BİR HAFTA, ÜÇ GÜZEL İNSAN
Bugün 5 Nisan 2021 Pazartesi. Yazı Dükkanı’nın değişik alanlardaki başarıları devam etti ve her günü benim açımdan sevinçle dolu bir hafta daha geride kaldı. Yazı Dükkanı ailesiyle varılan tatların üstüne, üç güzel insandan gelen pozitif enerji, duygularımıza taze renkler kattı. Sizin için insan yönleri, emekleri ve katkılarıyla değerlendirdiğim bu üç güzel dostu bir kez daha anımsayalım.
1-YÜCEL DUMAN
Almanya’nın Wiesbaden bölgesinde yaşayan yazarımız, geçen hafta sonu 140 kilometre yol katederek, edebiyatçı arkadaşlarıyla buluştu ve “Dükkan’dan Dünya’ya GÖNLÜMÜZCE” kitabımızı onlara tanıtarak, arkadaşlarını Yazı Dükkanı’na katılmaya davet etti. Bu çalışmalarını ve konuşmalarını videoya kaydederek, sayfasında paylaştı. Yücel Duman’ın övgüye değer destek hareketi ve videosu Yazı Dükkanı ailesinin Facebook sayfalarında ve YouTube kanalında paylaşıldı.
***
2-NEŞET GÖKOĞLAN
Geçen hafta bir başka güzel insanla daha tanıştım. Burdur’da yaşayan emekli eğitimci Neşet Gökoğlan’ın telefondaki sesi, heyecanı, coşkusu tıpkı bir lise öğrencisininki gibiydi. İlk kez konuştuğumuz için yaşını bilemezdim. Yazmış, yazmaya doyamamış bir dost vardı karşımda ve bir ara “85 yaşımdayım” dediğinde, duyduğuma inanamadım. Bu yaşta böyle azimli olması, gelecekle ilgili tasarımlar yapması beni de heyecanlandırdı.
Neşet Gökoğlan’ı her yönüyle bu hafta içinde size tanıtacağım.
***
3-TURHAN ÖZTÜRK
Geçen haftanın son günü bir diğer güzel insanı, Bartın’dan Turhan Öztürk’ü size tanıtmıştım. Siz de O’na değişik tümcelerle “hoş geldin” demiştiniz.
Turhan Öztürk konukseverliğiniz karşısında duygularını aşağıdaki yazıyla anlatıyor. Hep birlikte okuyalım:
“HOŞ BULDUK
Recai Bey, biraz da emrivakiye getirerek benim için, “artık bizimle…” paylaşımı yapınca başlangıçta pek önemsemedim olanı biteni. Çünkü Karadeniz’in Batısı’ndaki küçük bir Anadolu şehrinde kendi mesaim içinde boğulmakla meşguldüm o sıra.
Sonra bir mesaj sesi geldi, “hoş geldiniz…” yazıyordu. Çok geçmeden bir mesaj daha, bir daha…
N’oluyoruz derken kısa sürede 60 mesaj alınca, anladım olayın değerini; sıra dışı bir durumla karşı karşıyaydım…
Mustafa Yeşilmen, Ethem Arı, Şevket Yılmaztürk, Fatmanur Caner, Şerif Kaya, Fevzi Keyik…
Kimdi bu insanlar? Herkesin hızla birbirinden uzaklaştığı bir dönemde hiç tanımadıkları birine üstelik hiç de alışık olmadığımız bir nezaketle selam veriyordu.
Hadiye Kılıçaslan, Cafer Kılınç, Nezihe Şirvan, Yavuz Yorulmaz, Serdar Hakyemezoğlu, Fevziye Şimdi…
Bir bakışta göze çarpan; eski zaman ismi “Yazı Dükkanı” da neyin nesiydi böylesine tutkulu takipçileri olan.
Oysa benim için sadece “geçerken uğradım” kıvamında bir yerdi Yazı Dükkanı. Küçük bir şehirde “adres belli olsun” kıvamında bir internet portalı yaparken, içinde “Bartın” geçen bir cümlenin peşine düşmekle başladı her şey. Yazının sahibi emekli eğitimci Nurettin Şenol beyefendiydi.
Cafer Yıldız, Cafer Keskin, Karacakız Emi. Öztürk, Meryem Göktepe, Melahat Atlamaz, Vedat Karacalar…
Baktım; hikaye de öyle bir bakıp geçilecek gibi değil. Tam 140 harflik twitter çağının yaşandığı bir dönemde, enine boyuna, tutkuyla kaleme alınmış, emek ve mesai harcanmış bir öykü. Üstelik ait olduğum topraklarda bana haber atlatmak gibi bir şey…
Kabul edilebilir değil hani…
Mesajlar düşüyor peş peşe hala; Demet Yürek, Sibel Karagöz, Türkan Deniz Esmer, Hasan Ünveren, Candan Turan, Pınar Tar, Necla Yıldız, Sadettin Şekerci…
Bir gayret ulaştım Nurettin Bey’e. Fikir işçiliğinden emekli olmuş bir gazeteci olarak herkes gibi copy pas yapmak yakışmazdı. Çünkü fikir kıymetliydi.
Kendisinden izin kopardım ama, Yazı Dükkanı platformunun Yayın Yönetmeni Recai Bey’den de bir olur almak gerektiğini söyleyince “Elbette…” diyecektim, başıma geleceklerden habersiz.
Hamdi Tabanlı, Yalçın Tentaş, Arzu Ayla Savaşçı, Ali Yıldırım, Muzaffer Candaner, Zeynep Koker, Seyit Ali İhsan, Fatma Hamiyet Oğuzhan, Dürdane Esin Acar…
Mesajların ardı arkası kesilmiyor. Bu durum ya cenazelerde “başın sağolsun”, ya da düğünlerde olur “Allah mesut etsin…” şeklinde yaşanırdı.
Böylesine bir aidiyeti yakın zamanda hiç görmedim demek abartı olmaz. Recai Bey’e ben de kaleme aldığım bir hikayemi gönderdim ki “bir aldık, bir verdik diyelim” ayağımız alışsın kıvamında.
İşte ne olduysa ondan sonra oldu.
Hasan Öğmen, Feryal Hivron, Cafer Kılıç, Özcan Soner, Nihat Yüksel, Osman Çoban, Ahmet Kardeşler, Suzan Kuyumcu…
Hayatımda isimlerini ilk kez duyduğum bu insanlar, nasıl oluyordu da hiç tanımadıkları biri için tuşlara basıp mesaj bırakıyordu. Bu insanları bir arada tutan aidiyet neydi?
Ailelerin bile kendi içinde parça pinçik olduğu bir dönemde, “eski tüfek kalemşörler” izlenimi veren aydın topluluğu incelemek artık kaçınılmazdı.
E onca mesajı da karşılıksız bırakmak olmazdı.
Mustafa Uzunarslan, Esmeri Alev Ekebaş, Nilgün Sezeralp, Veli Uluyol, Atilla Yüceak, Fuat Keyik, Ali Tumbat, Naciye Aktaş Koçak…
Sayfayı inceleyince çözdük tabi durumu. Yazı Dükkanı bir gönül sayfasıydı. Kimisi bilgisayar kullanmayı nasıl öğrendiğini, kimisi ilk işe başladığı gün neler hissettiğini, kimisi bir maniyi, kimisi hayatının bir döneminde önemsediği bir şiiri paylaşıyordu.
Burada sahtecilik, düzenbazlık yoktu. Her şey salt bir yalınlık içinde tatlı bir sarhoş mırıltısıyla sürükleniyor kentlerin sokaklarından, bozkırın ıssızlığına, dağların koyaklarından denizlerin maviliğine, şehirlerden, yaşanmışlıklardan süzülerek evlerimize, odalarımıza, zihinlerimize giriyordu…
Sözlerin değil yazıların samimiyetine inananları bir araya getiren ve raitingci yaklaşımın esir aldığı günümüz yayıncılık anlayışına baş kaldıran bireylerden oluşmuş bir toplulukla karşı karşıya buldum kendimi.
Namık Kemal Osmanağaoğlu, Sultan Kurşun Uluç, Çiçek Gökçe, Bedriye Çakıcı Canbaz, Hüseyin Sert…
Çünkü dostluklar ağır ağır kayıp gidiyordu hayatımızdan. Şehirler, sokaklar, mahalleler teknoloji ve dedikodunun esiri oluyordu.
Dedikodu deyip geçmeyin;
Namık Kemal’ın 19. yüzyıl sonlarında Mağusa Kalesi’ndeki sürgün hayatı 38 ay sürmüştü. Mezara benzeyen küçük taş hücre yaşanacak yer değildi.
Rutubet ve soğuk onu bitiriyordu. Pek çok kez sıtmaya yakalandı, kuyu suyu içti. Yiyecekler çok pahalıydı. Adada bir süvari yüzbaşısı, dört süvari ve iki topçu erinden oluşan yedi kişilik bir güvenlik vardı. Kapının önünde iki nöbetçi…
Yalnızdı. Yılanlarla, kertenkelelerle, fare ve pirelerle arkadaş oldu. Karınca besledi. Mağusa’da en çok olan zamandı, tüm uğraşını edebiyata ayırdı.
“Akif Bey”, “Gülnihal”, “Zavallı Çocuk”, “Kara Bela” gibi önemli eserlerini burada yazdı. Sürekli ailesine, dostlarına mektuplar kaleme aldı. Tesellisi gelen mektuplar ve kitaplardı. Edebiyat sıkıntılarını azalttı.
Yaşadıklarından dolayı kuşkusuz üzgündü, ailesinden, dostlarından ve gazetecilikten uzaktı. Ailesi parçalanmış, maddi sıkıntıları vardı. Peki en çok neden şikayet etti biliyor musunuz?
“Bir sivrisinek, bir dedikodu…” dedi Namık Kemal. Zaman içinde bilim gelişti, sivrisinekle mücadele etmenin bir yolu bulundu. Ama dedikodu içten içe çürüttü toplumu.
Böyle işte. Bunca sıkıntıların, sahteliklerin içinde uçsuz bucaksız bir vaha gibiydi Yazı Dükkanı.
Gazeteciler bilir, uzun yazılar hem az okunur hem de gazeteye sığmadığı için tüm editörler tarafından hürmetle! anılır.
O yüzden daha fazla uzatmıyorum. Sık beraber olamayız belki ama bilesiniz ki sizin dükkanın Bartın’da bir müşterisi var.
Bu duygularla Yazı Dükkanı müdavimlerine; Bartın’dan, kadim Amasra’dan selam olsun; hoş bulduk…
- Adamlar Yaşamlar 16. Bölüm Recai Oktan - 5 Nisan 2023
- Adamlar Yaşamlar15. Bölüm Recai Oktan - 3 Nisan 2023
- Adamlar Yaşamlar 14. Bölüm Recai Oktan - 30 Mart 2023
Yazımı okudum birisi ile sohbet mi ettim anlamadım Mürekkebin iz Bitmesin
Üç yazarımıza da tekrar hoş geldiniz diyorum.Yazı Dükkanının gün geçtikçe güç kazandığını görerek mutlulukların en güzelini yaşıyor üyelerimizin her biri. Yazılarınızı sabırsızlıkla bekliyoruz. Saygılar,selamlar . Güç verdiniz. Teşekkürler.
Siz çok yaşayın Recai abe
Hoş gelmişler sevgili dostlar, Ailemizin gün geçtikçe dallanıp budaklanması bize bir başka sevinç ve güç veriyor. Daha güçlü, aydınlık günlere hep beraber ulaşmak dileklerimle.
Off off ne güzel bir yazıydı öyle.
Sanki Turan bey az önce karşımdaydı da bunları yalnızca ben dinledim kendisinden bana anlatıyordu.
Bazı yazılar da böyle kanlı canlı olur karşında durur adeta.
Bu da o türdendi galiba.
Oysa onlarca merhabaya bir iadeyi merhabaydı yalnızca.
Yani bir hoş bulduk yazısıydı yalnızca
Ama sahiden öyle miydi?
Peki ben niye sıcaklığını hissettim.
Bartın nerde Malatya nerde demi ama.
Ama yok benimde anılarımda Bartın sıcak bir yer tutar.
Belki bu da o sıcaklıkların toplamından biriydi…
Bartın’ a ve Turhan özturk hocama buradan kocaman selamlarımı yolluyorum.
Tekrar hoşgeldiniz üçünüzde diyor bu muhteşem gelişinizi selamlıyorum.
Ayrıca Recai bey hocama da bu derlemesinden dolayı teşekkür ediyorum.