Her Şey Bir Dokunuşla Başlar Hamide Sönmez


1997 de Milli Eğitim Bakanlığı’ndan emekli olunca, kendimi boşlukta hissettim. Önce Bornova Atatürkçü Düşünce Derneği’nde, eğitim komisyonunda aktif çalıştım. 2006 yılında Buca’ya taşınınca aynı boşluğa düşmemek için, CHP’nin aktif bir neferi olarak kendimi seçim alanlarında buldum. Parti çalışmalarının içinde, bugün bile arkadaşlıklarımızın devam ettiği dostluklar kurdum. Buca Belediyesini CHP kazanınca, Buca’da ilk kez Buca Kent Konseyi kuruldu. Bu kurumun içinde yer alma isteğim doğrultusunda, “Biriktirdiğim bilgi ve becerilerle sosyal alanda nasıl faydalı olabilirim” dedim ve ilk üyeleri arasına katıldım.

Buca Kent Konseyi’nin genel kurulunda halka nasıl daha iyi ulaşabiliriz, dokunabiliriz, aşamasında, bir öneride bulundum. CHP’nin az oy aldığı bölgelerde okuma yazma kursları açma önerim olumlu karşılandı. Orada dört emekli öğretmen arkadaşım daha olmasına rağmen, kursu verme konusunda istekli değillerdi. Kurs göründüğü kadar kolay olmayacaktı. Para kazanmak düşünülmeyecek, o bölgedeki kadınlarımıza ulaşılacak, kursa ikna edileceklerdi. Haftada en az 6 saat harcayarak 120 saati doldurmak, çalışmayla kalmadan, kadınlarımızın okuryazarlığı sağlamak ve Türkiye Cumhuriyeti’nin değerlerine sahip çıkma duygularını geliştirmek de işimizin önemli tarafıydı. Başarmak için bu işi önemsemek, çocuklarına ayırdığın zamandan fedakarlık etmek, yağmurda ve soğukta toplu taşıma araçları ile kursiyerlere ulaşmak gerekiyordu. Kent konseyi başkanımız Rezzan Gedik: “Hocam bu öneri sizin. Elinizi taşın altına koymaya var mısınız” dediğinde, hiç düşünmeden heyecanla görevi kabul ettim. İş kurs yerini bulmaya kalmıştı. Rezzan başkan, “Hocam o iş bende, Ercan Tatı başkan bunu çözer” dedi.

Buca Kent Konseyi Başkanı ve Kadın Meclisi Başkanı Nevriye Keyik ile “projeyi nasıl gerçekleştirebiliriz” i yönetim kurulunda tartışmaya açtık. Yönetim kurulundakiler bu çalışmada var olduklarını söylediler. Zaten çoğunu partiden tanıyordum. Bir plan dahilinde, Mustafa Kemal Mahallesinde alan çalışması yapacaktık. İki günlük bir alan taramasında okuma yazma bilmeyen kadınlarımıza ulaşacaktık.

10-12 kadın tek tek kapıları çaldık. Önce onlar ile günlük olayla, belediyelerin çalışmaları hakkında kısa sohbetler ettik. Okuma yazmam yok diyenlere, kurs açma düşüncemizi ilettiğimizde aldığımız yanıtlar karşısında çok şaşırdık. Bazıları bizi hayrete düşürdü, bazıları da içimizi sızlattı. Doğuya gitmeye gerek yoktu. Ege’nin İncisi İzmir gibi kadın kokan bir kentin, kenar semtinde kadınlarımızın hâlâ adı yoktu. Şimdiye kadar kimse onun düşüncesini almamıştı. Bizleri samimi görüp içlerini döktüler. “Öğretmen hanım benim küçük bebelerim var, onları kime bırakayım”, “Hocam benim adam pek aksidir. Karı kısmı okuyup da ne yapacak, başıma hakim mi olacaksın, deyip, olay çıkarır”, “Öğretmen, olmayacak işe amin deme. Önce kaynanam olmaz der, evde bütün işler bana mı bakacak” deyip beni kapının önüne koyar.”…

Ev işleri aksarsa kursa gitmeyeceğim deyin, dedim. Kabul ettiler. Ertesi gün kendilerini kursa yazdığımızda dünyalar benim oldu.

Kurs başlamıştı. Onları tanımaya çalıştım. “Arkadaşlar bu kursa gelmeyi neden çok istediniz” diye sordum. Kursa gelmekteki amacınız ne, sorusunu sorduğumda benim bile aklıma gelmeyecek yanıtlar aldım. Bunlardan biri beni çok yaraladı.
– Hamide Hocam, ben 59 yaşındayım. Annemi ve babamı kaybettikten sonra öz kardeşim bana bir kağıt imzalattı. Bu ne dediğimde, senin okuman yoktur, mülkü beraber paylaşmak için imzanı aldım dedi. Aradan iki sene geçti. Bana düşen tarlayı satmak istedim. Tapuda bu tarla senin üzerinde değil; kendi isteğinle kardeşine vermişsin, dediler. Başımdan kaynar sular döküldü. Çok öfkelenmiştim. Ama iş işten geçmişti. Ant içtim, okuma yazmayı öğreneceğim.

Dedim ya, Anadolu’da kadının adı yok. Ben bu yüreği temiz, öğrenmek için her zorluğu karşı kursa, Erzurum’dan, Diyarbakır’dan, Balıkesir’den, Ağrı’dan gelen kadınlarımızın iliğine işlenen cahilliğe ışık olacaktım.

Kurslara her gün bir şeyler başarma arzusu ile gittim. Bazen dolmuş gecikti. Bazen eşim Erol beni kursa zamanında yetiştirdi. Kadınlarımızın öğrenme arzusu çok güzeldi. Çocuğu olan iki kadınımız derse çocukları ile geliyordu. Çocuklara, arka sırada boyama kitabı veriyordum, anneleri rahat nefes alsın diye. Eksik bilgilerini tamamlamak için, öğrenmede biraz geri olanları evlerine yarım saat geç gönderiyordum. Kurslar öğleden sonra başladığı için, işlerini sabahtan bitiriyorlar, kendilerine laf-söz gelmemesi için çok dikkat ediyorlardı.

Kursu tamamladık. Bir tören ile kendilerine okur-yazar sertifikalarını verecektik. Bir gün önce sınıfı, tuvaletleri, antreyi, camları imece usulü ile pırıl pırıl yaptılar. Tören günü için her öğrencimin mektup yazmasını istedim, bu mektupta bana veya belediye başkanına duygularını anlatmalarını istedim.

Tören günü geldi. Ercan başkan kadınlarımızın duygularını anlatan mektupları dinlerken çok duygulandı. “Hocam bu mektupları gerçekten kendileri mi yazdı?” diye soruverdi. Çok mutluydum. 14 kadınımızın karanlıklarında ışıklı bir yol açılmıştı. Bana yazılan bir mektupta öğrencim okuma yazmayı öğrettiğim için çok teşekkür ediyor, sonunda da: “Hocam artık çocuklarımdan cahil olduğum için utanmayacağım. Çocuklarımın ve kocamın bakışlarındaki ezilmişlikten kurtuldum.” diyordu.

İnsan her yaşta birilerinin mutluluğu olabiliyor. Hayatım boyunca kendimi hiç emekli etmedim. Etmek de istemiyorum. Her güzel dokunuş size mutluluk olarak geri dönecektir.

 Emekli Öğretmen Hamide Sönmez
 

Hamide Sönmez
Hamide Sönmez son yazıları (Hepsini Gör)
8

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Çocukluk Çağımız Daha Güzeldi Sadi Geyik

Anı

Bir yorum var

  1. Gurur duyduğunuz bir çalışma ile ilgili anınızı güzel, akıcı bir dille anlatmışsınız. Kutluyorum. Ahh! Öğretmenlere gereken değer ve fırsatı verseler…

    0

Bir cevap yazın