Ağustosun ortaları. Sarı sıcak harman yerinde ağır bir oturak havası tutturmuş ki…Serap görüyorum düvenin üzerinde. İkindi güneşi kavuruyor harman yerini. Atlarda yoruldu. Soğuk bir su. Testideki su kokmuş içinde. Az önce dolmuştu halbuki. Ne dayanır bu havaya. Sıcak dalgası hareleniyor gözümde. Sigara dumanı loş odanın ışık alan cam kenarında döne döne yükselir ya sıcak ta öyle dönüyor. Karşı tepeler kar sanki. Kaçıp gidesim var. Arpa samanı da nasıl kaşındırıyor. İyi ki kaşındırıyor diyorum içimden. Kanatırcasına kaşınırken uykum açılıyor. ‘Güneş sapı iyi cavrattı. Akşama bu seri kalkar’ diyor amcam harman komşusuna. Benim beynim pişmiş sıcağa seviniyor. İçimden homurdanıyorum sessizce. Atlar bezgin, ben bezgin; gün bi inse diye bakıyoruz Arayit dağına.
Serap yakamda. Bizim bekçinin kılığında. Elinde sarı zarf bana sesleniyor. Git şeytan başımdan diyorum, ses dibimde. ‘Düvenin üstünde uyuyon her halim’ diyor zarfı elime tutuştururken. ‘Hadi ben iki dönümde sen oku’ diyor. Komşunun traktörüyle jandarmaya ehliyetsiz yakalanmışım ceza tedirginliği zarfı açıyorum. Sivas’a atamanız yapıldı.15 gün içinde yasa gereği görev yerinizi öğrenmek üzere… Kaç kez okudum bilmiyorum. Kar görüyorum, buz gibi şerbetler içiyorum. Sevinci beceremiyorum. Sorulara da cevap veremiyorum. ‘Su serp yüzüne’ diyor bekçi. ‘Hadi gözün aydın Sivas çok iyi yer. Askerliği orda yaptım’ bilirim. ‘Ha gelirken kemik saplı bıçak isterim müjdeme’
Beş altı arkadaş Sivas’ta karşılaşınca sevindik. Okul kurası çektik. Soruyoruz köyümüz nasıl? İyi diyorlar. İlçenin yolunu tutuyoruz. Göreve başlayıp köylerimize gitmek için araç arıyoruz. ‘Şu kırmızı minibüs yakınından geçer biraz yürürsün’. Biraz. Yol kenarında indiriyor şoför. ‘Bak hoca şu köyün içinden geç, karşına gelen tepeye doğru git. Yol seni götürür uzak değil.’ Hoca diyor bana. İçim gıcıklanıyor, bir tuhaf oluyorum. Ne demişse bir şey anlamadan düşüyorum yola. Allahım ne o tepe biter, ne arkası. Bilmediğim tepelerde gidiyorum. Düvende kaşınmayı özler gibi oluyorum, hocam sözündeki ılıklık içimi serinletiyor. Muhtarla adaş çıkıyoruz. O gece misafir ediyor. ‘Yarın’ diyor, lojmana sana da düzen kurarız.
Tek sınıflı şirin bir okul. Tepenin yamacında. Yeşillik. Kavak ağaçları var bahçede. Komşu iki köyden daha öğrenci geliyor. Otuzbeş kırk öğrencimiz var. İki arkadaşız. Arkadaşın ikinci yılı. Müdür yetkili o. Bana ‘sen acemisin 1-2-3 ben alayım sen 4-5 al’. Teşekkür ettik. Sorun o ki sınıf tek. Yeterli masada yok. Müdür odasını kullanalım dedik çok küçük. Lojman kısmında iki oda. Tek odada kalmaya razı olduk. Sınıfın birisini oraya aldık. Dörder beşer oturtuyoruz. Havalar erken soğudu. Yakacak sorun. Muhtar, ‘hoca çocuklar her sabah gelirken odunlarını getirir merak etmeyin’ dedi. Dedi ya eksik çok. Tepeşiriydi mürekkebiydi kartonuydu… Kırık camlarda vardı. Tahta tebeşiri göstermiyor. Çocuklar dağılınca baş başa kalıyoruz yiyecek bişey yok. Köyde bakkal da yok. Duyduk birisi patates satacakmış aldık bi teneke. Haşlayıp yiyoruz. Allahtan okulun hemen altında çeşme, suyu gürül gürül. Dağ suyu içimi çok hoş. Her gün bir problemi çözmeye çalışıyoruz. Sıralama yok. Hangisine çözüm üretebilirsek. Tahtalardan başladık. Boyamamız lazım. Öğrencilikten kulağımda kalmış. Çocuklara birer yumurta getirin tahtayı boyayacağız dedik. Onlar yumurta karşılığı çerçilerden kaba şeker almaya alışık, ‘örtmenim çerçi daha bir hafta gelmez’ dediler. Ne yapacağımızı anlattığımız da meraktan yumurtaları getirdiler. Soba hiç sökülmemiş kurulu duruyordu. Silkeleyip kurumunu kapa aldık. Yumurtaları beyazı ile iyice yoğurduk. Bulduğumuz keçe ile bir güzel boyayıp kurumaya bıraktık. Yumurtaların sarıları da bize ziyafet oldu. O akşam patatesi yumurtalı yedik. İlçeye gitmek sorun. Bilmem kaç km yürüyecek, yola inecek gelen arabaya binip gideceksin. Hele dönüş. İki parça şeyle o yokuşu tırmanmak. Sıraya koyduk. Aybaşı gelince sıra kimdeyse maaşları alıyor ihtiyaçları halletmeye çalışıyoruz. Sıra geldi çattı. Horozlar ötmeden, köpekler uyanmadan düştüm yola. İniş aşağı iki saatte indim. Kırağı bembeyaz etmişti yolları. Yürürken soğuğu hissetmedim, terlemişim. Yolda beklemeye başlayınca üşüdüm. Motor sesi toza karışınca, geliyor galiba dedim.
Beni yolda indiren kırmızı minübüs. Hemen durdu. Ben binmeye çalışırken arkadan gelen toz içeri doldu. Sigara dumanından toza kimse aldırmadı. Şoför yolculara tanıttı beni. Gençten birisini de azarladı; ‘hocaya yer de vermiyon, çabuk kalk arabadan atarım aşağı’ tehdidini savurdu. Biraz tedirgin yüzümün kızardığını hissettim. Önemli değil gibilerden geveleyecek oldum, beni duymadı. Dönüş saat 2’de tembihini geçti. Maaşları aldık. İlköğretim müdürü her aybaşı yaptığı duyuru toplantısını yaptı. Yakacak odunlarınızı depodan götürün dedi. Her yıl okullara 500kg odun verirlermiş ama götürme parası pahalı gelir götüremezlermiş. Yürüyerek depoya gittim koca koca kütükler. Götürsen kırması, götürme parası. Çarşıya doğru döndüm kös kös. Kahve önünden geçerken ‘hoca’ diye seslenen oldu. Bize öğrencisi gelen köyün muhtarı. Oturduk birer çay içtik. Sohbet arası oduna geldi laf. Bir çözüm bulabilir miyiz derken karşı masadan birisi laf attı muhtara. Hoş beş yakın köylerden birindenmiş. İlçeye taşınan birisinin eşyasını getirmiş traktörle. Köye dönecekmiş. Şu bizim odunu dememle ‘ayıp ediyon hoca boş gidecem biraz sevap kazanalım’ demesin. Gözümün önü açıldı. Ardiyeye vardık, görevli ‘götürebildiğiniz kadar götürün kimse götürmüyor zaten.’ Kerestelik parçalar varmış dedi muhtar. Aklıma düştü sordum; hızar bulabilir miyiz? Yan tarafta var dediler. Muhtar yüzüme bakınca; şu düzgün kütüklerden tahta çektirsek birkaç sıra yapardık, çocuklar çok sıkışık oturuyor, müdürlüğe sordum elimizde yok dediler dedim. ‘Niye olmasın imece yapar hallederiz’ dedi muhtar. Hemen yükleyip hızara vardık. Ne yapacağımızı anlattık. Ayaklığına kadar biçti. Traktörü yükledik. Hızarcı göstermelik ücret aldı. Biz uğraşırken minibüste gitmiş. Hazır okula kadar çıkacağız, un, yağ şeker, makarna bolca aldım. Bolca da çay aldım. Torba dolusu ekmek. Patates yiye yiye bir hoş olmuşuz. Gecenin karanlığında köye geldik. Yün çuvallar olmasa römorkta donardık sanırım.
O gece bayram yaptık. Çayımız vardı demledik sobanın üzerinde. Ekmeği de kızarttık sobada. Sivas’ın sucuğu da meşhurdur. Çatala takıp sobanın ön kapağını açıp közde hafif cızbız…Saray oldu bize lojman. Okula içimiz ısındı. Traktörün soğuğu tavşan kanı çaya yenildi. Ertesi sabah eli keser çekiç tutan geldi. Eski masalardan birini model aldık. Akşama kadar ihtiyacımızı görecek masa ve oturağı yaptık. Güzel de oldu. Lojman sınıfa yerleştirdik. Tahtamızda boyalıydı. Boya bir ay gitmiyordu ya olsun. Her ayın son cumartesi boyadık.
Öğrencilerimizin her biri ayrı dünya. Gülbin, muhtarın kızı. Minicik bişey. Aklından büyümemiş dediklerinden. Sınıfın sözcüsü. Her an rapor veriyor bana. En çok ta Osman’ı şikayet ediyor. Osman beşe gelmiş okuma yazma yok. Kural tanımıyor. Öz de iyi bir çocuk. Tenefüste yanıma çektim başını okşadım havada sudan konuştum. Benden korkmamasını söyledim. Hem dayakcı öğretmen de değildim. Osman ürkek kediler gibi sessizce ayrıldı yanımdan. Gülbin o sabah hışımla geldi. ‘Ama haksızlık bu öğretmenim’
Aaa kızınca baya güzel oluyormuşsun sen desem de yüzü asıktı. Gülbin’i arkadaşları odun başkanı seçmiş, kim getirmezse Gülbin’den azarı yiyince ertesi gün fazlasıyla getirirmiş. ‘Ben bundan sonra başkanlık yapmacam’ restini çekti. Osman; garibim, beş altı yaşlarında babasının ortada bıraktığı av tüfeği ile oynarken kardeşini vurmuş. Üçüncü sınıfa kadar hiç konuşmamış. Sınıfta bırakılmış arkadaşları oyuna almamış hırçınlaşmış Osman. İlk günler anlattılar bana ama ne yapmam gerektiğini bilememiştim. Patates yedikçe arpa samanının kaşıntısını aradığım oluyordu. Nasıl oldu bilmem, bundan sonra Osman odun başkanı olsun dedim. Osman’ın yüzünün aydınlandığını hissettim. Sonra şüpheyle baktı yüzüme. Olur mu Osman dedim boynunu büktü. Sınıf şiddetle karşı çıktı. Çocuklar Osman hiç başkan oldu mu? Hayır dediler. Haksızlık olmaz mı dedim sustular. Ertesi gün Osman kucak dolusu odunla geldi. Hiç aksatmadı. Alkışı hak etti değil mi çocuklar dedim. Alkışladılar. Osman o günden sonra kimseyi incitmedi. Ay başlarında sıra bendeyse Osman’ı sınıfın başına bıraktım. Çalışmaları tahtaya yazıp gittim. Arkadaşım arada kontrol etti. Kısa sürede Osman okumayı öğrendi. İnci gibi yazmaya başladı. Sınıftaki bütün hikayeleri okudu. Annesinin okuma yazması yoktu. Osman sevincini annesiyle paylaşırken annede öğrendi okumayı.
Bahar ağzıydı. Kırlar yemyeşil derelerde kar suları akıyordu. Osman’ın babası bizi yemeğe davet etti. Cumartesi öğleden sonra yola çıktık. 2-3 km lik yol. Çiğdemler açmış yol boyu. Ilık esinti içimize işliyor. Kuzular zıplaşıyor, küçük fino hoş geldin diyor hav havıyla. Osman’ın geliyorlar çığlığına kapıya çıktı baba. Boynumuza sarıldı, gözleri dolu sesi titrek. ‘Bana evlat kazandırdınız sağolun’ dedi. Yün minderler dizilmiş sofranın etrafına. Sofrada geniş bir sini, ortası delik tandır ekmeği, bakır kaselerde ayran, ortasında et doluydu. Biz mahcup, sofraya oturmaya zorlanırken; ‘Osman bu kuzuyu size besledi. Yedirmesem içime sinmezdi.’ Duvarda halı, halının üzerinde yavru bir ceylan bize bakıyor gülümseyerek…
16 KASIM 2015 DÜVEN
- Düvenden OkulaŞevket Yılmaztürk - 5 Ağustos 2021
- Gezici Başı Muallim HamdiŞevket Yılmaztürk - 25 Haziran 2021
- Eğitmen Vasıf EfendiŞevket Yılmaztürk - 26 Mayıs 2021
Ne kadar güzel bir anı öykü. Osman gibi şanslı olup iyi bir öğretmene düşen çocuklar, ya şansı olmayanlar bir çok Osmanlar…. Teşekkürler hem emeklerinize hem de güzel öyküye…
Kaleminize yüreğinize sağlık hocam ..O günleri yaşadık sizinle . Tabi sivrisineklerin yediği yerleri Arpa samanı kaşıntısı gibi kaşırken. TEŞEKKÜRLER
Çok güzeldi , kutluyorum değerli hocamı…