kadar kanadıklarını öğrenebileyim. Duygusuz bir babanın kızıyım ben. Ardından yine kötü baba kurbanı olan ruh hastası bir diğer baba…”

Neyse demişti bayan ukala, uygun olan cevabı vermiş oldum.

Şiirdeki vurguyu törpülemeye kararlıydı.

“Ben de onu diyorum işte! Bu ön yargı nereden geliyor?”

Soğuk, mesafeli, yargılayan, hatta küçük düşürücü etkisiyle şok yapan bu bir iki satırın yanında yumuşatıcı kullanılmamıştı. (İşte! Sanalın en berbat yanı buydu. Beden dili yoksa yumuşatıcısız her yorum küfür etkisi yapabiliyordu. Bu etkinliğin bana sağladığı en önemli faydaların bir diğeri buydu. Teşekkürler.)

Ortam, Kargalar konusuyla başka boyuta geçince; içimdeki çığlıkları pencereden uçuruverdim.

“Siz ne söylerseniz söyleyin, kargaları bana sevdiremeyeceksiniz!” diyordu sevgili Jale. “Hırsızlar, benciller vb”

“Ben çok seviyorum” dedi Erden Bey, “Hatta bir zamanlar besledim bile…”

SÜRECEK

SUZAN KUYUMCU son yazıları (Hepsini Gör)
4

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Aralık Kapıdan Sızanlar Suzan Kuyumcu (1. Bölüm)

Öykü

4 Yorumlar

  1. Güzel etkinliğe hakkını vermek gerekiyordu, yazarak kalıcılığını kılmak benim için önemliydi. Fevziye’ciğim sağ ol canım arkadaşım

    0
  2. Aaa sitede Erden Hoca’yla olan o konuşmanızı okumamışım demek ki. Şimdi karşıma çıkınca yine gülümsedim. Kalemine, yüreğine sağlık. Bakalım nasıl sona erecek?

    1
  3. O eskidendi sevgili arkadaşım, pek çok şey gibi onu da aştım. Yorum da çok çok haklısınız, Ne basit olayları dert edinmişiz. 🤗 teşekkür ederim

    0
  4. ATİLLA YÜCEAK

    İnsanlara kırgınlıklarınızı gösterdikçe;
    Sizi kırmamak için özen göstermezler.
    Bardak kırdıkça su içilmesi gibi!

    İyisi mi:
    Hiç kimseye kırgınlıklarınızı göstermeyin…

    Roj baş!
    Erinç ve gönenç içinde sağlıklı bir gün diliyorum #Lavanta kokulu yuvanızda öğretmenim

    Saygılarımla!

    1

Bir yanıt yazın