Doğu Ekspresi ile K’lar Kraliçesine Seyhan Can

 

“Bir trenin camlarından akıp giderken dünya
Yakalanmayan görüntüler mutluluklardır belki
Acılarsa uzun uzun beklenen istasyonlara benzer
İki uzaklık arasındadır her insanın tarihi”          

Ahmet Erhan

Başkaları ne düşünür  bilmem ama bana göre, ulaşım araçlarının en romantik olanı trendir. Trenler; köylerin, kasabaların, şehirlerin çevresinden dolaşmaz,  yüreğinden geçerler. Kıvrılarak dağlara tırmanıp tünellere girerler; uçurumlardan, köprülerden geçerek ilerlerler. Bazen bir yolla bazen de bir nehirle yoldaşlık ederler. Gitmelerin, kalakalmaların, kucaklaşmaların, ayrılıkların tanığıdır tren istasyonları ve trenler. Otobüslü, gemili, uçaklı türkümüz yoktur ama tren üzerine söylenmiş türkümüz çok. Bilmiyordum yeni öğrendim; TCDD, 150.yılı anısına on sekiz türkülük bir CD hazırlamış. Bu demektir ki trenle ilgili on sekiz türkümüz var. Hepimizin sevdiği “Kara Tren” bunların en başında… Bu yüzden bir başkadır, tren yolculukları.

Cumhuriyet’imizin Onuncu Yıl coşkusunda da “Demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan” sözleriyle ve haklı bir gururla yerini alır kara trenler… Hariciye Şefi Op. Doktor M. Necdet Bey, 30 Ağustos 1930’da demiryolunun Sivas’a ulaşması nedeniyle yapılan törendeki konuşmasında sevincini şöyle ifade eder:
“Gözümüz aydın. İşte tren geldi. Demiryolu, Cumhuriyet’in çelik koludur. Artık Sivas hiçbir yere uzak değildir. Şimdi Ankara bize bir günlük yoldur. Bu demirleri toprağın pasını silmek için bu yerlere döşedik. Sarı başaklı ekinleri altına çevirmek için ucuca ekledik. Ankara-Sivas arasını on günden bir güne indiren işte bu demirlerdir.”

“Demiryollar”  dergisinin Şubat 1937 tarihli sayısında   “Bitmez tükenmez,  ardı sonu gelmez döğüşlerden yorgun ve parasız çıkan bir milletin on beş sene içinde sarp, dağınık muvasale imkanları  çok çetin bir yurtta 2.700 kilometre yepyeni çelik çubuklar uzatması, dağları yararak ıssız, habide yurt köşelerini tiz lokomotif düdükleriyle çınlatması, yurdun hemen her köşesinde bir iş ve hayat kaynağı yarattıktan başka milli ülkü, milli vahdet abidelerini şirketlerden satın alınan 3.300 kilometrelik bir çelik ağla tahkim etmeğe muvaffak olması, tarihimizin yazacağı eşine tesadüf edilmeyen en yüksek bir mevzudur.”  sözleriyle demiryollarının memleketimiz için önemi vurgulanır.

Uzun yıllar var ki tren yolculuğu yapmadım. Bazen gidilecek menzil değil de yolculuktur önemli olan, tıpkı hayatın kendisi gibi. Bu düşünceyle başladı Doğu’ya yolculuk. Doğu’ya ilk gidişim değildi, bundan yirmi altı yıl önce tayinimiz Ağrı’ya çıktığında yirmi dört saat süren otobüs yolculuğu sonunda tanıştım Doğu ile. Doksanlı yılların başıydı, terörün çok şiddetli olduğu zamanlardı. Yollar güvenli değildi, özellikle Ağrı-Erzurum arası o yolları her an yolumuz kesileceği endişesiyle geçerdim. Otobüslerde devlet memurlarının hangi numaralarda oturdukları teröristlere bir şekilde iletiliyor deniyordu. Şehir içinde de çok güvende sayılmazdık, zorunlu olmadıkça hava karardıktan sonra sokağa çıkmazdık. Ne kadar ağrılı olsa da Ağrı günleri bir başkaydı.  İki kişi olarak gittiğimiz Ağrı’dan üç kişi döndük. 2 Temmuz 1993’tü döndüğümüzde. Tarihi çok iyi anımsıyorum, çünkü uçaktan Ankara’ya indiğimizde ilk aldığımız haber, Madımak olayıydı.

Dedim ya, menzil değil yolculuktur önemli olan… Doğu’ya yaptığım önceki yolculuklarım zorunluluktan kaynaklanıyordu. Bu kez, hiçbir zorunluluk olmadan görmek istedim oraları, hem de trenle… Ağrı’dan Erzurum’a giderken tam Horasan’da Kars’a bir yol ayrılır ve ben hep merak ederdim o yolu. Hem Cemal Süreya, Paris’teyken Kars’ı görmeden yazdığı Kars şiirinde: “Nasıl olsa yine bir gün/ Döneriz bu yollardan geri” demiyor muydu? “Elimde bir mendil, öbüründe kuş sesleri” yoktu belki ama çıktığım bu uzun yolculukta yol arkadaşım, hayat arkadaşım vardı yanımda. Aynı yollardan beraber dönüyorduk ve üstelik Doğu Ekspresi ile…
Son zamanlarda özellikle gençler tarafından çok rağbet edilen Doğu Ekspresi, Ankara Garı’ndaki çalışmalar nedeniyle Kırıkkale yakınlarındaki Irmak İstasyonu’ndan saat 19.30’da hareket ediyor. Biz de Ankara Garı’ndan TCDD’nin sağladığı otobüslerle Irmak’a geldik. Bu küçücük istasyona gelirken yol boyunca en çok dikkatimi çeken, Ankara çıkışındaki varoşlarda bulunan gecekonduların boşaltılmış olmasıydı. Ahmet Arif’in “Karanfil Sokağı”nda sözünü ettiği bu kenar çocukları,  şimdi kim bilir hangi TOKİ’de  sürdürüyorlar hayatlarını?

Yarım saat beklediğimiz Irmak İstasyonu’ndan ayrıldığımızda saat 19.30’du. 7 numaralı yataklı vagondaydık. Görevlinin verdiği tertemiz çarşaflar, yastık kılıfları (ben evden götürdüğüm yastık kılıflarını da geçirdim yastıklara), el havluları ve terliklerle yolculuğumuz daha bir konforlu olma yolunda… Kompartımanlar dışarıdan kilitlenmiyor diye okumuştum ama bize anahtar da dağıtıldı. Artık o uzun yolculuğa başlamaya hazırdık. Önümüzde yirmi dört buçuk saatte kat edeceğimiz bin seksen kilometrelik bir yol ve irili ufaklı elli üç istasyon vardı.
Irmak’tan itibaren hava kararmaya başladı öyle şanslıydık ki  dolunay da bizimle geliyordu. Bazıları, gençler desek daha doğru, ledler getirmişler, ışıl ışıl kompartımanları… Ama ne yazık ki camdan dışarısını göremiyorlar.  Oysa kapatsalar ışıkları, dışarıda ay ışığında harika manzaralar bekliyor onları…

Öyle güzel ki, başka bir dünyaya gidiyorum sanki. “Laleli’den dünyaya  giden bir tramvay” değil bu; Ankara’dan Anadolu’ya, K’lar Kraliçesine giden bir tren…  Gecenin sessizliğinde, ay ışığında, sadece trenin sesi eşlik ediyor iç sesime. Bir de Cemal Süreya’nın dizeleri  “Tanrım, siz bu uzun Anadolu’yu çocukluk günlerinizde mi yarattınız?”  İşte bu şiirle birlikte bir kez daha seviyorum trenli Anadolu yolculuğunu.

Dolunayın rehberliğinde Yahşihan, Çerikli gibi küçük istasyonlardan geçiyoruz, bir iki dakika duruyoruz bu istasyonlarda. Hemen yanı başımızda, ışıklarla donatılmış bir kamyon yoldaşlık ediyor trenimize… Belli ki, kamyonunu evi bilmiş biri var içinde… Neden sonra yitip gidiyor gecenin karanlığında… Uzaklarda köylerin ışıkları, aklımda ilkokuldayken söylediğimiz  “Orda bir köy var uzakta, o köy bizim köyümüzdür” şarkısı… Acaba gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüz müdür, bizim köyümüz olabilmiş midir?

“Türkiye bayrağımız gibi
Dalga dalgadır,
Sivas kiliminden yolları
Gökte yıldız kadar köyleri vardır.”     

Cahit Külebi

Gece  01.00. Kayseri’deyiz. Güzel bir şehre benziyor. Doğrusu gündüz görmeyi isterdim. Kayseri’den sonra tepesine kocaman bir yıldız konmuş, ovaya sere serpe yaslanmış bir kasabadan geçtik. Faruk Nafiz’in “Han Duvarları” nı geçirirken aklımdan, içim geçmiş, daha fazla direnememişim uykusuzluğa…

Saat 5’te Sivas. UnutMADIMAKlımda… Pir Sultan Abdal Şenliklerine katılmak için Sivas’a gelen ve kaldıkları otelin yakılması sonucu hayatını kaybeden 33 aydın ve sanatçının içinde bilim ve sanat emekçisi Asım Bezirci de vardı. 1987’de Çan’da ilkinin düzenlenmesine katkıda bulunduğum Kültür ve Sanat Etkinliğinin davetlisi olarak geldiğinde tanışmıştım Asım ağabeyle. Şiirlerimi göstermiştim ona, üşenmemiş hepsini tek tek okumuş ve şiirlerimi Japon “haiku”larına benzetmişti. İstanbul’a döndükten sonra bir de mektup yazmış, Orhan Veli’yle ilgili kitabını imzalayarak göndermişti bana. Hâlâ saklarım mektubunu, kitabını da tabii… 1989’da Tüyap Kitap Fuarı’nda bir kez daha gördüm Asım ağabeyi, hatırladı beni. Eşimle de tanıştırdığım bu görüşme, son görüşmemiz oldu. Hüzünle ve ülkemiz adına duyduğum utançla geçiyorum şimdi Sivas’tan. Oysa Sivas demek; Pir Sultan Abdal, Aşık Veysel demektir. Sivas demek Hasan Hüseyin Korkmazgil demektir.

6.30 Çetinkaya İstasyonu. Hava ağardı. Dolunay bıraktı bizimle yolculuğu. Yoldaşımız sis artık. Manzara yine doyumsuz. Sonra Divriği… Trenimiz sık sık kayalıklara açılmış tünellerden geçiyor. Köprülerden, nehirlerin yanı başından… Yolculuğun bu bölümlerinde telefon çekmiyor.  En güzel manzara Erzincan yakınlarında başlıyor. İliç’te Bağıştaş Baraj Gölü ile 8.30 civarında karşılaşıyoruz. Yanımızda kar sularıyla coşmuş Fırat, yaramaz bir çocuk gibi bir sağımıza bir solumuza geçerek akıyor. Saat 10 sularında Kemah’tayız. Karşımızda karla kaplı Munzur Dağları…  Ve nihayet, Ahmet Muhip Dıranas’ın ünlü Fahriye Abla şiirinde sözünü ettiği “dağları karlı Erzincan”dayız. Trenimiz beş on dakika kadar duruyor. Yolcular inip istasyonda fotoğraflar çekiyor. Erzincan’dan sonra kondüktör, bütün kompartımanları dolaşarak cağ kebabı siparişi alıyor.

Erzurum’dayız. Yan komşumuz genç hanımla trenden inip halay çekiyoruz istasyonda. Tesbih satanlar, kebapçılar… İstasyon cıvıl cıvıl… Bu arada kebaplar geliyor. Fena sayılmaz ama çok pahalı. Bir tane için otuz lira. Bir komisyon kokusu…

Saat 15.00’te Erzurum’dan ayrılıyoruz. Önümüzde dört saatlik yol var. Dağlar karlı ama yerleşim merkezlerinde karlar çoktan erimiş. Sırasıyla Hasankale, Horasan istasyonlarına uğruyoruz. Horasan’dan Ağrı’ya yol ayrımını görüyorum uzaktan. Bu kez çok merak ettiğim Kars yolundayım işte. Sarıkamış’a varmadan karlı manzaralarla karşılaşmaya başlıyoruz ama hava da bir yandan kararmaya başlıyor. Sarıkamış’tan geçerken kondüktör karşıda bir yeri işaret ederek “Katerina’nın Sarayı” diyor.  Ruslar kırk yıl kadar kalmışlar Kars’ta. İlk işareti alıyoruz böylelikle.

Saat 19.00’u gösterirken Kars’ın ışıkları karşımızda… İşte karıyla, kazıyla, kendisi hakkında yazılmış “Kar” romanıyla,  yani k’larıyla ünlü Kars… “beyaz, uykusuz” ama uzakta değil, artık çok yakınımızda…

Seyhan Can

Seyhan Can
8

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Çocukluk Çağımız Daha Güzeldi Sadi Geyik

Anı

4 Yorumlar

  1. Tren bence de en güzel,en romantik ulaşım aracıdır.Bir Eskişehir kızı olarak trenle yapmaya çalışırım yolculuklarimi. Karsa yapılan bu tren yolculuğunun güzelliğini gidenlerden duymuştum.Siz de o kadar güzel anlatmissiniz ki gitmiş,görmüş kadar oldum.Emeginize sağlık.

    0
  2. Nezihe Şirvan

    Seyhan öğretmenim sizi okumak başlı başına keyifli yolcululara çıkmakla eşdeğer. Hiç görmediğim henüz gidemediğim yerlerden anlattıklarınızı içer gibi okudum. Kaleminize sağlık… Nicelerine.

    0
  3. Dönüt için çok teşekkür ederim.

    1
  4. Kaleminize emeğinize yüreğinize sağlık. Ne kadar güzel anlatmışsınız ,hemen biti verdi. Tren yolculuğu sevenler için trende her dakikası ayrı bir güzellik insanın karşısına çıkar. Teşekkürler

    1

Bir cevap yazın