İspanya Gezisi Yavuz Yorulmaz 2.Bölüm

Bu arada, İspanya’daki turlarda yerel rehber bulunması  zorunlu. Her şehrin girişinde İspanyol rehber  bize eşlik ediyor, bizlere kulaklık ve alıcı veriliyor. Böylece rehberimizi kolaylıkla duyabiliyoruz. Çok sayıda turist grubu var. Bu yöntemle kimse kimseyi rahatsız etmiyor. Akşam, Dünya Kültür Mirası listesinde olan eski Müslüman mahallesi Albaicin’i geziyoruz. Ardından Çingene mahallesinde küçük mağaralarda  flamenko gösterisini izliyoruz. . Çingeneler bölgeye 18. yüzyılda yerleşmişler. Çingene ailelerinin sunduğu gösteride hüzünlü şarkılar söyleniyor ve dans ediliyor. İlgiyle izliyoruz bu nefes kesen gösteriyi.

Çingene Mahallesi- Flamenko

Gece geç saatte uykuya dalmadan önce Afrikalı Leo’yu düşünüyorum. Amin Maalouf ilk romanı. Maalouf’un ‘’-Ben, Hasan, tartıcıbaşı Muhammed’in oğlu, ben, Giovanni Leone de Medici; bir berberin sünnet ettiği, bir papazın vaftiz ettiği ben. Şimdi Afrikalı diye anılıyorum, ama Afrikalı değilim, Avrupalı da Arabistanlı da değilim. Bana Granadalı, Faslı, Zeynatlı da derler ama ben hiçbir ülkeden, kentten ya da boydan değilim. Yolların oğluyum ben, ülkem kervan, yaşamımsa yolculukların en beklenmedik olanı.’’ diye başlayan romanını kafamda canlandırıyor, adeta bir solukta tekrar okuyorum ve burada Granada’da gördüklerimle öğrendiklerimle bütünleştiriyorum. Afrikalı Leo ete kemiğe bürünüyor gözümde. Türkiye’ye döndüğümde gençlik yıllarımda severek okuduğum Afrikalı Leo’yu, her satırını içime sindirerek, bir tarih kitabı gibi yeniden okuyorum.

Endülüs Bölgesi’nin başkenti ve İspanya’nın 4. Büyük kenti Sevilla’ya hareket ediyoruz  sabahın erken saatlerinde. Sevilla  tarih kokan sokakları, meydanlarıyla adeta başımızı döndürüyor. İlk olarak  1929 yılında İber-Amerikan Exposu için inşa edilen İspanya Meydanı’nı geziyoruz. Meydanda hem İspanya Müslümanlarının  hem de Rönesansın etkileri görülüyor.  Meydan pek çok filme de mekan olmuş.

Plaza De Espana/ İspanya Meydanı –Sevilla

Sevilla, Yeni Dünya’ya düzenlenen keşif seferlerinin başlangıç noktası. Flamenkonun da merkezi.  İspanya’da ayakta kalan müdeccen (Endülüs’ün düşüşünden sonra Katolik İspanya’da kalmayı sürdüren Müslümanlar, bunların sürdürdüğü mimari üslup.) mimari tarza sahip en güzel ve etkileyici yapı olan Alkazar Sarayı’nı (Arapça El Kasr, yani hem kale hem saray) gezerken büyüleniyoruz.  Saray en son  Game of Thrones dizisine ev sahipliği yapmış. Akşam programında  Flamenko var. Bu kez mektepli dansçılardan izliyoruz flamenkoyu nefeslerimizi tutarak. İspanyol içkisi sangria ile neşeleniyoruz. Flamenko, İspanya kültürünü dünyaya tanıtan iki gelenekten biri, bir diğeri ise boğa güreşleri. Dansla birlikte söylenen şarkılar ise başta Çingeneler olmak üzere bu topraklarda yaşamış birçok toplumun derin izlerini taşıyor. Aslında flamenkonun özünü şarkı oluşturuyor, gitar ve dans ise şarkıya eşlik ediyor.

Seyahatimiz süresince yolun her iki yanında zeytin ağaçları bizlere eşlik ediyor. 400 milyon dolayında ağaç olduğunu öğreniyoruz rehberimizden. İspanya bu alanda dünya lideri.  Zeytin ağaçları düz sıralar halinde uzanıyor, sonradan tesis edildiklerini anlıyoruz böylece.  Yerlerinden sökülmüş, büyükçe bir kabın içine konmuş zeytin ağaçları dikkatimizi çekiyor , bu hastalıklı ağaçların burada bir anlamda tedavi edilerek,  yeniden yerlerine dikileceklerini anlatıyor rehberimiz. Hayranlıkla, ne yalan söyleyeyim, biraz da kıskanarak, hiç usanmadan seyrediyorum uçsuz bucaksız zeytinlikleri.  Ünlü bir ressamın fırça darbeleriyle hayat verdiği  bir tablo sanki gördüğüm. Peki  ya benim şansız, bahtsız Anadolum? Pek çok medeniyete kucak açmış, dünyanın en leziz, en kaliteli zeytinlerini veren asırlık ağaçlarının kök saldığı, kadim topraklar. İçim sızlıyor, kızıyorum, ama bu sözcükler değil  içinde bulunduğum ruh halimi betimleyen. Bu bir isyan. İsyan ediyorum ülkemdeki yağmacılığa, talana, vurdum duymazlığa, ranta. Hızla yok edilen tarım arazilerine, inşaat furyasına kurban edilen binlerce, on binlerce zeytin, şeftali, ceviz ağacına, Karadeniz’de HES’ler için kıyılan onca ağaca, Muğla Yuvarlak Çay’da kesilen yüzlerce çam ağacına içimden bir kez daha sessizce ağlıyorum. Yuvarlak Çay’da köylülerin ağaç kıyımına gösterdikleri  direniş, gece gündüz aralıksız tutulan nöbetler, kendini zincirle ağaca bağlayarak asırlık çınarı kurtaran kadının önünde saygıyla eğilmeyi hak eden örnek mücadelesi ve bütün bu olup bitenlerin gazete ve televizyonlarda bir satır bile yer almaması gözyaşı olup akıyor içime. Çoğu medeniyetin kutsal saydığı, onlarca yılda yetişen, belki de yüzyıllık zeytin ağaçlarını kesmek bu kadar kolay mı? İnsan bindiği dalı keser mi hiç? Hiç mi acımaz da eli balta tutar, yıllarca kendisine cömertçe veren dalları bir solukta kesiverir testereyle. Çok mu zor soruyorum size bu ağaçları söküp başka yere taşımak? Biz nasıl bu hale geldik, acımasız, gaddar, vicdansız. Dünyanın neresinde var ağaca, yeşile düşmanlık? İspanya’da zeytincilikte de kooperatifler  çok işlevsel. Ağaçların bakımı, ilaçlanması ve zeytin toplanması kooperatifler tarafından gerçekleştiriliyor. Ülkemizdekinin tam tersi.  Bizde ise kapatılıyor bu ortaklıklar. Tarımda neden geriye gidiyoruz diye merak edenlere işte cevap.

Tur  yorucu, kolay değil her gün sabah 6’da 7’de kalkıp yollara koyulmak, gün boyunca yürümek, rehberi dinleyip yeni bilgiler edinmek, manzara fotoğrafları, özçekimler, sürekli bir koşuşturmaca, bir de serbest zaman sonunda tur otobüsünü kaçırma korkusu. Bu da nasıl olur diye sormayın sakın. Rehberimizin  günde birkaç kez ‘’Şu saatte hareket ediyoruz.’’ şeklindeki uyarıları zamanla karışıklığa yol açıyor. Saat 15.10 mu yoksa 15.30 mu hareket saati  diye şaşırıp kalıyorsunuz, ondan sonra bir telaş, sormayın.

Sevilla’dan bu duygularla ayrılıyoruz, sırada Cordoba (Kurtuba ) var. Cordoba diğer şehirlerden farklı görünüyor:  Sanki üzerindeki o tarihi örtü hiç kaldırılmamış, olanca görkemiyle göz kırpıyor bizlere. Lorca’nın dizelerindeki gibi uzakta tek başına. Yağız atlar koşturuyor ovada, Guadalquivir Nehri (Büyük Nehir) boyunca.  Dizginlemek imkansız, belki de ölüme götürüyor binicisini. Belki Emevilerle Hıristiyanlar arasındaki kanlı bir savaştan çıkmı. Cordoba gerçekten büyüleyici. 10.ve 11. yüzyılda, Bağdat ve Kahire ile birlikte dünyanın en önemli 3 merkezinden birisiymiş. Kütüphaneleri, rasathanesi, sanat, mimari ve felsefe alanlarındaki eserleri, dünyanın ilk şehir aydınlatmasıyla Endülüs’ün tarihi anlamda en önemli kenti.  Cordoba’daki en muhteşem eser tabi ki İspanyolların ‘’La Mezquita ‘’dedikleri Kurtuba Cami.

Kurtuba Cami-Cordoba

Kurtuba Cami-CordobaCami, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesinde. Estetiğin her yönüyle göz kamaştırdığı  camide çok sayıda sütun bulunuyor.  Caminin mihrabı ise tarif edilemez güzellikte. Sonraki yıllarda İspanya Kralı Şarlken’in emriyle caminin içine katedral yapılır, ancak  Şarlken’in bile beğenisini kazanamadığı söyleniyor. Seneca’nın, İbn Rüşd’ün ve Yahudi filozof Musa Bin Meymun’un  şehri Cordoba. Yahudilerin İspanya’dan kovulana kadar yaşamış oldukları mahalle de UNESCO  Listesi’nde.  Cordoba sokaklarında yürürken evlerin duvarlarındaki saksılarda rengarenk sardunyalar, menekşeler göz alıyor. Günümüzde unutulan kartpostalları anımsatıyor adeta. Cordoba’da  bir de festival düzenleniyor. Herkes kendi avlusunu, dar sokakları saksı çiçekleri ile süslüyor.

Dar Cordoba Sokakları.

Ayrılmadan önce, Romalılardan  kalan köprüden son kez bakıyorum Cordoba’ya, matador El Cordobes’i (İspanyolca Kordobalı) görüyorum. ‘’Ölümle randevum var, beni görmeye gelin.’’ diyor. 20. Yüzyılın en ünlü matadoru, korkusuz yüreğiyle elinde pelerini, muletası meydan okuyor azgın boğaya. Seyircilerin coşkulu oley sesleri yükselirken boğanın önünde diz çöküyor. Matador, en küçük hatanın ölümle sonuçlanacağını çok iyi biliyor.  Ve kılıcını boğaya saplıyor. Boğa güreşleri yoksulluktan çıkış yolu olduğu için İspanya’da çoğu gencin hayalini süslüyordu.  Bunun bir ucu ise ölümdü. El Cordebes lakaplı yoksul Manuel Benitez de ablasına ‘’Ağlama Angelita; bu akşam ya sana bir ev alacağım, ya da yasımı tutacaksın.’’ diyordu. ‘’Vahşilik’’ olarak tanımladığım boğa güreşleri İspanya’da tartışma konusu. Hayvan hakları savunucuları ‘’işkence gelenek olamaz’’ düşüncesindeler ve güreşlerin yasaklanmasından yanalar. Boğa güreşlerinin devamını savananlar ise, bunun  İspanya’nın ‘’ulusal kültürel mirası ‘’olduğu görüşündeler. Barselona ise hayvanların gösteri amacıyla kötü muameleye uğraması  ya da öldürülmesini yasaklayan yasayı 2010 yılında kabul etmiş ve boğa güreşleri de yasaklanmış bu Katalan kentinde.

Ülkenin kuzey doğusundan başlayan turumuzda sona yaklaşıyoruz. Sıradaki şehir Toledo, İspanya’nın eski başkenti. UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesinde çok sayıda eser yer alıyor Toledo’dan. Şimdi sıkı durun şehrin tamamı bu listede. 1985 yılında  UNESCO bu kararı almış ve dünyada bir ilk. Kendinizi tarihi bir film setinde buluyorsunuz  Toledo’ya girer girmez.

Toledo – Genel Görünüş

Toledo’nun  tamanının bu listeye girmeyi  fazlasıyla hak ettiğini görüyorum bu ortaçağ şehrinin sokaklarına kendimi bırakıp tarih sayfalarında gezinirken.  Toledo’nun katedrali de ünlü, El Greco’nun  ve pek çok ressamın tablolarına ev sahipliği yapıyor.

Toledo Kılıç yapımı

Toledo çeliği ve kılıçlarıyla nam salmış dünyaya. Turistik eşya satan mağazaların vitrinlerini alıcılarını bekleyen bin bir çeşit kılıçlar, hançerler süslüyor. Bir de Endülüsten miras ‘’damaskane’’olarak adlandırılan Şam işi  metal kakma takılar. Biz de  bir kılıç ve damaskane  atölyesini geziyoruz. Sizlerin de tahmin edeceği gibi turumuzdaki bayanların hücumuna uğruyor atölyedeki takılar.

Son olarak başkent Madrid’teyiz.  Madrid, meydanlarıyla ünlü. Plaza Mayor’da dolaşıyor, Mercado De San Miguel’de tadı hala damağımda olan enfes tapasları tadıyoruz. Ançuezli olanı ise    tek kelimeyle harika.

Başkentteki serbest zamanımızı ise dünyanın en önemli müzeleri arasında yer alan ünlü Prado Müzesi’ne ayırıyoruz. Aslında önümüzde iki seçenek var. Prado ya da Renia Sofia Sanat Müzesi. Zaman sınırlı, görülecek çok şey var. Daha önce vurguladığım gibi müzeler ilgi alanında değil  tura katılanların. Onların tercihleri alış veriş ve yeme içmeden yana. Renia Sofia Müzesi tek başına Picasso’nun ünlü Guernica adlı eseri için görülmeye değer,  ancak Prado, yalnızca  El Greco, Velazquez, Goya gibi İspanyol ressamların değil Rubens, Rembrandt, Titian ve onlarca ünlü ressamın eserlerine ev sahipliği yapıyor. Biz de kendimizi uzunca bir kuyrukta sıra beklerken buluyoruz Prado Müzesi önünde. Yarım saatten fazla bekledikten sonra elimizde küçük bir müze planıyla, o salondan diğerine koşuşturuyoruz. Bu kadar ünlü eseri bir arada görmek başımızı döndürüyor.  Bir bakıyoruz Velazquez’in dünyaca ünlü tablosu ‘’Las Meninas’’ ın (Nedimeler)  önündeyiz, ardından Goya’nın başyapıtı olarak kabul edilen 1814 yılında yaptığı ‘’3 Mayıs 1808’’ adlı tablosuna hayranlıkla bakıyoruz.

Goya’nın ‘’3 Mayıs 1808’’  adlı  Yağlıboya Tablosu- Prado Müzesi/Madrid (Goya, bu eserini, Fransızların 1808’de Madrid’i işgali sırasında, Napolyon’un ordularına direnen İspanyolların anısına yapmış.)

Üç dört saatin nasıl geçtiğini anlamıyoruz. Biz de kendimize  bir ‘’Sanat ziyafeti’’ çekiyoruz böylece. Müzeden ayrılırken yalnızca bu müze için bir kaç günlüğüne Madrid’i yeniden ziyaret edebilir miyiz diye soruyoruz eşimle birbirimize.

Otobüsteyiz , havaalanına doğru ilerlerken İspanya‘yı anlatan kitabımın sayfalarını karıştırıyorum son kez. Müzede görme olanağını bulamadığım Picasso’nun Guernica tablosuna bakıyorum. Tablo İspanya İç Savaşı sırasında Nazi Almanyası’na ait uçakların İspanya’daki Guernica şehrini bombalamasını anlatıyor. Savaşın bireyler üzerindeki acı verici etkilerinin çarpıcı olarak  resmedildiği tablo,  zamanla savaş karşıtı düşüncelerin sembolü haline gelmiş.

Pablo Picasso’nun Guernica Tablosu.

Çok acılar yaşamış bu toprakların halkları. Museviler sınır dışı edilmiş yaşadıkları yerlerden, Müslümanlar da kıyıma uğramışlar,  yaptıkları eserler yerle bir edilmiş, meydanlarda yakılmış, geleceği aydınlatacak, çağ atlatacak, rönesansa kıvılcım olacak binlerce el yazması kitap. İspanyol engizisyonu Müslümanlarla Yahudilerin zorla Hristiyanlaştırılmasını hedeflemiş. 1492 yılında binlerce Yahudi  İspanya’dan sürgün edilmiş, bunların bir kısmı Osmanlı İmparatorluğu’na sığınmış. Sırada Müslümanlar var. Onlar da Hristiyanlaştırılmış, bunlardan bir kısmı gizli olarak İslam inancını korumuş, çoğu Müslüman ise, Kuzey Afrika’ya zorla sürgün edilmiş. İspanya yakın tarihinde ise, 1936-1939 yılları arasında kanlı bir iç savaşı yaşamış. Seçimle yönetime gelen Cumhuriyetçilerle Franco liderliğindeki isyancılar arasındaki kanlı savaş, yarım milyon ölü ya da yaralıyı, bir milyondan fazla sürgünü, yanmış yıkılmış kentleri  geride bırakarak son bulmuş. Savaşın kazananı Franco.  İspanya, diktatör Franco tarafından öldüğü yıl olan 1975’e kadar yönetilmiş. Ünlü Amerikalı gazeteci yazar Ernest Hemingway, iç savaşa cumhuriyetçilerin saflarında katılmış ve gözlemlerine dayanarak ‘’Çanlar Kimin İçin Çalıyor’’adlı kitabı yazmış.

İspanya tarihinde ‘’Yeni Dünya’’nın keşfi, sonrasında Latin Amerika kaynaklarının yağmalanması ve kölelik ise başka bir yazıya konu oluşturacak kadar önemli.

Bu arada, rehberimizin İspanya ile ilgili önerdiği kitapları Türkiye’ye döner dönmez kısa zamanda bir bir okuyoruz, böylece İspanya daha da netleşiyor zihnimizde. Bu kitapları okumamış iseniz sizlere de öneriyorum. Hoşça kalın.

NOT:   Yazımda kullandığım bütün fotoğraflar (3 Mayıs 1808 ve Guernica Tabloları dışında) bana aittir.

-Yasımı Tutacaksın  (Dominique Lapierre- Larry Collins.

-Katalonya’ya Selam    (George Orwell)

-Yüzyıllık Yalnızlık   (Gabriel Garcia Marquez)

-Afrikalı Leo  (Amin Maalouf)

-Çanlar Kimin İçin Çalışıyor  (Ernest Hemingway)

-Latin Amerika’nın Kesik Daamarları  (Eduardo Galeano)

-İspanya Bir Başka Avrupa   (Gül Işık)

-Peygamberden Sonra  (Lesley Hazleton)

– İnsanın Anlam Arayışı (Viktor E. Frankl)

17.04.2001

Yavuz Yorulmaz

Her hakkı saklıdır. Yavuz Yorulmaz  ve Yazı dükkanı Akademisi KAYNAK GÖSTERİLMEDEN   tamamı ya da bir bölümü kopyalamaz, alıntı yapılamaz.

Yavuz Yorulmaz son yazıları (Hepsini Gör)
3

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Trakya’da Bir Günlük Gezi Mehmet Sönmez

GEZİ YAZISI

2 Yorumlar

  1. İspanya geziniz bölümler halinde, görsellerle, anlatımınızla bu yarımadaya gitmeyen arkadaşlara çok güzel rehberlik ediyorsunuz. Yıllar önce İspanya’ya gittiğim halde iki bölümü okumaktan çok mutlu oldum. Belirttiğiniz gibi turlarda yeme içme eğlenme alış-veriş güzel de, müzelere ilgisizlik gerçekten üzücü. Reina Sofia Müzesine özellikle Picasso’nun Guernica Tablosunu görmeye çekirdek aile olarak gittik, sırada bekleyenlerde öğretmenleriyle anaokulu öğrencileri vardı. Dikkatimi çeken öğrenciler yetişkin insanlar gibi sessiz bekliyorlardı. O an ortaokul ve lise öğrencilerimizle gittiğimiz “sessiz olalım resimlere dokunmayalım” uyarılarıyla geçen sergiler müzeler aklıma geldi. Burada ne değerlerine sahip çıkma, sanata önem küçük yaşlarda veriliyor, büyüdüklerinde de bilinçli olarak elbette ülkelerinin kıymetini bilecekler. Prado Müze’sini harika anlatmışsınız, ressamlar tablolar gerçekten muhteşemler. Velazquez’in 1656’larda yaptığı “Nedimeler” tablosu önüne geldiğimizde çok heyecanlanmıştım, orjinalini görüyordum, çok görmek istediğim tablo tam da karşımdaydı. Rehberimiz bu konuda çok iyiydi ve detaylarıyla tabloyu anlatmıştı. Bu müzede Bosch’un “Dünyevi Zevkler Bahçesi” 300 den fazla figürün olduğu üç bölümlük tablosu beni etkileyenler arasındaydı. Dürer, Rubens, Raphael, Titian, Rambrandt, Murıllo ve nice eşsiz ressamların eserlerinin olduğu bu müze muhteşemdi ve bıraksalar günlerce kalabilirdim. Anlattığınız şehirler arasında biz de Toledo’ya gittik, gerçekten olağanüstü ve tablo gibi bir yer. Orada da ilginç bir sahne oldu, ara sokakları gezerken nereden çıktığı belli olmayan atlar üzerinde haçlılar gibi giyinmiş, kılıçlı miğferli insanlar gördük, rehberimizin açıkladığına göre müslümanları İspanya’dan yolladıklarının yıldönümünü kutluyorlarmış. Yavuz Bey İspanya gezinizle bu güzel ülkeyi yeniden gezmiş gibi oldum. Yazı Dükkanı ailesi olarak diğer bölümleri heyecanla bekliyoruz. Saygılarımla

    2
  2. Ispanya tarihiyle,doğal güzellikleriyle görülmeye değer.Zeytinlikler ve Kampanyanın genel tarım politikasıyla ilgili görüşlerinize aynen katılıyorum.Bizdeki bu doğa kıyımı,bilinçsizce doğanın talan edilmesi ,zeytin ve diğer ağaçların kesilerek ev ve otel gibi binalar yapılması,maden aramaları benimde içimi acıtıyor.Yasadigim bölge doğa kıyımının en çok yapıldığı yerlerden biri.Cocuklarimiza temiz bir doğa bırakamıyoruz.Tam da Ulusal Egemenlik ve çocuk bayramında bunu da düşündürüyor yazınız.Cok teşekkürler. Güzel bir gezi yazısı olmuş. Elinize sağlık.

    3

Bir cevap yazın