Eski Bir Amasra Gezisi Serdar Hakyemezoğlu

Ankara’da yaşarken çok sık gidip geldiğimiz Amasra’ya ilk gidişimizi anlatacağım. Ankara’da bir gazetede çalışıyorum. Bizim gazetenin gezi sayfasında Amasra’yı tanıtan bir yazı çıktı. Amasra’nın adını duymuştum ama doğrusu hakkında hiç bir bilgim yoktu. Yazıyı yazan arkadaşımla konuştum. Yazıda yer almayan bir sürü bilgi de verdi. Şimdi gidersek tam da kalkan mevsimi olduğunu, Canlı Balık lokantasında mutlaka kalkan yememiz gerektiğini ve Amasra’nın meşhur salatasından yememizi önerdi. Balık için pazarlık yapmayı da unutmayın, diye uyardı.

Bizim o sıralar bir arkadaş grubumuz var. Ankara yakınlarındaki dağlarda, göle kenarlarında hafta sonları beş altı aile çadır kampları yapıyoruz. Arkadaşlara söyledim. Biz bu hafta sonu Amasra’ya gidelim, bir ön deneyim yaşayalım. Güzelse hep birlikte de gideriz.

Cumartesi erken saatte yola çıkıyoruz. Ankara kıştan yeni çıkıyor. Hava hala oldukça soğuk. Ankara İstanbul otoyolunda Gerede sapağından çıkıyoruz. Zonguldak yolu üzerinden devam edip, Zonguldak’a gelmeden Çaycuma Bartın tarafına döneceğiz. Bartın’ı da merak ediyorum. Çünkü annem genç kızken dedemim görevi nedeniyle Bartın’da yaşamış bir süre. Onun çocukluğumuz boyunca anlattığı Bartın anıları hala zihnimde tazeliğini koruyor.

Zonguldak yolundaki karayolu tüneline varmadan kar başlıyor. Giderek şiddetini artıran kar yağışı neredeyse yolu kaplamış. Yolculuk yavaş yavaş işkenceye dönüşüyor. Yanımızda zincir de yok. Ama yavaş yavaş yolun deniz düzeyinden yüksekliği düşüyor. Kar şiddetini azaltıyor. Yol görünür oluyor. Bir süre sonra kar yağışı bitiyor, yol da açık.

Bartın’a varıyoruz. Bartın ortasından kıyılarında çok sayıda balıkçı kayıklarının bağlandığı bir çay geçen, şirin bir ilçe.(Sonradan il yapıldı) Bartın’ı mahalle mahalle geziyoruz. Eşim Bartın’ın yamaçlardaki eski mahallelerini çocukluğunu geçirdiği Tokat’ın eski mahallelerine benzetiyor.

Sora sora Bartın’ın İnkum diye bir sahili olduğunu öğrendik. Tabelalardan baka baka İnkum’a ulaşıyoruz. İnkum o zamanlar uzun sahili boyunca seyrek yazlık evlerin sıralandığı, kumu Karadeniz’in genelinde olduğu gibi siyah olmayıp, Akdeniz’in açık renkli ince kumlarına benzeyen harika bir yer. O zamanlar neredeyse bakir. Eşimle sahilde yürümeye başlıyoruz. Karla savaşarak geldiğimiz İnkum’da Nisan ayı ortasına aykırı bir hava var. Güneş ciddi şekilde yakıyor. Deniz kıpırtısız. Kazağımı çıkartıyorum. Uzun süre yürüyoruz. Deniz beni çağırıyor. Ama bu çağrıya kanmıyorum. Çünkü bu Karadeniz. Ne kadar albenili görünse de, buz gibi olduğunu biliyorum.

Bartın’da ayaküstü karnımızı doyurduktan sonra Amasra’ya yollanma zamanımız geldi. Arabamızla yola çıktık. Sürekli yükseliyoruz. Bahçelerin, tarlaların içinden, köylerin kıyılarından geçen güzel bir yol. Yükseldiğimiz son noktada muhteşem bir manzara gözümüzün önüne seriliyor. Çok yükseldiğimizi o zaman fark ediyoruz. Yemyeşil dağ yamaçlarının dibinde. Karadeniz sonsuzluğa doğru bütün ufku kaplamış. Hayranlık çığlıkları ile yavaş yavaş aşağılara doğru inerken sağda Kuş Kayası yol anıtını görüyoruz. Burası aynı zamanda bir pınar. Roma döneminde bu anıt yapılmış. Şimdi oldukça harap durumda. Orijinal çeşmenin tahrip edilmesinden sonra Uzun süre kendi kendine akan bu pınar daha sonra Amasra’da askerlik yapan Ordulu bir asker tarafından yapılan ve adına Asker  Suyu denilen bir çeşme ile değerlendirilmiş. Çeşmenin buz gibi sularından içtikten sonra yola devam ediyoruz.

Bakacak tepesine vardığımızda bizi inanılmaz bir Amasra manzarası karşılıyor. Burası Fatih Sultan Mehmet’in Amasra’ya bakarak:

-Lala, Çeşm-i Cihan bu’mola,  dediği nokta. Fatih az bile demiş.

 Tepeden bakınca yarımada ile Amasra birleşikmiş gibi görünüyor. Buradaki seyir terasından uzun süre Amasra’yı izledikten sonra Amasra’ya inme zamanı geliyor. Zaman akşama çok yaklaştı.

Amasra’nın içine girince küçücük bir meydana geliyoruz. Arabamıza uygun bir yer bulduktan sonra kalacak bir yer arıyoruz. Barınma işini hallettikten sonra Canlı Balık lokantasına gideceğiz. Herhalde arabamızı çok yakınına bıraktığımızdan Paşa Kaptan otelini gösteriyorlar. Paşa Kaptan’ı rastlantıyla buluyoruz ama henüz Paşa Kaptan’la gönül bağımızın p gün başlayacağını bilmiyoruz.

Paşa Kaptan deniz kıyısında, müzeye çok yakın eski bir otel. Dışarıdan görünüşü hiç açıcı değil. Açıkçası resepsiyona girerken, içimden “başka bir yer aramalı,” diye geçiriyorum. Küçük resepsiyonda bizi yaşlı bir bey karşılıyor. Odaları görebilir miyiz, diye soruyorum. Hep birlikte birinci kata çıkıyoruz.

Aman Allah’ım!

Uzun ve geniş bir koridor boyunca sağlı, sollu odalar dizili. Bütün odaların kapıları açık. Koridorun tam ortasında kocaman antika bir çini soba kurulu. Bütün odalar bu sobadan ısınıyor. Kimse yatarken kapısını kapatmıyor. Çünkü bu otel insanların hala birbirine güvendiği kadim çağlardan kalmış. Üst katlardaki diğer üç koridorda da aynı sobalardan kurulu. Odanın birine giriyoruz. Özenle düzeltilmiş pirinç başlıklı bir yatak, el işi oymaları olan eski ceviz bir dolap ve bir lavabo var. Lavabo Fransız malı devasa bir şey. Aynısını zamanında Fransızların yaptığı antika Zonguldak Devlet Hastanesinde görmüştüm. Yerler yine Fransız karo taşlarıyla döşenmiş. Bu otel Amasra’nın turizme yeni yeni açıldığı 1950li yıllarda yapılmış en eski oteli.

Otele hayran kaldık. Derken yaşlı otel sahibi aşık olduğumuz ve yıllar boyunca her gittiğimizde aynı odada kaldığımız A1’e götürüyor. Bu oda apartman tarzında yapılmış otele sonradan yapıştırılmış gibi duran, en uçtaki yuvarlak cumbalı oda. Yuvarlak cumbanın içinde bir masa ve dört sandalye var. Oturduğunuzda deniz altınızda kalıyor. Açıdan dolayı otelin önünden geçen deniz kıyısı boyunca uzanan yaya yolunu da göremezsiniz. Kahvaltınızı yerken ya da otele döndüğünüzde masada şarabınızı yudumlarken denizin içindesinizdir. Uzun zamanlar boyunca,  lanet olası kötü hafızam yüzünden şimdi adını anımsayamadığım amcamız,  telefonda A1’i ayır, akşam oradayız dediğimizde ne yapıp edip odayı kimseye vermemişti.

 Yıllar sonra İzmir’de otururken Amasra’ya giden halamın kızına oteli ve A1 numaralı odayı tavsiye etmiştim. Benim adımı vererek otelden  A1 odasını ayırtıyorlar. Ancak sağa sola takıla takıla giderken zamanın nasıl geçtiğini anlayamadıklarından otele gecenin üçünde varıyorlar.  Sezon olduğundan ve sonradan Amasra’da çekilen bir film yüzünden Amasra İstanbul ve Ankaralılar tarafından âdeta istila edildiğinden odanın başkasına satılmış olabileceği kaygısıyla otele giriyorlar.  Halamın kızı odayı başkasına verdiniz mi,  diye sorduğunda, amcamız “Serdar için A1 her zaman hazır durur, satılmaz” diyerek, duyduğumda yıllar sonra gözlerimi yaşartıyor.

Odamıza yerleştikten sonra Amasra’nın içinde biraz dolaşıp Canlı Balım lokantasına gidiyoruz. Masamıza oturunca bir garson sipariş almaya geliyor. Amasra’nın meşhur salatasından söyledik. Şöyle anlatayım bu salatayı; bir salataya katılabileceğini düşündüğünüz ne varsa bu salatanın içinde var, hatta daha fazlası var. En az yirmi çeşit malzemeden yapılıyor. Gezi yazısını yazan arkadaşım aynı zamanda bu salatanın Amasra’daki adının “Orospu Salatası” olduğunu söylemişti. Garsona bu salataya burada bir şey diyorlarmış, diye sordum. Utanarak, “bir şey diyorlar abi” dedi. “İşte, bende onu soruyorum” dedim. “Abi, bir şey diyorlar işte” oldu. Daha fazla ısrar etmedim.

Garsona kalkan balığı yiyeceğimizi söyledim. Tembihliyim ya, pazarlık edeceğim.

-Nasıl getiriyorsunuz balığı, porsiyon mu?

-Hayır abi, tava veriyoruz.

-Nasıl bir şey tava? Miktarını görebilir miyiz?

Garson başını sağa sola çeviriyor. Hemen yanımızdaki masadaki tavayı gösteriyor. Yahu, bu tavayla dört kişi doyar. Fiyat soruyorum kadar komik bir para söylüyor ki, insan pazarlık yapmaya utanır.  O zamanlar Ankara’da Sakarya Caddesi’ndeki balıkçılarda tezgâhta da kalkan var. Yanına yaklaşılmıyor. Bu adamlar ya hesap bilmiyor, ya da biz bir rüyanın içinde yaşıyoruz. Kalkanla birlikte istemediğimiz halde,  jest olarak gelen yağda kızarmış çıtır çıtır barbunlar yüzünden kalkanımızı bitiremedik bile.

Lokantanın şahane atmosferinde balığımızı, salatamızı yiyor, şarabımızı yudumluyoruz. Daha sonra oteldeki rüya odamıza doğru yol alıyoruz.

Sabah odamızda şahane kahvaltımızı yapıp, Amasra’yı gezmeye başlıyoruz. Amasra küçücük bir kasaba. Tarihi bir köprü ile kasabaya bağlanan yerleşime açık bir yarım adası var. Amasra’yı sokak sokak dolaşıyoruz. Amasra’nın geleneksel mimarisi olan çantı evlerin sağ kalan örneklerini hayranlıkla izliyoruz. Yarım adanın tepesine çıkıp Amasra’nın panoramik fotoğraflarını çekiyoruz. Bu gezi eşimle benim, Amasra aşkımızın başladığı gezisidir.

Sonra kalabalık gruplar halinde gittiğimiz, her gidişimizde Paşa Kaptan’ın birinci kat koridorundaki bütün odaları tuttuğumuz bir çok geziler yaptık.

Bir keresinde Kocaeli’nde oturan iki ablam ve eniştelerimle Amasra’da buluşmuştuk. Eşimle ben Ankara’dan işlerim dolayısıyla biraz geç çıkabilmiştik. Biz vardığımızda Canlı Balık’ta muhabbet ilerlemiş, masadakiler hafiften çakır keyif bile olmuştu. Biz de masaya ve muhabbete dahil olduk. O sıralar bütün yurtta aydınlık için bir dakika karanlık eylemi var. Ankara’da her gece katıldığımız eylem hafta sonu tatilinde olduğumuzdan bizim gündemimizden ve aklımızsan tümüyle çıkmış. Saat tam dokuzda lokantanın tüm ışıkları sönüyor. Biz elektrikler kaçtı, sanıyoruz. Derken insanlar çatal ve bıçaklar çıt çıt tabaklara vurmaya başlayınca, jetonumuz düşüyor. Eylem burada da sürüyor. Derken dışarıdan bir takım sesler duyarak dışarı çıkıyoruz.

Manzarayı size nasıl anlatacağımı, yaşadığım duyguları size yeterince aktarıp, aktaramayacağımı bilemiyorum. Lokantanın kapısının olduğu sokakta meydan tarafından yaklaşık yüz kişilik bir grup yürüyerek yaklaşıyor. Öndeki iki kişinin elinde bildiğiniz madenci kandili var. Amasra eski bir madenci kasabası aslında. Bu eylem için antika görünümlü bu yağ kandillerini kim düşünmüş acaba? Sanki bir masalın içinden çıkıp geliyorlar. Tümüyle sessizler. Ama önümüzden geçerken sessizliği alkışlarımız bozuyor. Grubun en arkasında ise elleri cebinde tek bir bekçi yürüyor. Yani güvenlik önlemi de tam anlayacağınız. Amasra o kadar küçük ki, grubun dolaşıp yeniden lokantanın önünden geçmesi beş altı dakika alıyor. Aynı masal görüntülerini ağır çekim bir kez daha izliyoruz.

Amasra!  İşler,  güçler ve dünya halleri yüzünden uzun zamandır ihmal ettiğim eski aşkım. Vefasızlığım için beni affet.

Serdar HAKYEMEZOĞLU

Serdar Hakyemezoğlu
3

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Trakya’da Bir Günlük Gezi Mehmet Sönmez

GEZİ YAZISI

Bir yorum var

  1. NURETTİN ŞENOL

    Tanıdığım yerlerin çok güzel, ilginç, canlı anlatımı bana oralardaki anılarımı anımsattı. İçtenlikle kutluyorum Saygın Hakyemezoğlu. Sağ olun, var olun.

    0

Bir cevap yazın