Dora Sevda Akyol Baştımar

Anlamak bilmek; bilmek affetmektir…
Mevlana

Trenin içi oldukça havasızdı. Durağa gelince inmek için kapıları açtığımda, tatlı tatlı esen rüzgârın yüzümü serinletmesiyle moralim yerine gelmiş, sonrasında derin bir nefes çekmiştim içime. Bahardan kalma güzel bir gün diye düşündüm kendi kendime. Hızlı adımlarla yaşlılar yurdunun yolunu tuttum.

Koridorun sonunda Dora’yı gördüm. Tekerlekli rolatörü ile dışarı çıkmaya hazırlanıyordu. Çok sevdiğim saks mavisi ceketini giymiş, ona geçen Noel bayramında hediye ettiğim lacivert fularını da takmayı ihmal etmemişti. Akşam odasında buluşmak üzere saat 18.00 gibi anlaşıp sarıldık birbirimize.

Kendi başına yemek yiyemeyen ve Alzheimer hastası olan Osman’ı doyurup yatırdıktan sonra, Dora’nın odasının yolunu tuttum. Hem zaten saat de 18.00’e geliyordu. Aslına bakarsanız daha yapacak çok da işim vardı.

Onu çok seviyordum. Bir anne şefkati ile sarılıp beni öpen Dora’nın bu içten ve şefkatli hareketi bana her seferinde annemi hatırlatıyordu.

Özlemimi dindirdiğim 171 numaralı oda ve Dora. Onunla ben, birbirimizi tamamlayan bir bütündük hiç şüphesiz. Tek çocukları olan Sina daha altı yaşındayken geçirdiği bir kaza sonucu vefat etmiş, bir daha da çocukları olmamıştı. Eşi de vefat edince yaşlılar yurduna yerleşmişti. Bir başınaydı.

Odasını genellikle hep kilitli tutardı. Anahtarımla usulca açıp içeri girerdim her defasında. Kapının diğer tarafında beni bekleyen görkemli masanın güzelliğini hafızama kazımış olmama rağmen odasına her girişimde heyecanlanır, o müthiş ortamı görmek için bir çocuk gibi sabırsızlanırdım. Bizim yurdun hemen arkasında çayırlık bir alan vardır. Yemyeşil bir çimen, çimenin üzerinde de papatyalar. En sevdiğim çiçek. Papatya.

Dora çiçek satın almadığı zamanlarda, ekseriyetle oradan ufak bir demet papatya toplar, sonra onları odasının en değerli parçası olan ince belli ufak cam vazosuna büyük bir itina ile tek tek yerleştirirdi. Odası görsel anlamda bir hayli dikkat çekiciydi.

İki kişilik masanın üzerinde, vazonun sağ ve sol taraflarında iki fincan, hemen yanı başına yerleştirilmiş minik kaselerin içinde de çikolata parçaları.

Annesinden ona hatıra kalan bembeyaz dantel ipliğinden işlenmiş, sağ ucunda Dora Fischer amblemi olan masa örtüsü ise gecenin olmazsa olmazıydı.

Dora’ya, onu yatırmam için ayrılan süre yaklaşık on dakikaydı. Geceliğini giydirme, tromboz çoraplarını çıkarma, ayaklarını ve sırtını kremleyip yatağına yatırma.
Topu topu sadece bir on dakika. Oysa Dora’nın sorunu ne giydireceğim gecelik, ne de kremlenmesiydi. O konuşmak, dertleşmek, sohbet etmek istiyordu. İşte tüm bu hazırlıkları da sırf onun için yapardı.

İnsan ilişkilerinde yakalamak istediği o çok kıymetli on dakikayı kazanmak, konuşabilmek tek isteğiydi. İçeri girdiğimde yarım yamalak giydiği geceliği, çıkarmaya uğraşıp topuklarında bıraktığı çorapları ile sandalyedeki yerini alır, beni beklerdi.

Onu öyle gördüğümde duygularıma dokunduğu için, içim hep bir tuhaf olur, ürperirdi. Yaşlılık ve bilhassa da yalnızlık ne zor şey diye ah çekerdim her defasında.
“Bak!” derdi, “Ben giyindim. Haydi gel kahve içelim Sevda.” Hani derler ya! Gönül ne kahve ister ne de kahvehane. Gönül muhabbet ister kahve bahane.

Gün süresince yarım saatlik molamdan on dakikasını ona armağan ederdim. O bilmezdi bu durumu. Vaktimizi yirmi dakikaya çıkarışıma çocuklar gibi sevinen Dora, arkasından kovalayan biri varmış gibi anlatırdı bir çırpıda içindeki depremleri, yaşanmışlıkları, keşkeleri, iyikileri.
Yaklaşık bir yıl süren dostluğumuz süresince manevi olarak örnek davranışlarıyla kendisinden çok şey öğrendiğim, bilgi hazineme zenginlik katan yegâne insan. Sevgili Dora. Dora Fischer.

Bir yıl sonra

Ritüel buluşmamız için girdiğim odası bu akşam sessizdi. O müthiş masadan da eser yoktu. Dora yatağında sırtı duvara dönük yatıyordu. İnce mavi puanlı uzun yırtmaçlı elbisesi ayaklarına dolanmış uyuyordu.

Evet, evet uyuyor olmalıydı. Yanına ilişip seslendim usulca. Sessizdi, sessiz ve sakin. Vücudu sıcak gibiydi. Sanki ılık. Gözleri kapalı. Yüzünde çocuksu ve masum bir gülümseme. Topladığı papatyalar ise yanı başındaydı, sanki olanları hisseder gibi boyunları bükük. Dora ruhunu teslim etmişti, üstelik yapayalnız. Yetişememiştim.

Elini tutarken sessiz haykırışlarıma yenik düşen ben, düşüncelere daldım birden. Sonra buruk bir mutluluk sardı içimi. Buruk ve acı karışımı bir histi bu. Anlatması zor! Normal hayatımızda bir anlamı olmayan o on dakikaları iyi ki de hediye etmişim Dora’ya diye düşündüm yüzümde hafif bir tebessümle.

Biliyordum ki o bu vakti kazanmak, sırf bir insan sesi duymak için nelerden vazgeçmiş, neleri feda etmişti her defasında. Bugün olsa hiç şüphesiz yine aynısını yapardım.

Ona kahve sevmediğimi hiçbir zaman söyleyememiş ve hep içmiştim sanki seviyormuş gibi. Ve o günden sonra kahve bana hatıra kaldı Dora’nın ölümsüz anısına. Minnetle.

Sevdiklerinize henüz geç olmamışken vakit ayırmanız temennisi ile.  

Sevda Akyol Baştımar
Sevda Akyol Baştımar son yazıları (Hepsini Gör)
7

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Çocukluk Çağımız Daha Güzeldi Sadi Geyik

Anı

4 Yorumlar

  1. Sevda Akyol Baştımar

    Değerli yorumunuza çok teşekkür ederim Fevziye Hanım. Yaşanılanları sade bir dil kullanarak yazmaya önem verdim. Sevgilerimle

    0
  2. FEVZİYE ŞİMDİ

    Gönüllü olarak yaptığınız bu uğraş kalbinizin güzelliğini gösteriyor. Aynı şekilde kelimeleri kullanmanız da çok yerinde ve güzel. Kaleminize, emeğinize sağlık.

    0
  3. Sevda Akyol Baştımar

    Yorumunuza çok teşekkür ederim Suzan Hanım. Güçlü bir kalemden duyduğum bu sözler beni çok mutlu etti. Var olunuz arkadaşım.

    0
  4. Çok kutsal uğraşlar. Bu nedenle gönülden kutluyorum sevgili arkadaşım. Ayrıca yazım dilinizin tertemiz olması, her defasında dikkatimi çekmiştir. Emeğinize sağlık

    1

Bir cevap yazın