Boyayalım Abiler Ablalar Nurcan Yüksel Öçal

Ben ve bir çok arkadaşım, boya sandığı olarak üretilmiştik, yapımevinde. Satılmak için her birimiz ayrı ayrı yerlere dağıtılacaktık. Daha dağıtıma bile çıkmadan, beni almak isteyen boyacı ustası epey pazarlık yaptı. Üzülerek de olsa, hanımın mutfak masrafından arttırdığı parayı bile aldım elinden, bu sandığı alabilmek için… Biraz daha indirim yapın, diyordu,  satıcıya. Sonunda anlaştılar ve adının Necdet olduğunu öğrendiğim boyacıya satıldım. Doğrusu üzülmedim ona satıldığıma, çünkü beni zorlukla almıştı ve değerimi bilecekti, bundan emindim.

Evet, ben bir boya sandığıydım. Yanlarımda küçük bölmelerde siyah, kahverengi, değişik renkte boya kutuları, ortada ayak konulacak ayak şeklinde bir çıkmam vardı. Ustamın tarafında iki tane küçük çekmece vardı; fırça, sünger koymaya yarayan… Bir de askım vardı, omuzda rahat taşınabilmem için. Biraz basit yapılmıştım ama işe yarayacaktım, ev geçindirecektim. İşe yaramanın ne olursak olalım, çok güzel bir şey olduğunu hissediyordum.

Eve geldik, ustanın hanımı ve iki çocuğu, ustayı ve beni bekliyorlardı merakla. Ben bu çekirdek ailenin gelir kaynağı olacaktım. Necdet iyi çalıştıktan sonra neden olmasındı ki… Bir apartmanın zemin katında, iki odalı bir evde oturuyorlardı. Çocuklar beni iyice inceledikten ve babalarından da bilgi aldıktan sonra derse oturdular. Anneleri ve tabii Necdet Usta onlara gururla bakıyorlardı. Haklılardı da; çocukları her sene güzel sonuçlarla sınıflarını geçiyorlardı. Anne ve baba olarak ellerinden geleni yapıyorlardı, çocuklarının gelecekleri kendilerininkine benzemesin diye… Beni koydukları yerde eski püskü bir ayakkabı sandığı vardı. Ustam, şimdilik bunu atmayalım, nereden nereye geldiğimizi unutmamamız gerek, diyordu ev halkına. Bu ufak yenilik bile onları mutlu edebiliyordu; ne güzel insanlardı ve ben ne güzel bir yere gelmiştim, şansımı seveyim.

Ertesi gün erkenden yola çıktık Necdet Usta’yla. Daha ayakkabı boyamak için gerekli araçlar alınmamıştı. Boyaların, süngerin, fırçanın yanında, bir adet terlik, biri kısa biri uzun iki tane tabure alınacaktı. Gerekli alış verişler yapıldıktan sonra artık ikimiz de hazırdık. Bu arada ustam, bizim kıza söyleyeyim de, sandığa ağaç, çiçek resimleri yapıp, renkli renkli boyasın; müşterilerin hoşuna gider diyordu, çalışacağı yere giderken. Bakalım ilk günümüz nasıl geçecekti? Önceden ayarladığı, boya yapacağı yere giderken bir de gazete aldı. Hem gündemden haberi olacaktı, hem de ayakkabısını boyatan kişiyle konuşabilecek konu bulabilecekti. Buna çok önem veriyordu çünkü sürekli müşteri bulabilirse, çok iyi olacaktı. Mesken tutacağı yeri çok önceden belirlemişti; minibüs durağının hemen yanı… Orada minibüs beklemekten sıkılan insanların ayakkabılarını boyayacaktı. İşyeri yağmurdan güneşten korunacağı bir yerdi, çok aramıştı burayı.

Sonunda yerleştik. Bakalım ilk müşterimiz kim olacak, diye düşünürken, kaça boyuyorsun, dedi ince bir ses. Sesin geldiği yere baktım, kendinden büyük bir boya sandığını sırtına yüklemiş bir çocuktu. Sandığı hemen tanıdım; benimle birlikte yapılan arkadaşlarımdan biriydi. Necdet Usta boyama ederini söyleyince, senin yanında ben de boyayabilir miyim, dedi çocuk. Usta çocuğa şöyle bir baktı; aşağı yukarı oğlunun yaşlarındaydı. Demek ki çalışmak zorundaydı ya da çalışmaya zorlanıyordu. Okuyamayan bir çocuk daha, dedi içinden üzülerek… Ustamla birlikte, ben de üzülmüştüm ,okuyamayan bu güzel gözlü çocuk için. Evet, dedi çocuğa ve kendini biraz yana çekerek, ona yer açtı. Çocuk yerleşti yanımıza; bu durum benim de hoşuma gitmişti doğrusu. Çünkü iki boyacı konuşurken, ben de arkadaşımla konuşabilirdim.

Çocuğun adının Yaşar olduğunu öğrenen Necdet Usta, merak ettiği diğer soruları da sormaya başlayacakken, bir müşteri geldi. Bir bize, bir de çocuğa baktı; bizde karar kıldı. Hemen boyaman gerekiyor boyacı, neredeyse minibüs gelecek, dedi hızlı hızlı. Biz boyama işini yaparken, Yaşar da bize bakıyordu, dikkatli dikkatli. Anlaşılan henüz boyama işini kavrayamamıştı.

İlk gün müşterimiz azdı ama bir bakıma iyi de oldu, küçük Yaşar’ın büyük öyküsünü öğrenmiş olduk. Yaşar hem anlatıyor hem de boyamanın yöntemlerini öğreniyordu, çaktırmadan ustaya bakarak. Akıllı çocuktu besbelli.

Yaşar ve 5 kişilik ailesi, artık bölüne bölüne iyice küçülen topraklarında karınlarını doyuramaz olunca, kente göç etmek zorunda kalmışlar. Bir akrabası onlara küçük bir yer bulmuş sığınacak. Babası inşaatta çalışırken, bizimki önce bir bakkalın yanında çalışmaya başlamış ama bakkal markete yenilince, dükkanı kapatmak zorunda kalmış. İlk işi böylece sona ermiş. Babasının aklına ayakkabı boyacılığı gelmiş sonra ve bu sandığı almışlar, zar zor. Yaşar, annesi ve ikiz ablalarının da iş aradığını ama henüz bulamadıklarını da sözlerine ekliyordu. Hayallerinde para biriktirip, amcalarından biraz toprak satın alarak, köye geri dönmek vardı. Necdet Usta ve ben içimizden, bilmediğimiz ne hayatlar var, diyorduk. Yaşar; babam ve biz buralara alışamadık, bir an önce köyümüze geri dönmek istiyoruz, hem öğretmenim de beni bekliyor derken, sesi titriyor, gözleri buğulanıyordu.

Ertesi gün yerimizi aldık. Bugün günlerden pazartesiymiş, müşterimiz çok olabilirmiş haftanın ilk günü diye. Gerçekten de öyle oldu. İki samimi boyacı ve iki samimi boya sandığı olarak, hemen hemen hiç boş durmadık, o gün ve o günden sonra… İlginç ilginç müşterilerimiz oluyordu her seferinde. Kimi şu kadarcık ücret için pazarlık yapıyor, , kimi para üstü almıyor, kimi minibüs geldi, deyip para vermeden kaçıyordu. Bazıları yapılan işi beğenmiyor, hakkın bu kadar deyip, cebinden çıkan eksik parayı veriyordu. Bir müşteri yan tarafımdaki gazeteyi görünce şaşırmış ve ustayla sohbete dalınca, bir kaç minibüsü kaçırmıştı. Her gün alınan gazete, akşamları iş günü bittiğinde ustanın ve müşterilerin elinde okunmaktan mutlu ama bir o derece de yıpranmış oluyordu. Yaşar da işi iyice öğrenmiş ve işini sevmeye bile başlamıştı.

Necdet Usta ilginç bir adamdı; kimseye kızmıyordu. Yaşar’la sohbetlerinde, ona öğütler veriyordu, altın değerinde… Bu insanlar, biz görsek de, görmesek de yaptıkları iyi ya da kötü işlerin sonucunu, iyi ya da kötü kesinlikle göreceklerdir, diyordu. İlahi adalete inanmak gerek, diyordu.  Şanslı Yaşar… Evet ben ona şanslı Yaşar diyordum, çünkü köyünden kopmak zorunda kalmıştı ama Necdet Usta gibi bir adamın yanında, adam oluyordu. Ben de şanslıydım tabii; ustam beni çok güzel kullanıyor, boya içinde olmama rağmen temiz tutuyor, kızına yaptırdığı o güzelim resimlere gözü gibi bakıyordu.

Hemen hemen tüm günlerimiz tabii Yaşar da içinde, ayakkabı boyamak, insanların davranışlarını izlemek ve sohbetle geçiyordu. Ben de bol bol arkadaşımla sohbet ediyordum. Ondan, Yaşar’ın akşam bizden ayrıldığı zaman ne yaptığını öğreniyordum. Ne yapacaktı Yaşar? Necdet Usta’nın oğlundan aldığı ders notlarını evde çalışıyordu, tüm ciddiyetiyle. Babası, annesi, ablaları işten dönmeden ev ödevlerini bitiriyordu. Anladığım kadarıyla ,her iki evde de umut vardı ve hep devam edecekti.

Öykümüzün devamı da var. Yaşar’ın öyküsü acaba nasıl sürecek? Öğrenmek isterseniz burada.  

Nurcan Yüksel Öçal
6

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Çocukluk Çağımız Daha Güzeldi Sadi Geyik

Anı

5 Yorumlar

  1. Hüseyin Sert

    Kaleminize sağlık. Eskidendi desem Yaşar kızar. Her 1-2 kahvenin bir ayakkabı boyacısı olurdu. Evde ve iş yerinde ayakkabı boyalarım olmasına rağmen çoğu günler ayakkabılarımı kahveye çıktığım günlerde boyacımıza boyatırdım. Bilirdim ihtiyacı olduğunu hemen gelirdi babam yaşında olmasına rağmen Hüseyin abi boyayayım mı diye sorardı. Teşekkürler

    1
  2. Kaleminize sağlık… Akıcı ve duru anlatımınız, pırıl pırıl Türkçenizle yazacağınız Şanslı Yaşar’ın öyküsünü de bekliyor olacağım.

    1
  3. EROL KOPTAGEL

    Gerçekten yaşar şanslıynış. Hem para kazanmış hem okuluna gitmiş. Kaleminize sağlık.

    1

Bir yanıt yazın