Çok Sesli Türk Beşleri Ethem Arı

Batı müziği, bizim halkımızın çoğunluğunca daima bir yabancıdır, anlaşılması güç bir dildir. Kültürümüzün kökleriyle başka dünyalarda oluşumuz bunun nedenlerinin başında gelir. Bizim geleneğimizde çokseslilik yoktur. Çünkü çokseslilik bir bütündür. Siyasette, yönetimde, sokakta, apartmanda, hatta evlerimizde düşünül, tavır ve davranış, düşüncelere saygı, hoşgörü yoksa çoksesliliğin ilk hecesi bile yoktur.  Biz bu aşamaya batı kültürüne yöneldiğimiz bir anda geldik. Batı kültürüne yönelişimizin tarihi de -iki yüzyılı bulur. Yalnız müzik değil, bir uygarlık yaratılabilirdi bu süre içinde. Demek ki, giysilerin ya da faydası kolayca anlaşılan diğer araçların değiştirilmesi gibi kolay olmuyor müzikte değişiklik. Onun gelişebilmesi daha köklü dönüşümlerle ilgili. Bir toplumun müziği, konuştuğu dil kadar hayatına bağlıdır. Bundan dolayı da konuştuğu dil kadar kendisine anlamlı ve sıcak gelir. Bunda ayıplanacak bir şey yok: İnsan, tamamıyla yabancılaşmadıkça ne dilinden, ne de müziğinden kopabilir. Toplum ileri bir toplumsa, müziği de ilerlemiş, gelişmiş olur. XIII.-XIV. yüzyıl batı müziği, bizim bugünkü alaturkadan daha yeterli bir müzik değildi. Bugünkü batı müziği ise, bilimde ve teknikte Rönesans’la uzay çağı arasındaki gelişme ile orantılıdır. Bilimin ve tekniğin yalnız ürünlerini alıp da dünyada uygar olabilmiş bir toplum yok. Marifet, bu ilerletici bilimin ve tekniğin içinde olabilmekte …

Armoni, batı müziğine bugünkü gücünü kazandırmış olan çokseslilik kurallarının bilimidir. Armonize etmek, mevcut bir melodi çizgisini çoksesli bir hale getirip, zenginleştirmek demektir. Çokseslilik nedir bilmeyen bizim gibi bir toplumda bunun, halkı da, sanatçıyı da yetiştirici iki yönlü bir faydası vardır. Çoksesliliğe kendi türkülerinin eşliğinde girmesi hem halka daha ilginç gelir, hem de sanatçı ya bu kurallar içinde kendi diliyle düşünmeyi öğretir. Gerçi sadece türkülerin armonize edilmesi batı müziği ya da bir müziğin geleceği demek değildir ama bu anlamdaki bir müziğe hem yolunu açan, hem kişiliğini kazandıran bir çabadır. Zira bir sanat, kural ve teknik bir yabancı ya da yabancılaştırıcı bir unsur olmaktan çıktığı zaman, kişiliğini bulur. Yalnız kişiliğini değil, kişiliğinin kurallarını da bulur. Edebiyatımızdaki gelişmeyi düşünelim: Destandan, masaldan, halk hikâyelerinden ve halk şiirinden bugünkü batı romanına, batı hikâyesine ve batı şiirine geçerken batıdan neler aldığımızın bir okuyucu olarak farkında mıyız? Batı tekniği ile işlenmiş müziğimizi dinlerken de kendi dilimizi ve kendi yaşantılarımızı bula bula çoksesliliğin tadını anlamaya alışacağız ve böylece batı müziği içindeki yerimizi alacağız (*),

Ankara Devlet Konservatuarı girişindeki Türk Beşleri büstleri

1960’lı, 70’li yıllar boyunca radyolarda geceleri çok sesli müzik yayını yapılırdı. Gecenin sessizliğinde tadına doyum olmazdı. Televizyonda ise uzun yıllar boyunca pazar günleri Şef Hikmet Şimşek yönetiminde, yanılmıyorsam “Pazar Konseri” adı altında çok sesli müzik yayınları vardı. Bugün bile birçok kişi ayırdında değil. 12 Eylül Darbesi tam bir karşıdevrimdir. Halk bunu istiyor diye yavaş yavaş nitelikli müzik yayınları kaldırıldı. “Türk Pop” adı altında pop-arabesk karışımı yoz bir müzik yaygınlaştı. Oysa bizim “Türk Beşleri” diye anılan, Necil Kazım Akses (1908-1999), Hasan Ferit Alnar( 1906-1978), Ulvi Cemal Erkin(  1906-1972), Cemal Reşit Rey(1904-1985),  Ahmet Adnan Saygun (1907-1991) gibi,  daha başkaları da olan Türk ezgileri üstüne besteler yapmış çok sesli  müzik bestecilerimiz vardı. Türk Beşleri Cumhuriyet’in yetiştirdiği kadronun müzikteki üyeleridir. 

Eğitim başta olmak üzere Atatürk devrimlerinden ödün verilmemiş olsaydı, “Batı tekniği ile işlenmiş müziğimizi dinlerken de kendi dilimizi ve kendi yaşantılarımızı bula bula çok sesliliğin tadını anlamaya” başlar ve böylece şimdi artık sadece Batı’da değil, evrensel müzik içindeki yerimizi alabilirdik. Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Senfoni Orkestrasının konser biletleri satışa çıktığı gün bitiyor. Keza sevgili Fazıl Say’da öyle. Bundan da anlaşılacağı gibi çok sesli müzik dinlenmeyecek diye bir sav yanlış. Devlet Senfoni Orkestrasının konserinden sonra, güya bir vatandaşın konseri nasıl buldunuz, sorusuna yanıt olarak söylenen “Bayburt, Bayburt olalı böyle zulüm görmedi” sözü son yıllardaki moda deyimle şehir efsanesinden başka bir şey değildir.

(*) Ruhi Su / Ezgili Yürek, Adam Yayınları Birinci Baskı, Eylül 1985  s.65 (Orkestra, Yıl 3, Sayı 26, Mayıs 1965, s. 12·13)

ETHEM ARI
İzlemek için
5

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Çocukluk Çağımız Daha Güzeldi Sadi Geyik

Anı

Bir yanıt yazın