Ben Öğretmen Olacağım Muazzez Özcan

Bir çocuğun en büyük şansı iyi bir aileye sahip olmaktır kuşkusuz.

Ama iyi bir insan olarak yetişebilmesinde okul ve öğretmenlerinin rolü çok büyüktür. Hele ki ilkokul öğretmeni bir çocuğun geleceğini şekillendiren en önemli etkendir. Her çocuğun yaşamında onda derin izler bırakan öğretmenleri mutlaka vardır ama ilkokul öğretmenlerinin yeri hep başka olur. Ona sıcacık kucağını açan, ailesinden sonraki yuvasına alışmasını sağlayan ilk kişidir ilkokul öğretmeni ve anne babadan sonra güvendiği ilk insandır genellikle.

Birçok çocuk gibi benim de ilkokul öğretmenim yaşamımda hiç silinmeyen izler bırakan çok sevdiğim, değer verdiğim bir insan olmuştur her zaman. Meslek olarak da öğretmen olmayı düşünmem sanırım ona olan sevgimden dolayı idi ilkokul sıralarında. Köyümüzde hiç ilkokuldan sonra okuyan kız olmamıştı ve kızların da öğretmen olabileceğini söyleyen öğretmenim erkekti. Bana ilkokuldan sonra mutlaka okumamı söyleyen, benim hedef koymamı sağlayan kişi.

Aynı zamanda babamı da beni mutlaka okutması konusunda ikna etmek için her fırsatı değerlendiren, neredeyse babamı bıktıracak kadar bu konuyu dillendiren öğretmenim.

Ben abimin peşine takılıp okula gideceğim diye ağladığım zaman beni sınıfa alan, sıraya oturtup derslere katılmama izin veren öğretmenim. Henüz çok gençti, sanırım on sekizini yeni bitirmiş ve ilk ataması bizim köye yapılmış. Köyümüzde iki öğretmen vardı. Birinci, ikinci ve üçüncü sınıfları bir öğretmen, dört ve beşinci sınıfları bir öğretmen okutuyordu.

Abim üçüncü sınıftaydı ve ben de onların sınıfına misafirdim. Başta bir kaç gün gelir gider sonra sıkılır ve vazgeçerim diye düşünmüşler, öğretmenim ile babam. Ama ben öyle bir yerleştim ki sınıfa, abim okula gitmek istemese bile ben hazırlanıp çıkıyorum kapıya. Kar kış demeden hiç aksatmıyorum. İşin garibi yaşım henüz çok küçük ve kışın karlı yollarda yürüyemiyorum, babam beni kucağında götürmek zorunda kalıyor okula. Bir de baktılar ki ben çoktan okuma yazmayı öğrenmişim.

Neyse beni okulumuza gelen müfettişin masada yazdırdığı, okuttuğu yazılar sonunda kayıtlı öğrenci olarak yazdılar. Ama öğretmenimin hep gözetimi altındaydım. Yaş olarak da fiziken de çok küçük olduğum için sık sık düşüp bir yerlerimi kırıyor ya da yaralıyordum. Çok sessiz ve sakindim aslında ama sanırım sakardım biraz ve her şey gelip buluyordu beni.

Özellikle ilkbaharda çevre köylere yapılan gezilere mutlaka gitmek istiyordum ama diğer öğrencilere yetişemiyor ve çabuk yoruluyordum. Öğretmenim beni çoğu zaman omuzuna, sırtına bindirir öyle taşırdı. Ama sınıfta en çalışkan bendim. Diğer öğrencilerle uğraşırken bana bazı arkadaşların yazılarını kontrol ettirir, onlara yardımcı olmamı isterdi.

Okulda doğru dürüst kitap yoktu, olanların hepsini birkaç kez okumuştum. Bulduğu kitapları bana getirirdi. Çok çabuk okurdum, bazen içinden sorular sorardı kitapların. Sanırım gerçekten okuyup okumadığımı anlamak için yapardı bunu.

Ben dördüncü sınıftayken öğretmenimin tayini başka bir şehre çıktı ve beni bırakıp gitti. Gitmeden önce beni müdür odasına çağırdı “bak kızım eğer ilkokuldan sonra okumaz köyde kalırsan sen bu köyün kahrını, yükünü çekemezsin, mutlaka babanı ikna et ve oku, bu köyden kurtul. Bir öğretmen olarak köyüne gelip köydeki kızların okutulması için mücadele et, okuyacağına dair bana söz ver” dedi.

Ben de öğretmenim gideceği için hem ağladım hem de “tamam öğretmenim, okuyacağım söz” dedim. Sonra vedalaşmak için babamın yanına geldi evimize ve babama da “abi bak bana bu köyde abilik yaptın, ailemi aratmadın, senden tek istediğim kızını okutacaksın, bu çocuk köy çocukları gibi güçlü değil, okumaz köyde kalırsa yapamaz, sağlığı elvermez, okut bir öğretmen olsun, hayatı kurtulsun, çok zeki bir çocuk, buralarda harcanmasın, bana söz ver okutacağına” diyerek neredeyse yalvardı. Babam da henüz yirmili yaşlardaki, kendisinden birkaç yaş küçük, köylerine geldiğinden beri kardeşi gibi görüp, sevdiği sahip çıktığı öğretmenime söz verdi.

Canım öğretmenim Mustafa Karaca benim köyden çıkıp, okuyan ilk kız öğrenci olmamı sağlayan değerli insan. Koronadan kaybedinceye kadar görüşmemiz devam ediyordu. Artık yok, ışıklar yoldaşı olsun.

Ortaokulu ilçede okudum. Bazı öğretmenlerimiz kadındı. Ama orada kızların sadece öğretmen değil başka meslekleri de yapabileceklerini gördüm. Öğretmenlik cazibesini yitirdi.

Hemşireleri görünce üzerlerine giydikleri beyaz formaları, hele ki başlarına taktıkları beyaz kepleri beni benden aldı. Kararımı verdim, ben hemşire olacaktım. Onların yaptıkları işi yapıp yapamayacağım falan umurumda değildi. Kan görmeye, iğne yapılmaya dayanamayan, aşı günleri baygınlık geçiren ben hemşire olmaya karar vermiştim. Sadece kıyafetleri beni o mesleğe bağlamıştı.

Türkçe öğretmenimiz bize dersin birinde birer kağıda birtakım kişisel sorular yazdırarak yanıtlamamızı istedi. Bizleri daha yakından tanıyabilmek için hazırlanmış sorular vardı içinde. Sorulardan birisi “hangi mesleği yapmak istersiniz?”, hep sorulan klişe soru, “büyüyünce ne olmak istersin?” sorusu. Ben “hemşire” diye yazdım.

Daha sonraki bir derste kalın bir şiir kitabı getirdi sınıfa ve dönem ödevi olarak o kitabın içinden herkesin bir şiir seçerek yazıp ezberlemesini istedi. Sonra bizlere tahtada ezberlediğimiz şiirleri okuttu. O koskocaman kitaptan ben de bir şiir seçtim ve ezberledim. O şiirin yazarını anımsamıyorum ama şiiri hiç unutmadım.

BEN ÖĞRETMEN OLACAĞIM

Ben öğretmen olacağım
Küçücük yavrularım olacak
Kimisinin ayağında takunya
Kimisi yalınayak

Ben onların annesi ablası olacağım
Acılarımı, ıstıraplarımı
Onları yetiştirmekle unutacağım
Ayşelerin Fatmaların
Saçlarını tarayacağım

Ben öğretmen olacağım öğretmen
Kendimi yavrularıma hasredeceğim
Onlar ağlarsa ben de ağlayacağım
Gülerlerse ben de güleceğim…

Ve işte ben bu şiiri okuyunca öğretmenim başını sallayarak alkışladı;
“Sen hemşire falan olmayacaksın, gerçek bir köy öğretmeni olacaksın ve pırıl pırıl çocuklar yetiştireceksin, senin gibi küçücük kızların yollarına ışık tutacaksın, onların geleceğini aydınlatacaksın” dedi.

Daha sonra öğretmen lisesini yatılı olarak kazandım. Meslek seçme konusunda hiçbir hedefim yoktu. Üniversite sınavlarında iyi bir puan alarak Hacettepe Eczalık Fakültesini kazandım. Ama ne yazık ki gidemedim.

Öğretmen olmayı hiç düşünmüyordum. Ama koşullar beni öğretmen olmaya yönlendirdi. Eğitim Enstitüsü yıllarımda öğretmen olmayı kabullendim ve hep ortaokuldaki değerli Türkçe Öğretmenim Ahmet Ezici’nin söyledikleri geldi aklıma. Sanırım o beni benden daha iyi tanımış ve öğretmenlik mesleğini bana çok yakıştırmıştı. Saygı ve sevgilerimi iletiyor, ellerinden öpüyor, sağlıklı ve uzun yaşamlar diliyorum kendilerine. Benim sosyalleşmem için, grup çalışmaları, münazaralar, müsamerelerde rol almam konusunda zorlayan sevgili öğretmenime minnettarım.

Öğretmenimin de dediği gibi ilkokul öğretmeni olarak yurdumun en mahrum, yoksul köylerinde öğretmenlik yaptım. Susuzluk, fakirlik, terör korkusu gibi birçok sıkıntı içinde çocuklarımıza ışık olmak için çalıştım. Gittiğim her yerde sınıfa girince bana ışıl ışıl bakan o masum gözleri görünce tüm sıkıntıları unutup dört elle sarıldım mesleğime. Mesleğimi sevdim çünkü çocukları çok seviyorum ve onların mutluluğu, gülen gözleri her türlü zorluğa değer.

Evet ben köyümden okuyup öğretmen olarak çıkabilen ilk kızım. Babam bu konuda neredeyse bütün köyü karşısına alarak beni, diğer kız ve erkek kardeşlerimi de okutan ilk ve tek insan. Kızlar okumaz günah diyenlere, kızlar okursa kötü yola düşer diyenlere inat bizler okuduk, her birimiz meslek sahibi olarak babamın ve köyümüzün gurur duyduğu insanlar olduk. Bizden sonraki kızlarımızın önünü açtık. Bu konuda ilkokul öğretmenim Mustafa Karaca’yı bir kez daha saygı ve minnetle anıyorum, rahmet diliyorum. Tabi ki en çok da tüm engellere, zorluklara sabır gösterip, pes etmeyerek kızlarını okutmak için elinden geleni yapan babama ve anneme sonsuz teşekkürler.

Muazzez Özcan’ın Guguk Kuşu öyküsünü okumak için tıklayınız. 

Muazzez Özcan
Muazzez Özcan son yazıları (Hepsini Gör)
7

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Çocukluk Çağımız Daha Güzeldi Sadi Geyik

Anı

Bir yanıt yazın