ŞİİR
“Bana göre, dürüst düşlemelerle örülen, içtenlikle biçimlendirilen, yazanın vermek istediklerini, karşılıksız, bedelsiz, önkoşulsuz sunduğu, renkleri alana göre değişen bir bukettir.”/Recai Oktan.
*
Şiirden söz etme fırsatı bulduğuma göre, birden çok kez okuduğum, kimini ezberlediğim şiirlerden bazılarını paylaşmak gerek. Yazdıklarımla kimseyi etki altına almak istemiyorum. Aslında iyi şiir yazan, öteki iyi şiir yazandan etkilenen, esinlenen ama taklit etmeyendir.
Nazım Hikmet’ten
PİRAYE İÇİN
İlk göz göze geldiğimiz günkü elbiseni çıkar sandıktan,
giyin, kuşan,
benze bahar ağaçlarına…
Hapisten mektubun içinde yolladığım karanfili tak saçlarına,
kaldır, öpülesi çizgilerle kırışık beyaz, geniş alnını,
böyle bir günde yılgın ve kederli değil,
ne münasebet,
böyle bir günde bir isyan bayrağı gibi güzel olmalı
Nâzım Hikmetin kadını…
Recai Oktan’ın notu: Nazım’ın, bu şiirinde büyük beceriyle kullandığı ve sanki şiir diline uygun değilmiş gibi görünen “ne münasebet” deyimini, yerli ya da yabancı başka hiçbir şairde Türkçe ya da kendi dillerinde bulamadım. Bu beceri, ustalıkla birlikte istek, emek ve zamanla da ilgili olmalı.
*****
Duygu, düşünce ve söylemleriyle evrensel değerini kabul ettiren Ataol Behramoğlu’ndan bir örnek:
YENİ AŞKA GAZEL
uçurumlardan geçerek gelirim sana
delice, uçarak gelirim sana
unutup kederle biteni nice kez
merak merak gelirim sana
içim şarkılarla dolup taşarken
dilim dolaşarak gelirim sana
aklım bir pazar yerinden karışık
gönlüm tepetaklak gelirim sana
yeniden öğrenmek için herşeyi
bildiklerimi unutarak gelirim sana
dünyaya henüz gelenden farksız
çığlık çığlık, çırılçıplak gelirim sana
kopar diye beni köklerimden yine
uçur diye ey aşk, gelirim sana
***
Çoğumuzun TV dizilerinden ve sinema filmlerinden bildiğimiz Ebru Cündübeyoğlu’ndan bir örnek:
ÇİLEK REÇELİ
Bu sabah, kirpiklerimi yakaladım
Güneş ışığıyla kırıştırırken
Çilek reçeli yapışmış dudaklarıma
Aydede beklemiş penceremde
Ben kalkınca yatacakmış yatağıma.
Bu sabah, çocuk kaçmış içime
Çoraplarımı tutamadım ayağımda
Nota basıyor ayaklarım
Pembe dönen etek giydim
Fatoş bebekler kadar güzeldim.
Bu sabah, kafesini açtım uçurtmaların
Pamuk helvalar sıkıştırdım
Bulutların arasına.
Gökkuşağı mavisini göndermiş
Beni istemek için yanlarına
Saklambaçta ben yendim
Gözleri fısıldadı kulağıma
Mutluluğu sobeledim
Saygı adımda hecelenmiş
Huzur soluduğum havada.
Kirpikleri buluştururmuş güven
Yıllarca gürültülü kalplerde aradım
Sevgiyi dün gece ben
Parmak uçlarında yakaladım.
***
Hasan Hüseyin Korkazgil’in, çoğunuzun yakından bildiği şiiri;
HAZİRANDA ÖLMEK ZOR
…orhan kemal’in güzel anısına…
işten çıktım
sokaktayım
elim yüzüm üstümbaşım gazete
sokakta tank paleti
sokakta düdük sesi
sokakta tomson
sokağa çıkmak yasak
sokaktayım
gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
yaralı bir şahin olmuş yüreğim
uy anam anam
haziranda ölmek zor!
havada tüy
havada kuş
havada kuş soluğu kokusu
hava leylâk
ve tomurcuk kokuyor
ne anlar acılardan/güzel haziran
ne anlar güzel bahar!
kopuk bir kol sokakta
çırpınıp durur
çalışmışım onbeş saat
tükenmişim onbeş saat
acıkmışım yorulmuşum uykusamışım
anama sövmüş patron
ter döktüğüm gazetede
sıkmışım dişlerimi
ıslıkla söylemişim umutlarımı
susarak söylemişim
sıcak bir ev özlemişim
sıcak bir yemek
ve sıcacık bir yatakta
unutturan öpücükler
çıkmışım bir kavgadan
vurmuşum sokaklara
sokakta tank paleti
sokakta düdük sesi
sarı sarı yapraklarla birlikte sanki
dallarda insan iskeletleri
asacaklar aydemir’i
asacaklar gürcan’ı
belki başkalarını
pis bir ota değmiş gibi sızlıyor genzim
dökülüyor etlerim
sarı yapraklar gibi
asmak neyi kurtarır
sarı sarı yaprakları kuru dallara?
yolunmuş yaprakları
kırılmış dallarıyla
ne anlatır bir ağaç
hani rüzgâr
hani kuş
hani nerde rüzgârlı kuş sesleri?
asılmak sorun değil
asılmamak da değil
kimin kimi astığı
kimin kimi neden niçin astığı
budur işte asıl sorun!
sevdim gelin morunu
sevdim şiir morunu
moru sevdim tomurcukta
moru sevdim memede
ve öptüğüm dudakta
ama sevmedim, hayır
iğrendim insanoğlunun
yağlı ipte sallanan morluğundan!
neden böyle acılıyım
neden böyle ağrılı
neden niçin bu sokaklar böyle boş
niçin neden bu evler böyle dolu?
sokaklarla solur evler
sokaklarla atar nabzı
kentlerin
sokaksız kent
kentsiz ülke
kahkahanın yanıbaşı gözyaşı
işten çıktım
elim yüzüm üstümbaşım gazete
karanlıkta akan bir su
gibi vurdum kendimi caddelere
hava leylâk
ve tomurcuk kokusu
havada köryoluna
havada suçsuz günahsız
gitme korkusu
ah desem
eriyecek demirleri bu korkuluğun
oh desem
tutuşacak soluğum
asmak neyi kurtarır
öldürmek neyi
yaşatmaktır önemlisi
güzel yaşatmak
abeceden geçirmek kıracın çekirgesini
ekmeksiz yuvasız hekimsiz bırakmamak
ah yavrum
ah güzelim
canım benim / sevdiceğim
bitanem
kısa sürdü bu yolculuk
n’eylersin ki sonu yok!
gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
uy anam anam
haziranda ölmek zor!
nerdeyim ben
nerdeyim ben
nerdeyim?
kimsiniz siz
kimsiniz siz
kimsiniz?
ne söyler bu radyolar
gazeteler ne yazar
kim ölmüş uzaklarda
göçen kim dünyamızdan?
asmak neyi kurtarır
öldürmek neyi?
yolunmuş yaprakları
ve kırılmış dallarıyla bir ağaç
söyler hangi güzelliği?
kökü burda
yüreğimde
yaprakları uzaklarda bir çınar
ıslık çala çala göçtü bir çınar
göçtü memet diye diye
şafak vakti bir çınar
silkeledi kuşlarını
güneşlerini:
«oğlum sana sesleniyorum işitiyor musun, memet,
memet! »
gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
üstümbaşım elim yüzüm gazete
vurmuşum sokaklara
vurmuşum karanlığa
uy anam anam
haziranda ölmek zor!
bu acılar
bu ağrılar
bu yürek
neyi kimden esirgiyor bu buz gibi sokaklar
bu ağaçlar niçin böyle yapraksız
bu geceler niçin böyle insansız
bu insanlar niçin böyle yarınsız
bu niçinler niçin böyle yanıtsız?
kim bu korku
kim bu umut
ne adına
kim için?
«uyarına gelirse
tepemde bir de çınar»
demişti on yıl önce
demek ki on yıl sonra
demek ki sabah sabah
demek ki «manda gönü»
demek ki «şile bezi»
demek ki «yeşil biber»
bir de memet’in yüzü
bir de güzel istanbul
bir de «saman sarısı»
bir de özlem kırmızısı
demek ki göçtü usta
kaldı yürek sızısı
geride kalanlara
nerdeyim ben
nerdeyim?
kimsiniz siz
kimsiniz?
yıllar var ki ter içinde
taşıdım ben bu yükü
bıraktım acının alkışlarına
3 haziran ’63’ü
bir kırmızı gül dalı
şimdi uzakta
bir kırmızı gül dalı
iğilmiş üzerine
yatıyor oralarda
bir eski gömütlükte
yatıyor usta
bir kırmızı gül dalı
iğilmiş üzerine
okşar yanan alnını
bir kırmızı gül dalı
nâzım ustanın
gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
bir basın işçisiyim
elim yüzüm üstümbaşım gazete
geçsem de gölgesinden tankların tomsonların
şuramda bir çalıkuşu ötüyor
uy anam anam
haziranda ölmek zor!
***
Edip Cansever’den, derin anlamlar yüklediği şiiri;
GELİNCİKLER
“gerçekte bir sevinç, bir mutluluk yok değildir yüreklerimizde
sevgiler umutlar yok değildir
öyleyse neden çabuk küseriz birbirimize
çabuk öfkeleniriz
durup durup böyle hüzünlenmemiz neden
anlamıyoruz da ondan mı yoksa
bir bütün olduğunu mutluluğun
umudun bir bütün olduğunu
seziyor muyuz yalnızca
baktıkca gelincik tarlalarına uzaktan
öyle bir arada güzel
yaşamanın lezzetini
kanımızı tutuşturdukça gün günden
buğusunu saldıkça
bir tütün dumanı gibi yaktıkça genzimiz”
***
Paul Verlaine’nden
SENİN İÇİN EY DEMOKRASİ
Gel, kıtayı bölünmez bir bütün yapacağım.
Güneşin görüp göreceği
en yaman insan soyunu yaratacağım
Bırakılmaz tanrısal ülkeler kuracağım,
Dostların aşkından
Dostların hayat boyu aşkından.
Bütün nehirleri, gölleri, kırları boyunca
Amerikanın sık ağaçları gibi arkadaşlık edeceğim.
Sarmaş dolaş kentler kuracağım.
Dostların aşkından,
Dostların hayat boyu aşkından
Benden sana bunlar, ey Demokrasi,
sana hizmet için kadınım
Senin için, senin için söylüyorum bu türküleri.
***
Arthur Rimbaud’dan
DEVİNİM
Irmağın çavlanları, çavlanların yamacında titreşim,
Bodoslama girdap,
Çavlanın ivedi gücü,
Akıntının o kısa baş döndüren tutkusu
Götürüyor görülmedik, duyulmadık ışıklarla
Ve kimyasal yenilikle
Götürüyor
Vadinin ve strom’un girdaplarıyla çevrilmiş
Yolcuları.
Dünyayı ele geçirecek onlar,
Arıyorlar kendi kimyasal servetlerini,
Spor ve rahat da yolculuk ediyor onlarla;
Bu gemide birlikte götürüyorlar
Eğitimini soyların, sınıfların, hayvanların,
Dinlenişi ve baş dönmelerini
Götürüyorlar birlikte
Tufan ışığında,
İncelemelerle geçen o çetin akşamlara,
Çünkü aygıtlar arasında, kan, çiçekler, ateş,
Ve takılar arasındaki söyleşi
Ve bu kaçak teknedeki sabırsız hesaplar
Gösteriyor bize
-Devingen su yolunun ötesinde
Bir su bendi gibi yuvarlanan
Ve sürekli aydınlanan devce inceleme stokları var;
Onlar ki ağına düşmüş uyumlu bir coşkunun
Ve buluş yiğitliğinin
Hava umulmadık bir anda bozulunca zaman zaman
Soyutlanıyor gemide iki genç
-İlkel yabanlık yüzünden mi o hem cezasız
kalan? –
Şarkılar söylüyor ve gözcülük yapıyor onlar.
***
William Shakespeare’siz olmaz.
KORKUYOR
İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor.
Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için.
Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.
Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için.
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için.
Ve ölmekten korkuyor aslında yaşamayı bilmediği için.
***
…VE “TO BE OR NOT TO BE / OLMAK YA DA OLMAMAK”
Ardından gelen dizeleri bilmeden ne çok kullandık, William Shakespeare’nin Hamlet’indeki bu dizeleri. Tümü Türkçe sözlerle şöyle:
Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu!
Düşüncemizin katlanması mı güzel,
Zalim kaderin yumruklarına, oklarına
Yoksa diretip bela denizlerine karşı
Dur, yeter! Demesi mi?
Ölmek, uyumak sadece! Düşünün ki uyumakla yalnız
Bitebilir bütün acıları yüreğin,
Çektiği bütün kahırlar insanoğlunun.
Uyumak, ama düş görebilirsin uykuda, o kötü!
Çünkü ölüm uykularında,
Sıyrıldığımız zaman yaşamak kaygısından,
Ne düşler görebilir insan, düşünmeli bunu.
Bu düşüncedir uzun yaşamayı cehennem eden.
Kim dayanabilir zamanın kırbacına?
Zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine,
Sevgisinin kepaze edilmesine
Kanunların bu kadar yavaş
Yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine
Kötülere kul olmasına iyi insanın
Bir bıçak saplayıp göğsüne kurtulmak varken?
Kim ister bütün bunlara katlanmak
Ağır bir hayatın altında inleyip terlemek
Ölümden sonraki bir şeyden korkmasa,
O kimsenin gidip de dönmediği bilinmez dünya
Ürkütmese yüreğini?
Bilmediğimiz belalara atılmaktansa
Çektiklerine razı etmese insanı?
Bilinç böyle korkak ediyor hepimizi:
Düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor
Yürekten gelenin doğal rengini.
Ve nice büyük, yiğitçe atılışlar
Yollarını değiştirip bu yüzden.
Bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar.
***
BİR DE YAZI DÜKKANI
EMEKÇİLERİNE BAKALIM MI!
-Ayler Aygün’den
SALAŞ MEYHANE
Salaş bir meyhanenin sarhoşu olsam.
Sorgusuz sualsiz,
yargısız infazsız,
bir o kadar umarsız.
Varsam otursam, kaykılıp kalsam
Kırk yıllık dost gibi.
Başka yol bilmez olsam hep konuk kalsam.
Masaya dizilen mezeler,
kadehte yolluk niyetine yarım kalan mey misali.
Ayağı kırık sandalye midir sallanan?
Dönen başım, dolanan dilim midir?
Anlamasam.
Avutur muyum kendimi,
derdime inat gülüşlerimi?
Dert ehline gark olmuşsa bir ömür,
iki yudum mutluluk,
bir tutam unutmuşluk çok gelirmişleri.
Yürüdüğüm tüm dikenli yolları,
ömür törpüsü halleri,
hüzne yoldaş demleri,
vazgeçişleri.
Haa gayret nidalı dirayetleri,
yeniden dirilişleri,
dirilmek için ölüşleri, hele o can çekişmeleri….
Sahi unutturur mu?
Dert ortağı olmuş, salaş bir meyhane?
Olur mu gönlümün tezenesi,
ben kadar garip bu ömrümün terazisi.
***
-Kadriye Dağ’dan
KADINIM BEN
Biliyor musun
Kadınım ben
Tanrının
Özenerek yarattığı
İstersen…
Göğsünde güneş
Bulutunda yağmur
Bahçende çiçek
Çiçeklerde bahar
Olurum
Biliyor musun?
Ana olurum
Kar gibi beyaz
Gözler güldüğünde
Işınlanırım
Gözbebeklerine
Nehir gibi çağlar
Akarım
Gönüllerdeki denize
Biliyor musun?
Kadınım ben
Tanrının
Bezeyerek yarattığı
Başlara taç yaptığı
Sevi ve sevgiyse isteğin
Öpeyim yüreğinden
Nasıl sevildiğini
Anla
Göz bebeklerimden…
***
-Meryem Göktepe’den
CANDAKİ BUĞU
Her daim sıcaktı sobadaki çayım.
Camdaki buğum!
Buğudaki sen!
Bir kar ayazı iliklerime.
Öylesine üşümüşüm.
Yorgun gülüşlerden.
Tepeleme yığmışım bir kıyıya.
Yine de biraz kavruk leblebi!
Tek cigara!
Tek tek atılan Öküzgözü!
Yine buğulandık be can!
Çek bi fırt ardından.
Öğrencilik yıllarının yoksulluğu!
Orta yaşının durgunluğu!
Özlemek bize göre değil!
Sevdiği burnunun dibinde göz süzmeli.
Her daim sıcak çayım.
Sıcacık bir gülümseme.
Günaydın canım!
Candaki buğum.
Buğudaki sen!
***
-Nihat Yüksel’den
HİKAYEYİ ÖLDÜRMEK
Bugün sesini duyabilseydim senin,
Renksiz bir çığlık atıp bu kıyıdan,
Umut dolu hayaller haykıracaktım.
Bugün sesini duyabilseydim senin,
Taşkınlıklarımın son penceresinden
Kuru gözyaşı silkeleyecektim.
Bugün sesini duyabilseydim senin,
Biriktirdiğim bu şehrin ışıklarını
Aynı anda yakıp yanına salacaktım.
Bugün sesini duyabilseydim senin
Beyaz bir martının kanadına tutunup
Kahkahalarla geri dönecektim.
Oysa;
Bedendeki kısa bir ömürdü
Her şey ilk iklimindeydi,
“En son yürekler ölürdü” ama.
Bu sefer ölen hikayelerdi.
***
-Oruç Erkan’dan
SEN/DEYİM HEP MEVSİMLERDEN
Canımın demi,
içimin cem’i,
ruhumun gem’i…
deli balım!!!
tufanım,
ayazım,
leylak bahçem,
içimin misk-i amberi…
nasırlı yüreğimin yedivereni…
Ertesi yok,
ertesizim…
hep sen’im,
hep sendeyim…
sen/demim…
son dem’im,
bitmesin istediğim,
son ilk şiirim…
önce’m yok,
senden öncesi…
senden ötesi yok!!!
öte’m
beri’m yok…
sen evvelim,
ezelim,
ecelim,
edebim,
ebedim…
sen ertesim,
ahirim…
sen,
cıvıltısı,
şen cıvıltısı kuşların,
şu uçsuz kızılında
göklerin…
sen günümün ilk ışığı,
gecemin kapanan perdesi!!!
yok yok!!!
ciğerimin,
cigaramın son nefesi…
yok senden öncesi,
senden ertesi…
içim dışım,
yüzüm g’özüm,
üstüm başım hep sen!!!
ocağında temmuzu içimin,
sen’deyim hep,
mevsimlerden…
***
-Tamer Şarkaya’dan
MOR MENEKŞE
Laciverdi mora çalan
Denizin üzerinde
Denizyıldızı
Kıpır kıpır
Coşkulu mu coşkulu
Yakamozların ortasında
Sahne, oynuyorsun
Cezayir Menekşesi gözlerinle
Shakespeare’i
Juliet’i
Mor
Mor menekşe ellerinle
Haldun Taner’i
Keşanlı Ali Destanı’nı
Zilha’yı seyrediyoruz
Denizin dalgasına kurulmuş
Balıklar, balıkçılar, martılar ve yelkenliler
Yüreğimizde alkışlar alkışlar
Mor menekşe sesinle
Çehov’u
Üç Kızkardeş’i oynuyorsun
Olga’yı,
Mâşa’yı,
İrina’yı
Mor
Mor mor
Mor menekşe bahçesi
Saçlarınla oynuyorsun
Brecht’i,
Moliére’i
Yüreğimizde
Alkışlar
Alkışlar
***
“Bunca şiiri bu yazıya neden sığdırdın” diye soracak olursanız, yanıtı için bir hafta beklemeniz gerekecek.
İçten sevgiler ve iyi tatiller dileklerimle.
Recai Oktan
RECAİ OKTAN son yazıları (Hepsini Gör)
- Adamlar Yaşamlar 16. Bölüm Recai Oktan - 5 Nisan 2023
- Adamlar Yaşamlar15. Bölüm Recai Oktan - 3 Nisan 2023
- Adamlar Yaşamlar 14. Bölüm Recai Oktan - 30 Mart 2023
Bir yorum var
Pingback: YAZI DÜKKANI İZMİR GÜNLERİ - Yazı Dükkanı Dergisi