1968 yılı yaz mevsiminde kendimi başlattığım ilkokul öğretmenliği ve müdür vekilliği görevimi 1969 yılı Ekim ayında yine kendimce sonlandırdım.
Girmiş olduğum Eğitim Enstitüsü giriş sınavlarının ilkini kazanmıştım. Diyarbakır’ da yapılacak mülakat sınavı için bir hafta izin alarak görev yerimden ayrıldım.
Aileme yaptığım maddi katkı, kalabalık ailemizin sorumlusu olan babamı bir yıl boyunca rahatlatmıştı. Bu nedenle görevden ayrılıp yeniden öğrenciliğe, bir bakıma üretimden tüketime geçişe pek sıcak bakmıyordu. Ben ise köy şartlarının beni zorladığını, meslek yaşantım boyunca köylerde görev yapmak zorunda kalacağımı söylüyordum. Babam ise, “stajyerliğimin kalktığını, tayin isteyerek yakın köylere tayin yaptırabileceğini,” anlatıyordu. Maaşımın artacağını, kasaba ilçe veya illerde en azından ortaokulu olan yerlerde görev yapmak istediğimi söylediğimde, “birkaç yıl sonra kıdemin artar, istediğin yerlere tayin yaptırırız,” demişti. Sonuçta kararlılığıma karşı koyamadı.
Diyarbakır Eğitim Enstitüsü’ nün mülakat sınavına gitmeme razı geldi. Bu okulu tercih etmenin nedeni şuydu. Nazilli Öğretmen Okulundan mezun olunca Balıkesir Eğitim Enstitüsü’nün Sosyal Bilimler bölümüne girmek için başvuru yapmış ancak sınavında başarılı olamamıştım. Türkçe ve Sosyal Bilimler bölümlerine alınan öğrenci sayısının iki katı kadar çoklukla Matematik ve Fen Bilimleri bölümlerine öğrenci alınıyordu. Diyarbakır Eğitim Enstitüsü Matematik Bölümü puanının daha düşük olacağını, kazanma şansımın artacağını düşünüyordum.
Denizli den Diyarbakır’a gitmek için tek bilet verildi. Ancak Adana da bir başka şirketin otobüsüne aktarıldım. Diyarbakır’ a ulaştıktan sonra bir otele yerleşip okulun yerini öğrendim. Sınavlara ilkokul sonrası ya da ortaokul sonrası Öğretmen okullarına girenler yanında Liselerin Fen veya Edebiyat bölümlerinden mezun olanlar da katılıyordu. Meslek okullarında meslek dersleri öncelikliydi. Edebiyat, Cebir Geometri, Fizik, Kimya gibi derslerin haftalık ders saati sayısı azdı. Liselerin müfredatına göre içeriği az ve daha kısaydı. Sırayla sınavlara alınıyorduk. Sınavlardan çıkanlara soruların nasıl olduğu, neler sorulduğunu merak ediyor kendimizi yokluyorduk.
Ben sınav komisyonunun öğle yemeği molası vermesinden önce giren son kişiyim. Üyeler yorulmuş, ara verme zamanı gelmiş, sabırsızlar, bazıları yerlerinden kalkmış bir an önce benim değerlendirmemi yapıp dinlenmeye geçmek düşüncesindeler. Benden sorularını çabucak yanıtlamam beklentisindeler İlk soru: İki kenarının uzunlukları ile üçüncü kenarın kenarortayının uzunluğu verilen üçgen çiziminin nasıl olacağıydı. Soru beni biraz zorladı. Kenarları kendileri kadar uzatıyor olmayınca tahtadan silip yeni arayış içine giriyordum. İçimden eyvah dedim. Üyelerin de aceleciliği beni telaşlandırıyordu. Bu soruyu yapamazsam diğerlerini bu gerginlikle yapamam düşüncesi geliyordu aklıma. En nihayet kenarortayı da kendisi kadar uzatınca: Paralelkenarın köşegenlerinin birbirini ortalaması özelliği gereğince çizilir dedim. Küp’ün cisim köşegeninin formülünü bul, dediler. Kolaylıkla yaptım. Diğer sorularında çözümlerini açıkladım. Tamam, çık dediler.
İznimin yaklaşık dört günü geliş dönüş yolunda geçecekti. Sonuçlar hemen açıklanır mıydı? Liselerin Fen kolu mezunlarının yanında öğretmen okulu mezunlarının şansı ne olurdu? Merakımı gidermek için, sonuçlar bugün belli olur mu, sorusunu yönelttim komisyon üyelerine. Belli olunca ilan dolabına asarız, dendi. Yanıt beni aydınlatmış sayılmazdı. Aldığım iznin tükenmekte olduğunu uzaktan geldiğimi söyledim. “Nerden geldin?” sorusuna Denizli den yanıtı üzerine; biz de seni Ay’dan geldin sanıyorduk, deyip kafa buldular. Okul binasından ayrılarak kaldığım otelde beklemeye koyuldum. Aynı odayı paylaştığım Adana’dan gelen arkadaş geçen yıl girdiği sınavı mülakatta kaybettiğini belirterek; bana göre çok daha endişeli bekleyiş içindeydi. Bir sonraki gün sonuçlar okulun camlı ilan dolabında asılmıştı. Alınan yirmi öğrenci içinde yedinci sıradaydım.
Otele gittim. Eşyalarımı aldım, ücreti ödedim. Birlikte konakladığımız arkadaş ne yazık ki bu kez de başarılı olamamıştı, üzgündü. Sen sevinmiş görünmüyorsun, dedi. Okula giriş sınavını kazanamayan, kısa sürede de olsa birbirimizle kaynaştığımız arkadaşın yanında sevinci abartmak olmazdı. Sevincimi saklamanın bir başka nedeni de artık babama maddi desteğimi yapamayacaktım. Kendisinden bir üç yıl daha, her ne kadar yatılı okul olsa da harçlık istemek zorunda kalacağımdı.
Dönüşüm Bekilli ye akşam saatlerine rastladı. Babam çeşidi ve ürünü az alışverişi kıt olan küçük bakkal dükkânımızı kapatma hazırlıkları içindeydi. “Hoş geldin Çakmak ne oldu?” Kendisi bana adım yerine zaman zaman bu sözle seslenirdi. Kazanamadım baba, sorular zordu dedim. Babamın yüzü düştü, Nasıl olur? Sizler hep çalışkandınız. Karnenizde zayıf olmaz, notlarınız hep iyi olurdu, sözleri döküldü dudaklarından. Üzüldüğünü hissettim. Böylesi daha iyi oldu. Senin maddi desteğine ihtiyacımız var biliyorsun, diyecek mi, diye öğrenmek istemiştim. Baba şaka yaptım, kazandım sınavı dedim. Yüzünün rengi geldi. “Aferin, sizler beni ve kendinizi hiç utandırmadınız. Ne yapalım, siz okuyacağım dediğinizde hiçbirinize hayır, okutamayacağım demedim, sana da demem. Belki harçlığını istediğin kadar gönderemem ama harçlıksız koymam. Hayırlı olsun.”
Dükkânı kapatarak birlikte evimizin yolu üzerindeki yokuşu çıkmaya başladık. Masraflar azalacağına artmıştı. Babamı ve ailemi kendimce rahatlatmam için en azından üç yıl başarılı geçecek bir zamana ihtiyaç vardı.
1969-1972 yılları tatiller ve yapılan boykot nedeniyle ara vermeler dışında Diyarbakır Eğitim Enstitüsü’nü bitirmek gayretleriyle geçit. O yıllar ülkenin çalkantılı, çatışmalı, kavgalı, cepheleşmelerin oluştuğu, idareci ve özellikle siyasetçilerin çözüm üretemediği ülkenin kaybedilmiş yıllarıydı. Ne kadar dikkatle dinlesem izlesem de uyum sağlamakta takipte zorlanıyordum. Dersler seviyemin üstünde gelişiyordu. Hiç duymadığım, hatırlayamadığım bağlantı kuramadığım, formüller, türev, entegral, fonksiyon, işlemler gibi kavramlar karşıma çıkıyordu. Öğretmenlerime yönelttiğim sorular bir süre sonra yanıtlanmadı. “Dersleri izlemenden, dikkatinden, gayretinden memnunum. Ancak sorularını seviyesiz buluyorum, bana sorduklarını sizlerin görmüş bilmiş olması gerekiyor,” açıklamasına benzer sözler söylediler. Okullarımızda Matematik öğretmenlerimiz bunlardan hiç söz etmemişti. Söylenmiş olsaydı hatırlarım dedim. Gerekçeleri şuydu: “Biz sizleri Lise mezunu gibi algılarız. O Müfredatı görmüş olarak değerlendiririz. Derslerimizi onların üzerine yerleştiririz. Anlattıklarımızı onlarla bağ kurarak geliştireceksiniz.” deniyordu. Lise ve Öğretmen Okulu müfredatı çok farklıydı.
Bu boşluğumu öğretmenlerden aldığım kaynak kitaplarla çalışarak kapattım. Yabancı olduğum konuları bilen arkadaşlardan yardım alarak tamamladım. Ancak sınıfları geçmek başarılı olmak okulu bitirmeye yetmiyordu. Bir başka Eğitim Enstitüsünden sürgün gelen arkadaşların örgütleme ile boykota gitme çalışmaları başlatıldı. İkinci sınıfta iken öğrenim hakkını yeniden kazanmış söylentisiyle aramıza yeni bir arkadaş katıldı. Düzgün giyimli, etkili konuşan ama derslere devamı düzenli olmayan, geç gelen, erken ayrılan, boykot kararı almaya en çok gayret edenlerden biriydi. Boykotu bitirmemiz için gelen Vali ye karşı koymuş, konuşmasını engellemiş, boykotumuzun devam edeceğini sert ve kaba sözlerle haykırmıştı.
Okulda eğitim öğretime süresi belli olmayan ara verildi. Okul kapatıldı. Ne zaman açılacağı belli değildi. Bizler ailelerimizin yanına dönmek zorunda kaldık. Okuldan atılmışlar, anarşistmişler dedikodusu yayıldı. Babam bana bir şey söylemedi. Bu söylentilere karşı beni nasıl savundu, keşke bu okula gitmeseydi şeklinde düşünmüş müydü bilmiyorum. Daha sonra diğer Üniversite ve Yüksekokullarda boykot ve işgaller yayıldı. Bunun üzerine sıkıyönetim ilan edildi. Okulumuzda eğitim öğretime yeniden başlandı. Bizler okullara çağrıldık. Boykotta önde olanlar tutuklandı. Sınıfımıza sonradan katılan kişinin sivil polis, ajan olduğu belirlendi.
Ben babama boykot yaptığımız dönemdeki iç değerlendirmesini, içinden neler geçtiğini soramamıştım.
Derslerim etkilenmesin diye bana rahatsızlandığı duyurulmamıştı. Yaz tatiline dönüşüm sırasında kaldırıldığı Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde yattığı odaya girdiğimde bir yanının felç olduğunu gördüm. Konuşamıyordu ama beni tanıdığını fark etmiştim. Bu durumunu görünce, şaşkınlıktan ben de fısıltıyla konuşmaya çalışmıştım kendisiyle.
Düşünülen ile yaşananlar her zaman uyum içinde olamıyor. Bana gösterdiği özveriyi ve sevgisini unutamam. Bunlar yazılırken gözlerimdeki biriken yaşları ve burnumun kökündeki duyduğum sızıyı söylemeliyim. Babama kendimi her yönümle göstermek, kendisine daha çok maddi manevi destek olmak, beni sevdiğinden daha çok sevmesini sağlamak düşüncelerim gerçekleşemedi.
Babamı hastane koğuşundaki son görüşümden sonra mide kanaması nedeniyle kaybettik. Araya kırk dört yıl babasız geçen bir zaman girdi. Kendisini rahmet, özlem ve saygıyla anıyorum.
Sonuç olarak Eğitim Enstitüsüne giriş babaca oldu ama son sınıf ve sonrası babasız kaldım.
5-Ekim-2015 Fevzi Keyik