Devran Dönmüyor Nurcan Yüksel Öçal

Şu anki halime bakıyorum da kendime öyle acıyorum ki. Beni ilk yaptıklarında pırıl pırıl, üstünde toplu iğne izi bile olmayan cansız bir mankendim. Yüzüm gözüm yerindeydi, bayağı güzel yapılmıştım yani. Şansıma çok ünlü bir mağazanın vitrininde durmak vardı önce. Çok güzel, moda olan ve pahalı giysileri üzerime giydiriyorlar, onlara uygun aksesuarlarla süslüyorlar, gelen geçenin gözünü benden ayırmamasını sağlıyorlardı. Doğrusu ben de bana bakılmasından hoşlanıyordum. Üstüme giydirilen giysileri beğeniyor, içimden insan olsaydım da bunları giyip şöyle salına salına sokaklarda dolaşsaydım, diyordum. Benim var olma nedenim de buymuş demek ki; insanları özendirmek. Bu durum hep böyle sürecek sanıyordum ama yanılmışım.

Bu ünlü mağazanın vitrininde epey durdum. Üzerimdeki giysiler haftada bir değişiyordu. Giydirilen giysiler bol geldikçe elbise arkadan iğne ile tutturuluyor, aksesuarlar her yerime konulup, vücudumun delik deşik olmasına neden oluyordu. Çünkü bilgisiz ve umarsız çalışanlar, elbiseyi güzel gösterelim derken bana verdikleri zararı hiç düşünmüyorlardı. Bende güzel görünen elbiseleri, bazen kısa boylu, balık etli bayanlar giyiyor, çoğu kendine yakıştırıp alıyor, daha azı bu bana oturmadı diyebiliyordu. Bazıları da istesem de zayıflayamıyorum, hiç denemeyeyim diyebiliyordu. Yine de üstümde gösterdiğim elbiseler peynir ekmek gibi satılıyordu. Böyle böyle bir kaç sene geçti sanırım. Hoyrat kullanılmaktany yıpranınca ve yeni yeni güzel mankenler de çıkınca, beni orta halli bir mahallenin, orta halli bir mağazasına kelepir ederine sattılar.

Burada daha da kötü kullanılıyordum. Üstüme özensiz elbise yerleştiriliyor, oradan oraya çekiştire çekiştire, sağa sola çarpıla çarpıla, boş yerlere sürükleniyordum. Bana giydirilen elbise modellerini ve kumaşlarını ilk defa görüyordum. Bir cansız manken olan ben, bunları kendime bile yakıştıramazken, insanlar nasıl alıp giyebiliyorlardı? Boşuna dememişlerdi sanırım, zevkler ve renkler tartışılmaz diye. Ama anladığım kadarıyla, bu mağazada paranın da önemi vardı. Önceki yerimden çok daha ucuz olan bu giysiler, yine de bin bir zorluklarla satılıyordu. Üstelik alıcılar hiç şımarıklık yapmadan, elbise üstlerine sığdıysa hemen alıyorlardı, tabii paraları yeterse…

Bu mağazada oldukça hızlı eskidim, önceki yerime göre. Beni sonunda üçüncü bir dükkana, neredeyse beleşe verdiler. Burada artık dışarıda, dükkanın önünde iyice yıpranmış giysileri göstererek hizmet veriyordum, sözde. O kadar eski olduğum halde, çalınmamayım diye ayağıma taşlı zincir bağlıyorlardı. Yağmurlu havalarda, üstümdeki giysiler ıslanmasın diye başımdan aşağıya şeffaf poşet geçiriyorlardı, bu yüzden iyice çirkinleşiyordum. Zaten gözüm, burnum, ağzım tamamen kaybolmuş, bütün vücudum delik deşik olmuştu. Nerede o beni acıtan toplu iğneler; meğer o günler iyi günlerimmiş.

Bir gün mağazaya iki kadın müşteri geldi. İçerideki giysilere bakıyorlardı. Ben dükkanın önündeydim, her zamanki gibi. Yanıma bir adamın yaklaştığını gördüm, sağına soluna bakındı hızlıca. Eyvah neler oluyor, diye düşündüm, beni çalacak mıydı yoksa? Sonuçta iyice döküntü olmuştum, satsa beş para etmezdim. Kimsenin ona bakmadığını anlayınca, çabucak üstümdeki giysiyi çıkardı, elindeki poşete sıkıştırdı ve hiç acele etmeden oradan ayrıldı. Derdi üstümdeki iki metre bez parçasıymış. Çıplak kalmıştım ama bu halimden değil, üstümdeki eski püskü giysiye gereksinimi olup, çalan insandan utanmıştım. İnsanlar ne zor şartlarda yaşıyorlardı. İyi yaşayanlar da vardı. Onlar azınlıktaydı ve ben bu iki yaşantıyı da görmüştüm. Ama bu farklı yaşamlar neye göre belirleniyordu, bilmiyordum. Demek ki içerideki kadınlar, dükkan sahibini oyalamak için içeri girmişlerdi. Biraz sonra hiç bir şey almadan ellerini kollarını sallaya sallaya dışarı çıktılar. Dükkan sahibi durumumu görünce iyice sinirlendi, beni kaptığı gibi en yakın çöp konteynerine attı. Pis kokular ve yemek artıkları içinde kalmıştım, sonum gelmişti. Bir süre sonra kocaman bir çöp kamyonunun içindeydim, birden ezildiğimi hissettim. Diğer çöplerle birlikte sıkıştırılmaya başladım ve sonunda dümdüz oldum.

Halbuki ne güzel, şaşaalı bir başlangıç yapmıştım dünyaya. Hep öyle süreceğini sanmıştım oysa bir vardım, bir yoktum. Acaba insanlar da böyle miydi? Benim gibi, bu devranın hep böyle gideceğini mi sanıyorlardı? Bunu hiç bilemeyecektim, belki de insanlar da bilemeyecekti. Yaşamları hiç bitmeyecekmiş gibi yaşayacaklardı. Öncekilerden hiç ders almak yoktu, sanırım.

Nurcan Yüksel Öçal
7

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Çocukluk Çağımız Daha Güzeldi Sadi Geyik

Anı

Bir yorum var

  1. Nurcan Hanım, kurgu harika. Bir cansız mankenin anlatımıyla sınıfsal farkları,kadınların alışverişleri tercihlerini anlatmışsınz. Ayrıca bu öyküde insan hayatını da anlatmışsınız. Göz alıcı bir gençlik. Daha sonra yaşamın getirdiği zorluklar, hoyratça kullanımlar ve nihayet yaşlılık. Cansız manken bunları da temsil ediyor. Çöp arabasında yok edilmesini de ölüm olarak niteledim. Elinize, emeğinize sağlık. Çok beğendim.

    2

Bir yanıt yazın