Biz gençleri ilgilendiren en önemli konulardan olduğu için bu konu da yazmak istedim. Maalesef ülkemizde ezbere eğitim gitmektedir, öğrenciler sınavlara girmeden önce çıkacak kısımları ezberleyip sınava giriyor. Başarılı oluyor ama sadece bir konuda başarılı oluyor. Sınavından güzel bir puan alıyor. Ezbere olduğu için konuyu öğrendi sanıyor fakat nafile. Daha da acı olanı ise öğrenci edebiyattan, sanattan, bilimden ve soran sorgulayan tipten uzaklaşmaktadır. Tam tersine soran sorgulayan öğrenci olmuyor, bilime önem verilmiyor, hurafelere dayalı eğitim sürüyor ve en önemlisi de Atatürk’ün eğitim sisteminden gün geçtikçe kopmaktayız. Eğitim dili Türkçe olmalıdır, bir kişiye bir şey öğretmek istiyorsan kendi ana diliyle öğretmek zorundasın. Ana diliyle anlatım yapılmazsa o kişi bir şey anlamaz. Yine ezbere gider ve günler sonra unutur. Fakat bunun yanında da öğrencilere kaliteli bir dil dersi verilmelidir, yabancı dili de öğrenmelidir. Oktay Sinanoğlu’nun bir sözünü de buraya eklemeden geçmek istemiyorum: “Soru sormasını bilen insan yetiştirecek bir eğitim gerekiyor. Kendine güvenecek, kendi kimliğinden utanmayacak, kendi tarihine ve geçmişteki tecrübelerine güvenerek, gönlümüzü pekiştirerek, inançla, törelerimizle, ahlâkımızla, bizim için gerekli olan soruları sorarak bilgiyi biz üretiriz. Amerika’nın falanca araştırma şirketine sormak ayıptır.” Bu yazımda Osmanlı’dan günümüze kadar süren eğitim sistemini yazacağım.
Osmanlı’da Eğitim
Osmanlı’da eğitim kuruluşları vakıflar tarafından yönetilmekteydi. O dönemlerde medreseler din eğitimi yanı sıra tıp, matematik ve biyoloji derslerini de görmekteydiler. Yıllar sonra bu durum tam tersini almıştı. Medreselerde matematik, biyoloji gibi dersler kaldırılıp, din konularına yönelmişti. Bu durum sonucu ise bilim gelişmemişti. Yabancı azınlıklar ise kendi çapında okul açıyorlardı, yabancı azınlıkların açtıkları okul sayısı, devlet okul sayısından fazlaydı. Yabancı azınlıklar, kendi ekonomik ve siyasal yönlerini savunacak kişiler yetiştiriyorlardı. Bir diğer etken ise XVI. yüzyıla gelindiğinde olmuştu.( Ayrıntılar için bkz. Şerafettin Turan, Türk Kültür Tarihi, s. 69) Bu yüzyıla kadar Türkçe önemli bir etkendeydi, hatta Osmanlı sarayında konuşma ve anlaşma dili Türkçe kabul edilmişti. Osmanlıca adıyla bir yazı dili yaratıldığı için Türkçe ikinci plana atılmıştı. Daha üzücü konu olan ise “ayağı çarıklı kaba Türklerin” dili olarak nitelemeleri ve Türkçe dilini aşağılamaları daha kötü bir şeydi. Peki, Osmanlı kurulduğu yıldan bu yüzyıla kadar neden bir anda böyle dönmüşlerdi. Bu durum ise Şerafettin Turan’a göre şöyleydi: “Osmanlı sultanlarının halife sanını kullanmaya başlamaları ile Arap olana ve Arapçaya daha bir öncelik verilmesi.” olarak aktarmaktadır. Osmanlı, Arapçaya ve Farsçaya yönelmesinden dolayı dil bilim dili olarak gelişmemişti. Filibeli Ahmet Hamdi ise bu duruma şöyle hayıflanmaktadır: “Biz, bugün fen ve edebiyat alanlarında bile ilim yapacak durumda değiliz, çünkü ıslahatlarımız buna müsait değil.” diyor. Maalesef bu durumdan dolayı okuma-yazma oranı büyük düşüş içerisindeydi. Bu durumun sebebi ise Arap harflerinin öğrenilme zorluğuydu.
Cumhuriyet Dönemi Eğitim
Cumhuriyetin bir eğitim anlayışı vardı. Örneğin daha Cumhuriyet ilan edilmeden önce Yunan Ankara’nın batısındayken Mustafa Kemal şu cümleleri söylemektedir: “Bu savaş yılları içinde bile dikkatle hazırlanması gereken ulusal eğitim programları geliştirmeliyiz. Bütün eğitim sistemimizin verimli olarak çalışacağı temelleri hazırlamalıyız. Benim inancıma göre ulusumuzun geri kalışında geleneksel eğitim yöntemleri en büyük etken olmuştur. Ulusal eğitimden söz ettiğim zaman bütün geleneksel inançlardan, Doğu’dan ya da Batı’dan gelen bütün yabancı etkilerden arınmış, ulusal niteliğimize uyan eğitimi anlıyorum.” Mustafa Kemal Atatürk’ün sözünden de anlayacağımız gibi ulusal eğitim ve çağa uygun bir eğitimden söz etmektedir. Düşman vatanın bağrına dayanmış bir şekildeyken Mustafa Kemal eğitim konusunu gündemine alıyorsa, önemli iş demektir. Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıktıktan sonra medreseler kaldırılıp bunun yerini İmam ve Hatip Okulları ve İlahiyat Fakültesi almıştır.
Eğitimde Mustafa Necati Dönemi
Mustafa Necati çok değerli bakandı, maalesef genç yaşta hayata gözlerin yumdu. Mustafa Necati döneminde birçok işe imza atmıştır. Harf devrimi, millet mektepleri, ders kitaplarının bakanlık tarafından basılması vb. Öğretmenlere, yeni öğretmen olanlar ve öğretmen adayların mektuplar dahi yazmıştır:
“Genç namzet, unutma ki, insanlar fanidir (ölümlüdür). Onları ebedileştiren (ölümsüzleştiren) ancak vatanî vazifelerine karşı gösterecekleri hulûs (candan bağlılık) ve feragatleridir. Kendini böyle şerefli bir istikbale müstahak (hak etmiş) görmez misin? Bu güzel gün için sabırsızlandığına mutmain (gönülden inanmış) olarak muvaffakiyetler temenni ediyorum yavrum.” Millet mekteplerine gelirsek, harf devriminden sonra halkın okuma-yazma yönü gelişmesi için millet mektepleri açılıyor. Bu mektepler ise köylü halkı için büyük fayda sağlıyor. Aynı zamanda halkevleri de gayet başarılı etki yapıyor.(Millet mekteplerinden kısa değindim, yazının uzamaması için.)
Köy Enstitüleri
1935 yıllarında köylerin bütününde okul sayısı yeteri kadar yoktu. Az miktarda bulunan okullara ise gönderilen öğretmenler köy hayatına alışamadığından görevini tam olarak yerine getiremiyordu. Köylerde sadece eğitim sıkıntısı yoktu, hastalık kısmında da büyük sıkıntı vardı.
İlk olarak İsmail Hakkı Tonguç, askerliğini tamamlamış okuma yazma bilen kişilerden seçtiği kişileri Eskişehir Çifteler Çiftliği’ne gönderir, burada dört aylık kurs almışlardı. Köy Enstitülerinde öğrenciler birçok etkinlik içerisinde faaliyet göstermişlerdir. Her öğrenci tiyatro, halk oyunları gibi bölümlerden birisini seçmek zorundaydı. Hatta her öğrenci bir tane müzik aleti çalmayı bilmekteydi. Köy Enstitülerinde her sabah yarım saat dışarıda oyun oynandığını, cumartesi akşamları ise eğlenceler düzenlenirdi. Ayrıca her saba ‘Ziraat Marşı’nı hep bir ağızdan söylerlerdi. Cumartesi günleri ayrıca öğrenciler ve öğretmenler arasında söyleşi olurdu. Yazı yazma yatkınlığı olan öğrenciler ise enstitünün dergisine yazılar yazarlardı. Bir diğer önemli nokta ise kitap okumaydı. Öğrencilerin daha çok bilgi edinmeleri için okuma oranını artırmışlardı. Yukarıda bahsettiğimiz dergiye yazı yazmak isteyen öğrenci, araştırma yazılarını da yazmaktaydılar.
Birkaç öğrencinin ise anılarından aktarmak istiyorum. Tahsin Yücel şunları aktarmıştır: “(…) 14 Temmuz 1940, bizi kaydettikten sonra yeni giysi verildi. Eski giysilerimiz etüve konduktan sonra depoya bırakıldı.(…) Seydisuyu kenarına pikniğe gittik. Müdürümüz ve birkaç öğretmen de vardı. Orada bazı arkadaşlarımız türkü söyledi. Bu arada müdürümüz Mehmet Rauf İnan da türkü söyledi. Müdürün türkü söylemesi beni enstitüye çok ısındırdı.”
Kızılçullu Köy Enstitüsüne giden Mustafa Kemal Güngör ise şunları söylemiştir: “(…) Çivril’den 19 kişi geldik. Bazılarımızın ayağında ayakkabılar yoktu. Ceket, pantolon yoktu. Kızılçullu’da binaları görünce şaşkınlık geçirdik. Bir müddet alışamadık.”
Eğitim sistemimiz maalesef böyle güzel sistemlerden daha kötülere gitti. Düzeleceğine inancım tamdır. Ahmet Arif’in şiiriyle kapatmak istiyorum.
“Öyle yıkma kendini
Öyle mahzun, öyle garip…
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne – üstüne,
Tükür yüzüne cellâdın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının…
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile.
Dayan rüsva etme beni.”(Ahmed Arif, Hasretinden Prangalar Eskittim, Metis Yayınları, 2011, s. 81.
Ahmet Özkan
Kaynakça: 1) Şerafettin Turan, Türk Kültür Tarihi
2) Alptekin Müderrisoğlu, Cumhuriyetin Kurulduğu Yıl Türkiye Ekonomisi, 1998, Ankara
3) Atatürk’ün Maarife Ait Direktifleri, 3-10 ve 17 nakleden Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma.
4) Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma
5) Maarif Vekâleti, , Sayı 25-26, 15 Mart 1928, s. 95 nakleden Yayına Hazırlayan: Dr. A. Ferhan Oğuzkan, Mustafa Necati Anma Toplantısı, Türk Tebliğler Mecmuası Eğitim Derneği Yayınları
6) Dr. Necdet Aysal, Anadolu’da Aydınlanma Hareketinin Doğuşu: Köy Enstitüleri, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, S 35-36, Mayıs-Kasım 2005, S: 267-282
7) Nihal Yıldız, Osman Akandere, Köy Enstitülerinin İdeolojik Yapısı, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi
8 -Mustafa Gazalcı, Köy Enstitüleri Sistemi, Mezunları Üzerine Bir Araştırma, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2018