Evrim 2. Bölüm Ethem Arı

– Onun (insanın) tam benzerinin bir başka gezegende ortaya çıkmasının istatiksel olasılığı anlamsız ölçüde küçüktür. Orada karanlıkta bir yerde yaşam, hatta hücreli bir yaşam olabilir. Ancak ister üst, ister alt basamakta olsun, onun biçimi insan olmayacaktır. Bu biçim benzeri olmayan, uzun bir yolculuğun; orman çatılarının tavan aralarından geçen bir yolculuğun ürünüdür; başarısızlık olasılığı o kadar büyüktür ki, insan benzeri herhangi bir şeyin o yoldan tekrar gelmesi olanaksızdır.(13)

– İnsan sözcüğünü araştırdığımız zaman, ilk başta konuşma ve düşünme yeteneğine sahip canlı olarak tanımlandığını görürüz. Daha ayrıntılı bir sorgulama sonucunda ise, “Belli bir kültür temelinde toplum oluşturan, soyut düşünme yeteneğine sahip olmak” gibi daha geniş yeteneklere ulaşılır. Türümüzün bilimsel adı olan “Homo Sapiens”, “akıllı insan” anlamına gelir. İnsan tarih boyunca “Dünya’nın tek egemeni, doğanın efendisi, Tanrı’nın temsilcisi gibi abartılı tanımlarla kendi biyolojik kimliğinden oldukça uzaklaşmıştır. 19. Yüzyılda Darwin’in, insanın ve bütün canlıların tek bir ortak atadan köken aldığını bilimsel olarak ortaya koyması, insanın eşsiz bir varlık olduğu savlarını sarsmıştır. Dünya üzerindeki 8 milyon canlı türünden yalnızca biri olduğumuz gerçeği, halen insanların büyük bölümünce kabullenilmemektedir. İnsan sürekli olarak metafiziksel bir kimliğe büründürülmeye çalışılmaktadır.(14)


– Antibiyotiklerin keşfinden sonraki 50-60 yıl içinde bakterilerin seçilim baskısı sonucu evrimleşerek bilinen antibiyotiklerin çoğuna direnç kazanması, evrimin sadece bir insan ömrü kadar sürede bile izlenebilen en mükemmel deneydir. Dünya üzerindeki hiçbir saygın üniversitenin biyolojik bilimler bölümlerinde çalışan hiçbir bilim insanı, evrimin var olmadığı savını ileri sürmemektedir. Bunu diyen olursa, insanlar ona gülmez bile, ancak acırlar. Açıkçası popüler kültürde yansıtıldığı gibi “Bilim insanları şunu bunu reddetmiştir” diye bir durum yoktur.
Evrim biyolojik bilimlerin abecesidir. Onu reddetmek ancak bir dilbilim profesörünün “Ben abeceye inanmıyorum” demesine benzer.(15)

– Akıl almaz büyüklükteki bir evrenin karanlık boşluğunda bir toz zerresi gibi uçuşan bu dünyada, insan inanılmaz ölçüde yalnızlaşmıştır. Görülmeyen bir haber, bir işaret bulmak umuduyla zaman basamaklarını ve bizzat yaşamın düzeneğini tarıyoruz. Bu gezegendeki, belki de bütün yıldız evrenindeki biricik düşünen memeliler olarak bilinçli olmanın yükü ağır geliyor. Yıldızlara bakıyoruz ama işaretler belirsiz. Geçmişin kemiklerini kazıp çıkartıyoruz ve kökenimizi arıyoruz. Orada bir izlek (tema) var ama fazla dolaşık görünüyor. Bu karmaşıklığın belki bir anlamı vardır; bu biçimde kendimize sürekli işkence ediyoruz.

– Gece karanlık gökyüzünde ışıklar gelip gidiyorlar. İnsanlar sonunda düşündükleri şeylerden huzursuz olmuş, uykularında dönüp duruyorlar ve kötü düşler görüyorlar; ya da meteorlar tepelerinde yeşil yeşil fısıldaşırken yatakta uyanık düşünüyorlar. Ancak bütün uzayda ya da binlerce dünyada, hiçbir yerde yalnızlığımızı paylaşacak insanlar olmayacak. Bilgelik var olabilir, güz var olabilir. Uzayda bir yerlerde acayip organlarla çalışan koca aletler, bizim uzayda dönüp duran bulut enkazımıza boş yere bakıyor olabilir. Onların sahipleri de bizim gibi hasret duyuyor olabilir. Bütün bunlara karşın, bize yanıt veren sadece yaşamın doğası ve evrim ilkeleridir. Başka bir yerde veya uzaklarda bir yerde, hiçbir zaman insan olmayacaktır.(16)

– Her kültürün kendi yaratılış efsanesi, yani evrenin oluşumunu ve içindekileri anlama çabası vardır. Bunların hemen hemen hepsi masalcıların uydurduğu öykülerde pek farklı değildir. Bugün bizimde bir yaratılış efsanemiz var. Ama bu sağlam bilimsel verileri temel almakta ve aşağı yukarı şöyle.
– Genişlemekte olan bir evrende yaşıyoruz. Bu, sıradan insan aklının kavrayamayacağı kadar büyük ve yaşlı bir evren. İçindeki gökadalar dev bir patlamanın (Büyük patlama) kalıntıları ve hızla birbirlerinde uzaklaşıyorlar. Bazı bilim insanları evrenin çok sayıdaki, belki de sonsuz sayıda kapalı evrenden biri olabileceğini düşünüyor. Bazıları bir anda büyüyüp dağılabiliyor ya da yaşayıp ölebiliyor. Aralarında sonsuza kadar genişleyenler de olabilir. Yine bazıları ise hassas bir dengede durmakta ve çok sayıda, belki de sonsuz sayıda genişleme ve daralmadan geçmektedir.
    – Bizim kendi evrenimiz 15 milyar yaşında ya da en azından şimdiki oluşumunun başlangıcı olan Büyük Patlama’dan bu yana bu kadar zaman geçmiş. Öteki evrenlerde farklı doğa yasaları ve farklı madde biçimleri var olabilir. Birçoğunda belki güneşler ve  gezegenler ya da hidrojen ve helyumdan daha karışık kimyasal elementler olmadığı için, yaşamda olası değildir. Bazıları ise bizimkini sönük bırakacak bir karmaşıklığa, çeşitliliğe ve zenginliğe sahip olabilir.

– Eğer başka evrenler varsa, bırakın onları ziyaret etmeyi, gizemlerini bile belki hiçbir zaman çözemeyiz. Ama zaten kendi evrenimizin bizi yeterince meşgul edecek kadar gizi var. Bizim evrenimiz aralarında Samanyolu’nun da bulunduğu yüz milyon kadar gökadadan oluşuyor. Samanyolu’na “bizim gökadamız” demekten hoşlanırız. Ama kuşkusuz ona egemen değiliz. Gaz, toz ve yaklaşık 400 milyon güneşten oluşan Samanyolu’nun uzak bir köşesindeki sarmal kolunda bizim güneşimiz yer alır ve bilebildiğimiz kadarıyla donuk, can sıkıcı, sıradan bir yıldızdır.

   – Samanyolu’nun merkezi çevresinde 250 milyon yıl süren yolculuğunda Güneş’e küçük dünyalardan oluşan bir heyet eşlik eder. Bunlardan bazıları gezegen, bazıları uydu, bazıları göktaşı, bazıları da kuyrukluyıldızdır. Biz insanlar güneşten sonraki üçüncü sırada yer alan ve adına “Dünya” dediğimiz küçük bir gezegende yetişip evirilmiş 50 milyar canlı türünden sadece biriyiz. Sistemimizdeki diğer dünyalardan yetmişini incelemek, dördünün de; Ay, Venüs, Mars ve Jüpiter atmosferine girmek ya da yüzeyine inmek üzere uzay araçları gönderdik. Yani bizde bir efsanenin peşinde uğraş veriyoruz. (17)

(13) – Edmond Blair Bolles / Galileo’nun Buyruğu / Tubitak Yayınları s.383
(14) –  Emre Yorgancıgil / Bilim ve Gelecek dergisi / Temmuz 2015 s.92
(15) – Gökhan Hamamcıoğlu (Viyana Üniversitesi Moleküler Biyoloji Bölümü)
(16) – Edmond Blair Bolles / Galileo’nun Buyruğu / Tubitak Yayınları s.383-384
(17) –  Carl Sagan / Milyarlarca ve Milyarlarca / Tubitak Yayınları 2011 s.51-52

Yazının 1. bölümünü okumak için tıklayınız.

 

Her hakkı Ethem Arı ve Yazı Dükkanı Akademisi’ne  aittir. Kaynak gösterilmeden kısmen ya da tümüyle kullanılamaz. Alıntı yapılamaz.

ETHEM ARI
İzlemek için
2

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Çocukluk Çağımız Daha Güzeldi Sadi Geyik

Anı

2 Yorumlar

  1. Kutluyorum yazılarınız büyük bir emek eseri.

    3

Bir yanıt yazın