İtalya Gezi Notlarım Şerif Kaya

BİRİNCİ GÜN

Sekiz gün sürecek İtalya Kültür ve Tarih turumuza bir gün kala, gezimiz süresince bize yardımcı olacak tur rehberimiz aradı;

-İyi günler, ben yarın başlayacak İtalya turunuzun rehberi Sezai. Sizinle yarın sabah 07.00’de bizi İtalya’ya götürecek uçak firmasının Sabiha Gökçen Havalimanı’ndaki bürosunun önünde buluşalım. Oraya geldiğinizde bu telefondan beni arayın. Ayrıca yarın için daha önceden size bildirdiğim, bulundurmanız gereken belgeleri de hazır bulundurun, dedi.

Rehberimizin uyarısı üzerine, daha önce de bize bildirilenlerin listesini tekrar gözden geçirdim. Turumuz boyunca İtalya’daki hava durumuna baktım, valizime ona göre giysilerimi koydum. Kış mevsimi olmasına karşın; tur süresi boyunca İtalya’da havanın güneşli olması, yağış ve soğuğun olmaması beni sevindirdi!

Sabah erkenden gittiğim havalimanında tur rehberimizin bizi bekliyor olduğunu gördüm. Samimi güler yüzlü bir genç… İlk andan başlayarak bende olumlu bir izlenim bıraktı. Bu izlenim tur boyunca devam etti.

Mevsim gereği olsa gerek, tur grubumuz pek kalabalık değildi. Yirmi kişilik grupla çabuk kaynaştık. İstanbul-Roma yolculuğumuz kısa sürdü. Uçağımız Roma’nın Güney-batısında yer alan Fiumicino Leonardo da Vinci Havalimanı’na indi. Giriş işlemlerimiz çabuk yapıldı. Çıkışta, gezi süresince bizi gezdirecek olan araç şoförümüz bekliyordu. Kırk beş kişi alan otobüste biz yirmi kişiydik, isteğimize göre yer seçerek koltuklarımıza oturduk. Ben seyahat süresince, çevremi seyretmeyi sevdiğimden, ön koltukların birine oturdum.

Rehberimiz bizi önce Roma’da kalacağımız otele götürdü. Valizlerimizi odalarımıza taşıdık ve kısa bir süre dinlendikten sonra otelin önünde bizi bekleyen otobüsümüze geçtik.

Avrupa’nın en çok yabancı ziyaretçi ağırlayan, turizmde gezilecek yerlerinden (destinasyonlarından) biri olan İtalya’nın başkenti Roma, şehrin dört bir yanındaki hareketli meydanlarıyla tanınıyor. Şehrin cadde ve sokakları birbirinden şık, irili ufaklı meydanlarla birbirine bağlanıyor. Tarihi, kültürel yapılar ve çeşmelerle bezeli Roma meydanları yerli halkın olduğu kadar kenti ziyaret eden turistlerin de buluşma noktası.

Otobüsümüzün geçtiği güzergahtaki tarihi binaların çokluğu dikkatimi çekti. Rehberimiz mikrofonu eline alarak bize gideceğimiz yer hakkında bilgi verdi. Ayrıca tur grubundan ayrılmamız halinde veya gruptan uzaklaştığımızı anladığımızda, rehberin açtığı flamayı izlememiz gerektiğini anlattı. Otobüsten indikten sonra, rehberin açtığı flamayı izleyerek çoğumuzun sinema filmlerinde gördüğümüz Via Del Corsa Caddesi’nin güney yönündeki Aşk Çeşmesi’ne (Fontana di Trevi) geldik. Aşk Çeşmesi ve çevresi kalabalıktı. Trevi Meydanı’nda, daha önce de belirlediğimiz gibi yemek yiyip ondan sonra gezimize devam edecektik. İtalya’ya gelişimizi pizza yiyerek kutlayacaktık ki önce bir pizzacıya gittik. Kapının önünde uzun kuyruk vardı. Bu işletmenin iyi pizza yaptığını söylediklerinden beklemeyi uygun gördük. Kasada fiş kesmek için geldiğimizde, kasiyer yiyeceğimiz pizzanın çeşidini sorunca, yardımımıza rehberimiz koştu ve patlıcanlı pizza önerdi. Aldığımız patlıcanlı pizzanın, dedikleri kadar, lezzetli olduğuna tanık oldum.

Fotoğraf:Şerif Kaya-Fontana di trevi( Aşk Çeşmesi)

Karnımızı doyurduktan sonra rehberimiz Aşk Çeşmesi’ni tam göreceğimiz bir yerde bizi topladı ve Aşk Çeşmesi ile ilgili bilgiyi verdi;

“Çeşitli şarkılara ilham vermiş, birçok sinema filmine konu olmuş bu çeşmeye Aşk Çeşmesi adını veren sadece bizleriz. Bu çeşmenin adı, Fontana di Trevi’dir.”

Trevi Çeşmesi, Üç Yol Çeşmesi; gibi adlarla bilinen bu tarihi yapı hakkında çeşitli bilgiler vardır. Bazıları, buraya açılan üç yolun kavşak noktası olduğu için, İtalyancada Tree Viee (üç) sözcüğünden bu ismi aldığını söylese de bazıları da tree (üç) sözcüğünün üç yolun kesiştiği yerden değil, üç yer altı suyunun burada birleşmesinden ileri geldiğini iddia etmektedirler. Ama biz üçüncü söylentiyi öne çıkararak; yorgun, argın ve susuz bir şekilde gelip, Trevi adındaki güzel bir kıza rastlayan askerlerin ‘nerede su bulabileceklerini sormaları ve genç kızın askerleri su içecekleri bu yere getirip susuzluklarını gidermelerini sağladığı öyküsünü akla daha yakın bulduk. Böyle güzel bir gerekçe ancak Aşk Çeşmesi’ne bu denli ilgiyi artırabilirdi ki oldukça ilgi de vardı.

Bu tarihi çeşmenin yapılışı hakkında da şöyle kısa bir bilgi verebiliriz: Çeşmenin yapılış öyküsü MÖ 19. yılına kadar uzanmaktadır. Bu dönemde çeşme Aqua Virgosu kemerinin bir parçası olarak inşa edilmiştir. İlk çeşme, Papa V. Nicholas yönetiminde Rönesans döneminde yapılmıştır.

Fotoğraf: Şerif Kaya-Aşk Çeşmesi’nde dilek dileme ritüeli

İlk önce Papa XII. Clemens tarafından mimar ve heykeltraş Gian Lorenzo Bernini’ye sipariş edilen ve tasarlanılan çeşmenin projesi mali nedenlerle ve yüksek maliyet gerektirmesi nedeniyile iptal edilerek 50 yıl sonrasına bırakılmış.

Trevi Çeşmesi’nin son görünümünü, Nicola Salvi’nin elinde yıllarca süren çalışmaların ardından Giuseppe Pannini tarafından 1762 yılında tamamlanmış.

Aşk Çeşmesi’ne gelip de yapılması gerekenlerden bir ritüel; Aşk Çeşmesi’nde dilek dilemekmiş. Dilek dileme ritüelinin, çeşitleri olmasına karşın, ben kendime uygun olanı: Arkamı çeşmeye dönerek sağ elimle sol omuzumun üstünden çeşmeye üç bozuk para atarak yaptım (!) Roma’ya bir daha gelme ya da hayatlarının aşkını bulma umudu ile bu ritüeli gerçekleştirenleri düşünerek, biriken bozuk paraların yılda yaklaşık 1.5 milyon Euroyu bulduğu ve bu miktarın paylaşımının Belediye ve Katolik Kilisesi arasında çetin savaşlara yol açtığını aklıma getirince hafif bir gülümsemeden kendimi alamadım.

Aşk Çeşmesi’nden sonra Via Del Corse Caddesinde kısa bir yürüyüş ile caddenin kuzey ucunda Roma’nın en büyük meydanı olan Piezza del Popolo Meydanı’na (Halk Meydanı) gittik. Çevresindeki yapıları ile cafe ve yiyecek yerleriyle aynı zamanda eğlenceli bir yer. Çevresinde üç kilise ve Mısır’dan getirilen dikilitaş vardı. Farklı mimarilerden bolca çeşme meydanın süsü konumundaydı, ama en önemlisi Neptün (Roma Tanrıçasının Çeşmesi) Çeşmesi idi. Meydanın bir yanında da Leonardo da Vinci Müzesi bulunuyordu.

Fotoğraf: Şerif Kaya- Piezza del Popolo Meydanı (Halk Meydanı)

Aynı çevre ve güzergahtaki, İspanyol Meydanı anlamına gelen Spagna Meydanı’na (Piazza di Spagna) geldik. Adını İspanyol Büyükelçiliği’nin burada bulunmasından ve dillere destan İspanyol Merdivenleri‘ne sahip olmasından alıyor. Roma’nın kuruluş yıldönümünün kutlandığı ilkbaharda bir ay boyunca pembe açelyalarla dekore edilen İspanyol Merdivenlerinin Noel öncesinde ise basamaklarının ilk seviyesi beşik olarak aydınlatılıyor. İspanyol Merdivenleri inşa edildiği ilk andan itibaren Roma’nın en önemli çekim noktalarından biri olmuş.

Fotoğraf: Şerif Kaya-Spagna Meydanı’nda Fontana Della Barcaccia Çeşmesi (İspanya Meydanında Şaşkın ördek Çeşmesi)

Dönemin ressamlarına, sanatçıları ve şairlerine ilham kaynağı olan merdivenlere gösterilen ilgi nedeniyle merdivenlerin başlangıç noktasındaki Spagna Meydanı da kentin en hareketli merkezlerinden birine dönüşmüş. Merdivenlerin sağ köşesinde İngiliz şair John Keats’in bir dönem yaşadığı ve öldüğü ev bulunuyor. Müzenin karşısında ise Isabel Cargill ve Anna Maria Babington tarafından 1893’te kurulan Babington’s Tea Room (Geleneksel İngiliz Çay Dükkânı) bulunuyor. Bu dükkân günümüzde restoran olarak hizmet veriyor.

Fotoğraf: Şerif Kaya-Piazza di Spagna’ya inen İspanya Merdivenleri ve tepedeki Tirinita dei kilisesi

İtalya’nın başkenti Roma’nın oldukça popüler ve kalabalık olan bu meydanında İspanyol Merdivenleri’nin yanı sıra, Trinita dei Monti Kilisesi ile Fontana della Barcaccia Çeşmeside yer alıyor. Trinità dei Monti, İtalya’nın başkenti Roma’da bulunan Rönesans dönemi ünvansal bir Katolik kilisesidir.  Piazza di Spagna’ya inen İspanyol Merdivenlerinin tepe üstünde bulunmaktadır. Kilise ve çevresinin sorumluluğu Fransızlara aittir.

İspanyol Merdivenlerinin başlangıç noktasında bulunan Fontana della Barcaccia Çeşmesi ise, Eski Gemi Çeşmesi (Çirkin kayık) anlamına geliyor. Barok tarzında, 1627’de Pietro Bernini ve oğlu Gian Lorenzo Bernini tarafından tamamlanmış bir çeşmedir. Çeşme, ismini yarı batmış gemi şeklinden ve bazı kısımlarından su fışkırmasından alıyor.

İspanyol Merdivenlerinin karşısında uzayıp giden, Roma’nın en hareketli alışveriş caddesi Via dei Condotti, alışveriş severlerin buluşma noktası. Roma’nın araç trafiğine kapalı bu canlı ve bir o kadar renkli vitrinlerle süslü caddesini gezebilirsiniz.

Via Del Corsa caddesinin güney ucundaki kavşak noktasında Capitoline Tepesi eteğinde Piazza Venazia Meydanı bulunmaktadır. Bu meydanda Mussolini’nin II. Dünya Savaşı’nda İngiltere ve Fransa’ya balkonundan savaş ilan ettiği Palazzo Venezia sarayı var.

Fotoğraf: Şerif Kaya- Vittorio Emmanuel II Meydanında, Emenual II Sarayı ve Emmmaul II’nin at üstündeki heykeli

Piazza Venazia Meydanı ile Capitoline Tepesi arasında, İtalya’nın birliğini kuran İtalya’nın ilk kralı Vittorio Emmanuel II Meydanı bulunuyor. Vittorio Emmanuel II adına yapılmış beyaz mermerden saray ve kralın at üzerindeki beyaz mermer heykeli bu meydanı süsleyen iki önemli yapıt olarak göze çarpıyor. Sarayın iki köşesine yerleştirilmiş iki savaş arabasını kullanan Tanrıça Victoria heykelleri de bu meydanın güzelliğini tamamlıyor!

Fotoğraf: Şerif Kaya-Cordonata Merdivenleri ve Piazza del Capitalone tepesi

Fotoğraf: Alıntı-Roma’ı Kuran Romulus ve Remus’u emziren dişi kurt

Vittorio Emmanuel II Meydanı’nın Tree Nehri yönünde ilerleyip Cordonata Merdivenleri’nden Piazza del Capitalone’ye ulaşılır. Rivayete göre Romulus Roma’yı bu tepe üzerinde kurmuş. Romulus ve kardeşi Remus’u emziren dişi kurtun heykeli de buradaki Capitolin Müzesi’nde

sergilenmekte. Bu meydanı Palazza Senatorio, Palazzo Nuova, Palazzo dei Canservotori de çevrelemekte. Meydanın tam ortasında, Helenistik Felsefenin önemli temsilcilerinden biri olan stoacı filozof ve Roma İmparatoru Marcus Aurelies’un heykeli var. Sarayın girişinde sağ ve solda iki heykel bulunuyor. Buradaki ikinci dik basamaklı merdivenlerle de San Maria in Aracoeli Kilisesi’ne ulaşılır.

Fotoğraf: Şerif Kaya- Roma Kolezyumu

Karanlığın basması ile aydınlanan Kolezyum ise bir kısmı yıkılmış sütunlarına rağmen yıllara meydan okurcasına ayakta duruyordu. Geç saatler olmasına karşın çevresi kalabalıktı. 2007 yılında Dünyanın Yedi Harikası’ndan biri seçilen, Flavianus Amfitiyatro olarak da bilinen Kolezyum bir arena aslında. Köleliğin egemen sınıflara ilk ayaklanmasını anlatan Spartaküs filminde Kirk Douglas’ın canlandırdığı gladyatörün, arenadaki demir kafesli hücresinde verdiği ölüm kalım savaşını gözümün önüne getirdim. Tabi ki fonda izleyicilerin vahşet karşısında zevkten attıkları histerik hezeyan çığlıkları vardı. Zamanımızdan yaklaşık iki bin yıl önce yaşanmış bu dramatik eğlence şeklinin aslında şu anda da insanlığın geçirmiş olduğu evrime karşın pek de değişmeden yaşanmaya devam ettiğini düşündüm.

Bu çevrede bulunanların görmesi gereken önemli bir yer de Roma Formu. Zamanımızın darlığı nedeniyle göremediğime hayıflanıyorum. Açık hava müzesi olan forumda zamanında önemli dini, politik ve sosyal faaliyetlerin yapıldığı tapınak ve anıtların kalıntıları görülmesi gereken yerlerin başında geliyor.

İKİNCİ GÜN

Fotoğraf: Şerif Kaya- Papa’nın Yazlık Sarayı

Turumuzun ikinci gününde Vatikan’ın Yazlık Sarayı’nın bulunduğu Roma’ya 25 km uzaklıktaki Castel Gondolfo’ya gidiyoruz. Roma’nın Lazio bölgesinde Albano Gölü’ne bakan küçük şirin bir kasaba. Kasaba ama oldukça özellikleri olan bir yer. Papa’nın Yazlık Sarayı dışında, Vatikan Gözlemevi ve hâlâ kullanılmakta olan dünyanın ilk posta kutusu burada bulunmaktadır. Bu kutuya, torunum Deniz adına attığım kart, ben Türkiye’ye dönmeden Deniz’e ulaşmıştı. Ayrıca iki manastır, bir okul, çiftlik, bahçeler (Bahçenin birinin girişinde çektiğim bir fotoğrafı ‘Ben Özgür Kadınım’ adlı şiirimde kullandım) bulunuyor. Albano tepelerindeki iki yanardağ volkanının kraterlerinden oluşan göl, yeraltı kaynakları ile beslenmektedir. M. Ö. 398-397 yıllarında inşa edildiği tahmin edilen yapay bir göl ayağı tarafından boşaltılır.

Fotoğraf: Şerif Kaya-Dünyada kullanılmaya başlanılan ilk posta kutusu

Fotoğraf: Şerif Kaya-Albano Gölü

Bir rivayete göre, Delfoi Kâhini, Etrüsklerin elinde olan Veii Kalesi’nin sadece göl suları denize ulaştırılabildiğinde ele geçirebileceğini söylemiş, bu nedenle göl sularının denize boşalması gereği ortaya çıkmış ve gölün bir kanalla denize bağlaması çalışmalarına başlanmış.

Fotoğraf: Şerif Kaya-Lago Di Nemi Gölü

LAGO Dİ NEMİ GÖLÜ

Lazio bölgesinde Roma’ya 30 km uzaklıktaki bir yerleşim yeri. Gölün mavisi ve çevresini saran yeşillikler göle ayrı bir güzellik katıyor. Doğa burada çok cömert davranmış ki; güzelliklerin yanında güzel tatlar da bırakmış buraya. Çilek, kiraz buranın önemli meyveleri olsa da doğadaki meyvelerin güzelini ve bu güzel meyvelerden yapılan turta, reçel ve meyveli şaraplarını tatmak için de olsa gitmek gerekir. Gezdiğimiz dükkanlarda bu tür ürünler o denli güzel göz önüne serilmişti ki her şeyden almak ve tatmak geçiyor insanın içinden. Hediyelik şaraplarımızı bu şirin kasabadan aldık çoğumuz. Bazı arkadaşların, bu güzel kasabadan ayrıldığımızda hafif çakır keyif! olduklarını gördüm. Bu durumları, her uğranılan dükkandaki ikramları geri çevirmediklerindendi sanırım!

Öğle yemeğimizi buraya yakın bir alışveriş Castel Ronano Dsigner’de yedik. Karşılıklı iki büyük Avm. Biri çok pahalı lüks ürünlerin sergilendiği süslü vitrinleri ile lüks bir Avm; diğeri daha ekonomik ürünlerin satıldığı Avm.

Piazza Navona

Roma dışına yaptığımız turdan dönüşte Piazza Navona Meydanı’na geldik. Büyük meydanları ve bu meydanları süsleyen tarihi yapıları ile Roma bir kültür ve tarih şehri. Bu tarihi yapıların günümüze değin ayakta olması çok az yıpranma ile günümüze dek gelmesi de bir başka konuşulacak konu.

İtalyanlar Tarihi zenginliklerine her zaman ve her koşulda sahip çıkmışlar. Rehberimizin anlattığına göre; II. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan İtalyan yöneticiler, koşulsuz teslim olacaklarını ama tarihi zenginliklerine karışmamasını Amerika’dan istemişler. Bu nedenle II. Dünya Savaşı’ndan mağlup çıkan İtalyanlar, böylelikle tarihi zenginliklerini korumuşlar. Çünkü Amerika ve müttefiklerinin uçakları her yeri yerle bir ederken tarihi yapılara zarar vermemişler. Bu bilgiyi öğrenince aklıma Diyarbakır Surları’nın zamanın valisi tarafından bombalanması geldi.

Çin Seddi’nden sonra dünyanın ikinci uzun surları olan Diyarbakır Surları, zamanın valisi tarafından (1930 yılında -Vali Faiz Ergun) sur içi hava almıyor diye, Dağkapı’dan başlayarak   bombalayıp yıkmaya başlıyor. Tesadüfen Diyarbakır’ da bulunan Fransız arkeolog Albert Louis Gabriel, Millî Eğitim Bakanlığı’na ve zamanın yetkililerine; “Bu surların tarihi ve arkeolojik açıdan çok değerli olduğunu!” belirterek yıkımı durduruyor; ama Dağkapı’dan Urfa Kapı’ya doğru yüz metrelik bölüm yıkımdan kurtulamıyor! İşte sanata, sanatçıya, tarihi değerlere verilen öneme iki ayrı örnek!

Piazza Navona Meydanı’nı; MS I. yüzyılda Roma İmparatoru Domitian inşa ettirmiş. Domitian Stadyumu olarak bilinen bu kompleks yapı içerisinde, atletizm başta olmak üzere, farklı spor dallarında yarışmalar yapılıyormuş. Zaman içerisinde depremlerin yıktığı yerlerin yenilenmemesine bağlı olarak; yıkılan stadyumun yerindeki geniş meydan, papaların Roma’dan Vatikan’a çıkan geniş yollar, yapılmasını istemeleri üzerine yapılaşmaya, kapatılmış.

Navona Meydanı’nın çevresindeki yapıların birçoğu 16. ve 18. Yüzyıllarda yapılmış. Caravaggio, Rubens, Bernini ve Borromini gibi İtalya’nın en önemli sanatçılarının eserlerine de ev sahipliği yapıyor.

Şehrin tam göbeğinde yer alan meydanda, gece ve gündüz oldukça renkli, hareketli ve cıvıl cıvıl bir yaşam var. Her an, her yerde farklı bir aktivite; sokak ressamları ve sanatçılar, pandomim gösterileri, pek çok dil bilen falcılar, kaçak satıcılar, turistler, şarkıcılar, şık kafeler, lüks restoranlar derken zamanınızın büyük bir kısmını, sıkılmadan, geçirebileceğiniz bir meydan burası. 

Fotoğraf: Şerif Kaya- Novana Meydanı ve Neptün Çeşmesi

Navona Meydanı görülecek yerler:

Dört Nehir Çeşmesi (Fontana dei Quattro Fiumi)

İtalyan sanatçı ve mimar Gian Lorenzo Bernini’nin dünyanın dört büyük ırmağı olan Nil, Rio de la Plata, Ganj ve Tuna’dan ilham alarak tasarladığı şaheser niteliğinde bir çeşme. Aristokrat Pamphili Ailesi’nin bir üyesi Papa Innocent X adına 1651 yılında tasarlanmış.

Fotoğraf: Şerif Kaya- Fontana dei Quattro Fiumi (Dört Nehir Çeşmesi)

Bernini tarafından 17. yüzyılda metaforik anlamlarla tasarlanan 35 metre yüksekliğiyle oldukça büyük bir yapı olan çeşmede dört nehri temsilen dört büyük dev bulunuyor. Yılan gördüğü için korkmuş ifadesi olan Amerika kıtasını temsil eden Rio de la Plata; başı örtülü olan Afrika’yı temsil eden Nil, elinde kürekle Asya kıtasını temsil eden Ganj ve Katolik Hıristiyanlara en yakın nehir olan Tuna ise Avrupa kıtasını temsil ediyor. Bu devler yuvarlak havuzun içindeki büyük bir taşın üzerinde bulunuyorlar. Her biri temsil ettiği bölgeye ait hayvanlar ve bitkiler ile süslü.

Fotoğraf: Şerif Kaya_dört Nehir Çeşmesi ve Palazzo Pamphili (Pamphilij Sarayı)

Çeşmenin yapımına birçok sebepten dolayı çok sayıda Romalı karşı çıkmış. 1646-1648 yılları arasında yaşanan kıtlık döneminde et, ekmek ve tuza uygulanan vergi yüzünden halk ayaklanmak üzereymiş. Binanın yapım aşamasında kullanılan taşların üzerine Papa aleyhine yazılar yazılıyor, bu yazıları yazanlar tek tek tutuklanıyormuş. Hatta Papanın bu kişileri yakalamak için kendi ajanlarını halkın arasına sızdırdığı da biliniyormuş.

Çeşmenin ortasında bir dikilitaş ve dikilitaşın üzerinde İmparator Vespasianus, Titus ve Domitian’ın adlarının hiyeroglifleri bulunuyor.

Dikilitaş, 15 metre uzunluğunda ve bir zamanlar Via Appia Antica yakınında bulunan Maxentius arenasında bulunuyormuş. Bu dikilitaş genel yargının aksine Mısırlılara değil Romalılara aitmiş. Roma imparatoru Domitianus tarafından somaki mermeri ile yaptırılmış. Çeşmenin en tepesinde bulunan Kutsal Ruh Güvercini, Hristiyanlıktaki baba, oğul, kutsal ruh üçlüsünden kutsal ruhu temsil ediyor.

Fontana Del Neptune

Navona Meydanı’nda yer alan üç çeşmeden biri de Fontana Del Neptune Çeşmesi’dir. (Neptün Çeşmesi), Piazza Navona’nın kuzeyinde yer alıyor. Papa Gregory XIII desteğiyle yapılan çeşme, heykelleri hariç, 1574’te Giacomo Della Porta tarafından tasarlanmış. 300 yıl boyunca heykelsiz olan çeşme, 1878 yılında Antonio della Bitta tarafından ahtapotla savaşan bir Neptün heykeli eklenerek tamamlanmış.

Fotoğraf: Şerif Kaya-Neptün Çeşmesi

 Palazzo Pamphili

Günümüzde Brezilya Büyükelçiliği olarak kullanılan Palazzo Pamphili (Pamphilij Sarayı), Navona Meydanı’nın en göz alıcı yapılarından. İçerisinde Borromini’nin eseri olan bir galeriye de sahip olan saray, Papa X. Innocent ismiyle bilinen Giovanni Batista Pamphilij’in ailesinin bir dönem yaşadığı görkemli bir bina.

Museo Dei Gladiatori

Museo Dei Gladiatori (Gladyator Müzesi), küçük ve pek de gösterişli olmayan bir müze. Arenadaki bazı gladyatör figürlerinin dioramaları (üç boyutlu tablo )  , maskeleri, şapkaları ve silahları sergileniyor.

Sant’Agnese in Agone Kilisesi

Azize Agnes’e adanan Sant’Agnese in Agone Kilisesi Efsaneye göre, genç bir azize olan Agnes’in, inancını reddetmesi üzerine çırılçıplak bir şekilde genelevin çatısına bırakılması ve çatıda hızla uzayan saçlarıyla iffetini koruması öyküsüne dayanıyor. Azize Agnes’in çırılçıplak bırakıldığı noktaya, ona adanarak inşa edilen kilise Mimar Borromini tarafından tamamlanmış.

Fotoğraf: Şerif Kaya-Sant’Agnese in Agone Kilisesi

Fotoğraf: Şerif Kaya- Fontana Del Moro Çeşmesi

Fontana Del Moro

Meydandaki üçüncü çeşme, meydanın güneyinde bulunan 1653 yılında yapılan Fontana Del Moro Çeşmesi’dir.  Bernini tarafından yapılan bu çeşmenin ortasında deniz tanrısı Moro’nun heykeli bulunuyor.

Fotoğraf: Alıntı- Pasquino Heykeli

Pasquino Heykeli

Halkın, eleştirilerini yazıp boyunlarına astığı heykelleri Roma’nın çeşitli yerlerinde görmek olası. Rönesans Dönemi’nde siyasi liderleri ve papaları eleştirmek çok zor olduğundan Romalılar, yöneticileri kimliklerini deşifre etmeden eleştirebilmek için konuşan heykel yöntemini bulmuşlar. Navona Meydanı’nda yer alan Pasquino Heykeli de konuşan heykellerin en ünlüsü. 1501 yılından bu yana, meydanın güneybatı köşesinde, Piazza di Pasquino Meydanı’nda yer alıyor.

Rehberimizin bize burada verdiği bilgilerden sonra akşam yemeğini yemek için daha önce belirlediği restoranlar ve kafelerin olduğu sokağa girdik. Herkes yiyeceği yemek çeşidine göre mekân seçerken biz ve birkaç arkadaş rehberimizi izleyerek bir pizzacıya girdik. Aşk çeşmesi civarında yediğimiz pizzanın tadında bir pizzayı, burada da yedik. Yemek sonrasında, meydana giriş yerindeki kafede buluşacağımız söylenerek, herkes serbest dolaşmak üzere ayrıldı. Biz meydan çevresindeki vitrinlere bakarak bir tur attıktan sonra önce bir kafede, İtalyanların çokça kahve çeşitlerinden biri olan, latte kahve içtik. Daha sonra meydandaki tarihi yerleri gezdik.

İtalya’da cafe içmek bizim “çay içmemiz” gibidir. Yoldan geçen hemen ayaküstü kahvesini içiyor ve yoluna devam ediyor. Hani bizim; “gel bir çay iç” ikramızın benzeri, onlar da “gel bir kahve iç” diyorlar.

Serbest zamanımda Meydandaki Sant’Agnese in Agone Kilisesi’nin içine girdiğimde içeride ayin yapılıyordu. Ayin yapanların etrafı turistlerle dolu idi. Herkes rahatlıkla resim çekebiliyor, video kaydı yapabiliyordu. Ben de bu ayinden kısa bir görüntü aldım. Ayin yapanların çevrelerini saran kalabalığa aldırmadan, dini görevlerini yapmaları da ayrıca dikkatimi çeken önemli bir ayrıntı olarak belleğimde kaldı!

Toplanma saati yaklaştığında belirlenen cafeye gittik, havanın kararması ve soğumasıyla içimizi ısıtacak bir şeyler içerken tur arkadaşlarımızı beklemeye başladık. Saat yaklaştıkça arkadaşlar da toplandılar. Son yemekte aynı masada yemek yediğimiz karı-koca çiftten sadece erkek geldikten bir süre sonra tur rehberi; “herkes hazır mı? diye sorduğunda, bu arkadaşımız eşinin henüz gelmediğini söyledi. “Beraber değil miydiniz?” sorusunu, “yemek yedikten sonra eşim ‘ben biraz vitrinlere bakayım’ diye benden ayrıldı, ama henüz gelmedi.” diye yanıtladı. Rehberin; “telefonu yok mu? Arayalım!” demesi üzerine; “telefonu da benim çantamda, onda telefon yok” dedi. Gelmeyen kadın arkadaşın eşi, rehber ve bazı arkadaşlar meydanın çevresinde aradılar, ama bulamadan geri döndüler. Soğuktan tur arkadaşlarımızın üşümesi ve yorgunluklarını bir an önce atmak için otele gitme istekleri de artınca tur rehberinin; “biraz daha bekleyelim sonra döneriz” demesi üzerine bir süre daha bekledik. Biz arkadaşı bulamamanın moral bozukluğu içinde beklerken, kaybolan arkadaşımızın eşinin telefonuna İtalya hatlı bir telefondan çağrı geldi. Arkadaş telefonu açtığında karşısındaki eşi idi. Telefon sahibinden nerede olduğunu öğrendiler. Meğerse Aşk Çeşmesi’ne kadar gitmiş! Eşi ile rehber gidip arkadaşı getirdiler. Gezi süresince grubun espri konusu oldu: Kadın Aşk Çeşmesi’ne “aşk” aramaya gitmiş, diye.

Günün yorgunluğunun üzerine, yaşadığımız bu olay da günün finali oldu. Bir an önce otelimize gidip yorgunluğumuzu çıkarmak için yola koyulduk.

ÜÇÜNCÜ GÜN

Turumuzun üçüncü günü yönümüzü İtalya’nın güneyine çevirdik. Tur arabamıza, hafta sonu için üç günlük tura gelenleri de alınca otobüsümüz kalabalıklaştı. İki gündür gördüğümüz yüzlere yeni yüzler eklendi. Hafta sonu turuna katılanlar bizim tur grubumuzun aksine daha gençtiler. Hafta sonu tatilini değerlendirmek isteyen, çalışan kesime mensup gençler. Halbuki gruptaki iki genç çift ve grubumuzun maskotu bir buçuk yaşında bebek olmasa altmışın üzerindeki bizlerin grubun yaş ortalamasını oldukça yükselttiğimiz söylenebilir. Bizim rehberle birlikte yeni iki rehberle başladık güne. Rehberlerimiz, yol boyunca, bugünkü turumuz ile ilgili bilgiler veriyorlardı. İtalya’daki tarihi binaların nasıl günümüze değin geldiklerini bu yolculuk sırasında anlattılar.

Neredeyse iki bin yıl önce (MS. 79 yılı) yakınındaki Vezüv Yanardağı’nın patlaması sonrası yanardağın püskürttüğü lavların ve küllerin altında kalan, o dönemin ticaretin merkezi bir liman kenti olan Pompei’ye doğru yol alırken Vezüv Yanardağı bütün haşmetiyle solumuzda görülüyordu. Pompei’ye varmadan önce Pompei’nin bağlı bulunduğu Campania Bölgesinin merkezi konumundaki Napoli’den, buraya gezimizi dönüş yoluna bırakarak, geçtik.

Napoli hakkında bilgi veren rehberlerimizin aktardığına göre; “Güney İtalya, dolayısıyla Napoli ve çevresi İtalya’nın kuzeyine göre yoksul bölge imiş. Kuzey buralara göre çok zengin. Kuzeyde Milano ve çevre şehirler İtalya’nın kaynaklarının büyük bir kısmını bulunduran şehirler. Bu nedenle fakir bölge olan Napoli ve çevresindeki yerlerin İtalya’dan “Siz bize yüksünüz’’ diye ayrılmasını istiyorlarmış. Güneyliler yani Napolililer de “siz bizim bütün zenginliklerimizi çaldınız ve bizden çaldıklarınızla zenginleştiniz. Verin bizden aldıklarınızı o zaman ayrılalım” diyorlarmış. Tabi ki Kuzeyliler böyle bir paylaşımı kabul etmediklerinden kuzey ile güney arasında bitmeyen bir çekişme varmış. Dolayısıyla Güneyliler tabi ki Napolililer İtalya’nın “asi çocuğu!” konumunda imiş. Devlete vergi vermemekte, araç gereç ve mallarını sigortalamamakta ısrarcılarmış. Rehberimiz ek olarak şu bilgiyi de bize verdi “Şehri dolaştığınızda çokça çarpışmış ve tam>Ze4iri yapılmamış araçların trafikte olduğunu görürsünüz. Sırf sigortaya para ödememek için araçlarını sigortalatmazlar ve öyle dolaşırlar. Pompei dönüşü deniz kenarında bir restoranda yemek yiyeceğiz, orada da göreceksiniz; yediğiniz yemeğe fiş fatura kesilmiyor. Restoran mensubu geliyor masada yediklerinizin parasını topluyor ve fiş vermiyor. Dolayısıyla devlete vergi ödemiyorlar. Bize de öyle yapacaklar çünkü fiş fatura almaya kalksak bizden 30-40 avro almaları gerekirken bizden 15 avro toplayıp bize üç-dört çeşit menüyü verecekler”

Fotoğraf: Şerif Kaya-Pompei’de küller altında kalan yerleşim yerleri

Pompei yolunun kenarında, Vezüv Yanardağ’ının savurduğu küllerin altında kalmış ve üzerinden küller temizlendikten sonraki halinin de gösterildiği bir yerleşim yerinin yanından geçtik. Binaların üzerinde metrelerce kül olduğu belliydi.

Pompei, İtalya’nın Napoli kentinin yakınlarındaki Campania bölgesinde antik bir Roma kentidir. Vezüv Yanardağının patlaması sonucu kent hızla yok olmuş ve içerisinde bulunan insanların büyük çoğunluğu ölmüştür. Bilim insanları, halkın patlamada meydana gelen ve zehirli olduğu bilinen kükürt gazı nedeniyle öldüklerini söylemişler. Patlamanın ardından 1700 yıl varlığından habersiz yaşadığımız Pompei, 1748 yılında yapılan kazılarda tesadüfen keşfedilmiş. 1997 yılında UNESCO Dünya Mirasları listesine giren antik şehrin üzerinde, yanardağ patladıktan sonra yaklaşık yirmi beş metre kül birikmiş. Cesetlerin üstlerini çevreleyen kül ve kükürt gazı da taşlaşmalarını ve günümüze dek çürümeden gelmelerini sağlamış. Kentin üzerinde biriken kül tablası, kenti o kadar iyi korumuş ki, arkeologlar kazılarında olayın olduğu gün pişirilen bir ekmeği bile bulmuşlar.

Şehrin girişinde düzenli bir yol vardı. Bu yoldan, şehrin güney-batısındaki gladyatörler okulunun bulunduğu yere gittik. Gladyatörlerin dövüştüğü arena ve gladyatörlerin kaldığı demir kafesli hücreler olduğu gibi duruyordu. Ve arenanın etrafında çok düzenli tribünler vardı. Orada bir süre oyalandık ve fotoğraflar çektik.

Yerleşim yerindeki sokak ve caddeler çok düzenli idi. Zemine kalın taşlar döşenmiş, ulaşımı sağlayacak en ince ayrıntı gözden kaçırılmadan düzenlenmiş. Bundan iki bin yıla yakın bir zaman dilimi öncesinde yaşayan bu insanlar, sokak ve caddelerde karşıdan karşıya geçmek için yaya geçiş yolları belirlemişler. Kurşundan yapılmış borularla şehrin su sorununu çözmüşler. Her sokak başında halkın su gereksinimini karşılayacak fıskiyeli çeşmeler vardı. Günümüzdeki ayaküstü (fast food) yemek tarzı yerler sokak ve cadde başlarında yerini almıştı. İnsanlar bu yerlerde yararlanmaları için güzel fıskiyeli havuzlar ve motiflerle süslü mekanlar yapmışlar.

Fotoğraf: Şerif Kaya- Pompei’ye gelen tacir_tüccarların konaklayacığı yeri gösteren taşa kazınmış sokak levhası

Pompei bir liman kenti olduğundan, o dönemin önemli bir ticaret merkezi imiş. Bu nedenle dışarıdan gelen tüccar, tacir ve konukların konaklayacakları mekanlar ayırmışlar. Bu mekân sokak ve caddeleri belirten özel tabelalar asmışlar. Örneğin; bir sokağın duvarındaki taşa erkek cinsel organını* kazıyarak bu sokağın ticaret yapmaya gelenlerin konaklayacağı mekanların olduğunu belirtmişler. Hamam ve saunaları bugünün koşullarını aratmayacak şekilde yapılmış olup yine bu mekanların duvarlarını erotik resim ve motiflerle süslemişlerdi.

Fotoğraf: Şerif Kaya-Küller altında çıkarılmış kap-kaçak ve bir köpek iskeleti

Şehrin küllerinin altından çıkan araç-gereçlerin, freks, heykel tipi eşyaların sergilendiği alandaki gördüklerimiz, iki bin yıl önce yaşayan insanların kullandıkları eşyalarla ne denli geliştiklerini gösteriyordu. Toprak ağırlıklı kap kacak, çeşitli metal maddelerden yapılmış araçlar gelişmişlikleri hakkında bize bilgi veriyordu. Küller altından çıkarılan insan ve hayvan iskeletleri bu canlıların nasıl öldükleri hakkında bilgi veriyordu. Küllerin yağması ile  nefes almada zorlandıkları ve nefes borularını küllerden korumak için cenin pozisyonuna geçerek kendilerini korumaya çalıştıkları ve bu pozisyonda küllerin altında kalarak can verdikleri anlaşılıyordu. Küllerin altında bu pozisyonda çürümeden kalan insan ve hayvan iskeletleri özel bir madde püskürtülerek doldurulmuş olarak sergilenmişti.

Fotoğraf: Şerif Kaya-Küller altında, cenin pozisyonunda kendini küllerden ve gazlardan korur pozisyonundaki bir insan iskeletinin özel bir madde ile doldurulmuş hali.

Pompei’de sahildeki bir restoranda yemeğimizi yedik. Yemek paraları, rehberin anlattığı gibi, toplandı. Kişi başı 15 avro toplayan restoran sahibi esprilerle bizi yolculadı.

Fotoğraf: Şerif Kaya- Piazzo Plesbistico Meydanı’ndaki Kraliyet Sarayı (Royal Place)

Akşama doğru Napoli’ye geldik. Yılbaşı akşamıydı, şehrin önemli meydanlarından olan, yeni Napoli’nin merkezi yerindeki Piazzo Plesbistico Meydanı, meydanda akşam yapılacak etkinlikler ve kutlamalar için hazırlanıyordu. Genişçe bir alan ve bu alanı çevreleyen tarihi binalar… Bu binaların en önemlileri Kraliyet Sarayı (Royal Place üç katlı taş bina) ve San Francisco di Paola Kilisesi idi. Hepsi restorasyondan geçmiş, ilk yapıldıkları halleriyle turistlerin beğenilerine sunulmuştu. Bizim orada bulunduğumuz saatlerde müzikle birlikte halk meydana akın akın gelmeye başladı.

Fotoğraf: Şerif Kaya- Castel Nuova Kale Şato

Gezdiğimiz meydana yakın cam tavanlı Umberto adlı bir pasajda yerler güzel motiflerle süslü idi. Vitrinler klasik İtalyan moda giysileri ile süslenmişti. Şehrin girişi sayılacak yerde 1282 yılında yapılmış Castel Nuova kale şato vardı ve tüm güzelliğiyle turistlerin ziyaretin bekliyordu.

Fotoğraf: Şerif Kaya-Cam Tavanlı Umberto

Gezimin birinci ve ikinci günü facebook sayfamdan paylaştığım fotoğraflardan benim Roma’da olduğumu öğrenen, Roma’da bulunan öğrencilerim aradılar; “Öğretmenim neredesiniz? Hâlâ Roma’da iseniz gelip sizi görmek istiyoruz” diyorlardı. “Şu an Napoli’deyim gece belki Roma’ya geç gelirim” dememe karşın, geç saatlerde otele geldiğimde Roma’da bulunan öğrencilerimin beni orada bekliyor olması da gezimin en güzel sürprizi oldu. Yılbaşı gecesini arkadaşları ile karşılayacaklarına beni ziyarete gelmeleri beni çok sevindirdi. Bu olay bir kez daha; “iyi ki öğretmen olmuşum” dedirtti bana! 

Uzun bir yolculuk ve günün yorgunluğu ile otelimize döndüğümüzde bir gün sonra Roma’dan ayrılacağımızı ve İtalya’nın kuzeyine yolculuk yapacağımızı ve ilk uğrak yerimizin de Floransa olduğu bilgisini aldık.

DÖRDÜNCÜ GÜN

Yeni yılın ilk günündeki rotamız kuzeydeki tarihi ve turistik yerlerdi. Yolculuğumuz süresince Po Nehri’nin suladığı Po Ovası’ndan geçerek kuzeye doğru yol aldık. Tarıma uygun bakımlı ve düzenli bahçeler, tarlalar yılın bahar ayında yeni ürün vermeye hazır, kışın geçmesini bekliyorlardı.

İtalya’nın Rönesans dönemi başkenti Floransa’ya varıp otelimize yerleştikten sonra biraz dinlenip şehri gezeceğimiz, orada yemek yiyeceğimiz söylendi. Arabasız grup olarak Arno Nehri boyunca yürüyerek tarihi bina ve heykellerle dolu Signoria Meydanı’na vardık.

Roma’da tarihi binaları çok görmemize karşın buradakiler hepsi tarihi şaheserlerdi! Dekor ve süslerle ışıldayan yüksekçe katedraller, kiliseler, bazilikalar, saraylar ve resmi binalar… Bu nedenle Floransa’nın bu yönü ile bu gezi sırasında bende özel bir yeri var. Bu meydanı çevreleyen lokantalar, cafeler güzel mekanlar, yaşayan tarih ve açık sanat müzesi sanki.

Fotoğraflar:Şerif Kaya-Signoria Açık Hava Müzesindeki heykellerden bazıları; Herkül, Davut, Medusa-Persus heykeli ve Sabinalı Kadınların Kaçırılış heykeli…

Floransa’nın kurulup gelişmesinde sanat ve kültür merkezi olmasında Mediciler Ailesi’nin önemli bir rolü olduğu bilgisini edindik. Bu aile, sanatçılar için uygun bir yaşam ortamı hazırlayarak, sanatçıların Floransa’da yaşamalarına olanak sunmuştur. Da Vinci, Michegelango, Dante, Botticelli gibi sanatçılar bu dönemde burada yaşamışlar.

Fotoğraflar:Şerif Kaya-Signoria Açık Hava Müzesindeki heykellerden bazıları; Herkül, Davut, Medusa-Persus heykeli ve Sabinalı Kadınların Kaçırılış heykeli…

Signoria Meydanı açık hava müzesi gibi idi. Burası birçok tanınmış kişinin heykelleri ile süslenmişti. Meydana, Arno Nehri tarafından girdik. Bu girişte hemen Uffizi Sanat Galerisi vardı. U şeklindeki yapıda kendimi bir an; bilim, sanat, edebiyatta tanınmış kişilerle aynı havayı teneffüs eder buldum. Biraz ileride gücü simgeleyen Herkül’ün o meşhur heykeli tüm heybetiyle duruyordu ve Medusa kesik başını eline alan Perseus heykeli (Yunan mitolojisindeki Perseus ve Medusa efsanesini anlatır), manevi gücü simgeleyen Davit’in Heykeli (Michelanglo’nun şaheseri sayılan 1504 yılında dört yıllık bir mermer çalışması – Meydanda kopyası sergilenmektedir) Ratto Delle Sabine heykeli (Sabina Kadınların Kaçırılması Heykeli). Bu heykelde Romalı bir erkek Sabinalı bir kadını kaçırırken ayaklarının altında ezilen Sabinalı bir erkeği simgeler. Ve meydanın ortasındaki havuzun ortasında Neptün Çeşmesi (Bertolomeo Ammannati ve Giambologna tarafından 1563-65 yılları arasında yapılmıştır.) Medici ailesi mensubu Dük I.Cosimo Atlı Heykeli ve çevrede sayısız heykeller..! Tüm bu güzellikleri seyredecek yerde konumlanmış Viccahio Sarayı da orada duruyordu.

Bu güzelliklerin başında kuşkusuz Floransa Katedrali ve Giotto’nun çan kulesi gelir. Çan Kulesi 84,7 metre olup 414 merdivenle en yukarısına çıkıp kenti kuşbaşı seyredebilirsiniz. Tabi bu yüksekliğe çıkacak gücünüz varsa!) Floransa Katedrali, renkli mermer kaplamalı cephesi ve göz kamaştıran görünümü ile Gotik sanat tarzının özelliklerinin güzel bir örneği olarak sergilenmektedir.

Fotoğraf: Şerif Kaya- Floransa Katedrali ve Giotto’nun Çan Kulesi

Floransa’nın bir başka önemli meydanı da Pizza della Repubblica Meydanı’dır. Cumhuriyet meydanı konumunda ve Floransa’nın en büyük meydanıdır. Floransa Katedralinin ve Bazilikanın yanında bulunur. İnsanlar buradaki lüks mekanlara genellikle ‘yemek için’ gelirler. Meydanın ortasında atlı karınca var. Çocuklardan çok büyüklerin bindiğini gördüm. Demek çocukluğunda bu özlemi gideremeyenler, benim gibi, bu atlı karıncalara binmeden edemiyorlar.

Floransa’ya gidip de görülmesi gereken bir diğer güzellik de Pitti Sarayı ve Boboli Bahçeleridir. Pitti Sarayı Arno Nehri’nin güneyinde yer alır. Floransa’nın iki köklü büyük ailesinden biri olan Pitti Ailesi, Medici Ailesine karşı gücünü göstermek için bu sarayı yapmaya başlamış fakat tüm gücünü bu sarayın yapımına kullanıp, sarayı bitiremeden, tükenmişler ve sarayı Mediciler’e satmak zorunda kalmışlar. Böylelikle Mediciler tüm Frolansa’yı temsil eden bir güç haline gelmişler. Boboli Bahçeleri de yine ırmağın güney kısmında ve Pitti Sarayı’nın arka kısmında yer alır.

Birkaç gündür özellikle pizza makarna türü yemekler yediğimiz için bu kez et yemek istediğimizi, daha önce yediğimiz etlerin istediğimiz düzeyde pişmeden servis edildiğini rehbere söyleyip birkaç arkadaşla bizi bir et restoranına götürmesini istedik. Rehber bizi Piezza del Republica Meydanı’ndaki bir restorana götürdü. Siparişlerimizi, Türkiye’den Floransa’ya resim öğrenimini görmeye gelen bir kızımız aldı. Burada böyle bir tesadüf bize tebessüm ettirdi. “İyi pişsin” diye uyarmamıza karşın getirilen bonfile türü etlerin çok kalın kesilmiş ve istediğimiz ölçüde pişmediğini gördük. Çoğumuz tabaktakileri bitirmeden kalktık. Şunu biliyoruz ki toplumların kültürleri ve alışkanlıkları yüzyılların kazanımlarıdır, onları değiştirmek pek olası değil.

BEŞİNCİ GÜN

Floransa’daki otelimizde yaptığımız sabah kahvaltısından sonra bu kez uğrak yerimiz Pisa Kulesi idi. Kısa bir yolculuktan sonra otobüsümüz bizi park yerinde bıraktığında kış mevsimi olmasına karşın çevrenin kalabalık olduğunu Pisa Kulesi’ne uzanan cadde üzerindeki hediyelik eşya satan dükkanlardaki satıcıların çoğunluğunun Afganistan, Pakistan, Bangladeş’ten gelen göçmenler olduklarını gördüm. Ticari zihniyetin kendilerine kazandırdığı uyanıklığı göstererek gelen tur otobüsündeki turistlerin hangi ülkeden olduklarını öğrenip o ülkenin bayrağını dükkanlarına asıyorlardı. Hatta o ülke dilinde öğrendikleri birkaç sözcükle müşterileri dükkanlarına çekiyorlardı. Bizi de “hoşgeldiniz kardeşlerim” diyerek karşılayan satıcıdan Pinokyo ve Pisa Kulesi motifli oyuncaklar aldım.

Fotoğraf: Şerif Kaya-Pisa Kulesi ve Cattedrale di Pisa (Pizza Katedrali)

Pisa Kulesi ihtişamı ve güzelliği ile karşımızdaydı. Pisa Kulesi’nin çevresinde çok görkemli tarihi yapılar vardı. Herkes Pisa Kulesi’ni bildiğinden diğer binalar pek öne çıkmıyor.

Pisa Kulesi’nin yanında Cattedrale di Pisa (Pizza Katedrali) bulunmaktadır. Çan kulesi olarak 1173 yılında yapımına başlanmış ve 1350 yılında son şeklini almış. 16 m çapında 56 m yüksekliğindeki kule 300 basamaklıdır. (Ben çıkmadım!) Kule alüvyonlu bir zemin üzerine oturtulduğu için zamanla (yılda 7 cm) eğilmeye başlamış. Son zamanlarda mimarlar beton ile zemini düzeltmeye çalışmışlar ve 45 cm düzeltmişler; ama İtalyan hükümetlerinin; onarıma“Bu kuleyi şöhret yapan, bu eğik halidir, eğik durumu düzelirse kulenin  cazip hali kalmaz. Kule o zaman sıradan bir kule konumuna girer!” diye izin vermediği rehberimiz tarafından anlatıldı.

İtalya’nın her meydanında karşılaştığımız çeşmelerden biri de Pisa Kulesi’nin karşısındaki meydandaydı. Onu da fotoğraf karesine almadan olmazdı! Fantana Dei Putti Çeşmesi. Bu çeşme beyaz mermerden yapılmış kaidesine bebek puttiler yerleştirildiği çok sevimli bir çeşme. Bu çeşmeyi sevimli kılan Pisa kentinin armasını diken bebek çocuklar. Bebekler o denli sevimli idi ki; insanda, mermerin soğuk yüzü bile olsa, yanaklarından bir öpücük alma isteği uyandırıyor. Bu çeşmeye Aşk Çeşmesi de deniliyormuş.

Fotoğraf: Şerif Kaya- Fantana Dei Putti Çeşmesi

Tabi bu ziyaret sırasında; Pisa Kulesi’ni ziyarete gidenlerin “olmazsa olmaz!”  Pisa Kulesi ritüeli; Pisa Kulesi pozunu vermek. Pisa Kulesi’ni düzeltme çabamı gösteren fotoğraf karesinde ne kadar başarılı olduğuma da siz okurlarım karar versin!

Fotoğraf: Şerif Kaya-Pisa Kulesi’ni düzeltme ritüeli

Öğle yemeğini de yiyeceğimiz Toskana Vadisi’ne ve bu vadiyi yukarıdan seyreden meşhur kulelerin olduğu San Gimiguano’ya doğru yola koyulduk.

Toskana Bölgesinin Siena şehrine bağlı bir komün. 12 ve 13. yy’larında yapılıp günümüze değin gelen kuleleri bilinen bir “sur kasabası.” Toskana Vadisine hâkim bir tepede kurulu bu kule kent surlarla çevrili. Surların dışındaki park yerinde aracımızı bırakıp yürüyerek surun giriş kapısından girdik. Girişte dar sokaklar ve bu sokaklarda hediyelik eşya satan küçük dükkanlar vardı. Her yerde olduğu gibi burada da güzel bir meydan* ve meydanı çevreleyen dinlenme yerleri… Bu meydana açılan dar sokaklar özelliklerini yitirmeden tüm sempatikliği ile bizi ağırlıyordu. Günümüze değin ayakta kalan görkemli kuleler de yukarıdan bize bakıyorlardı(!)

Fotoğraf: Şerif Kaya- San Gimiguano Kuleleri

Bu kulelerin, zamanında aristokratların güç gösterisi olarak yapıldığı ve bu yolla birbirleri ile yarıştıkları bilgisini bize rehberimiz verdi. Yapılan yetmiş kuleden günümüze değin ayakta on dört kule kalmış. Gösteriş için yapılan bu kuleler daha sonraları saldırılarda korunak olarak da kullanılmış.

Fotoğraf: Şerif Kaya-Piazza della Cisterna Meydanı

Öğle yemeğinde Fiorentino bifteği yedik. Kendine has tadı ile bu bölgenin özel yemeği diyebilirim. Toskana bağlarının o meşhur şarabını da burada veya Siena’da tatmak gerekir. Buranın bir de dilim pizzası çok meşhur. Dünyada birinciliği olan Gelateiria Dondili adlı dondurması da klasik Roma dondurmalarının kralı niteliğinde idi. Burada dondurma festivalinin yapıldığını da söylediler.

Surların çevresinde dolaşırken Toskana Vadisi’nin panoramik görüntüsünü albümünüze eklemeyi unutmayın!

Fotoğraf: Şerif Kaya-Toskana Vadisi’nin panoramik görünümü

Buradaki gezimizi noktalayıp Siena’ya doğru yola koyulduk. Her yıl iki kez tekrarlanan Palio di Siena yarışlarının yapıldığı Piezza del Campo Meydanı’na geldik.Siena Toskana bölgesinin merkezi şehri. Toskana bölgesinin verimli topraklarından üretilen üzümlerden yapılan şarapları dünyaca biliniyor. Siena’yı dünyaya tanıtan bir başka özelliği de yılda iki kez; 2 Temmuz ve 16 Ağustos tarihlerinde yapılan Palio di Siena yarışları. Geleneksel olan bu yarış, Piazza del Campo Meydanı’nda yapılır. Deniz kabuğu şeklindeki bu meydan dünyanın en büyük orta çağ şehir meydanıdır. Yarış sırasında meydanın çevresinde topraktan bir yarış pisti hazırlanıyor ve atlar bu toprak pistte yarışıyorlar. Her mahalle atı, daha önce belirlenen rengi ve aynı renk giysili jokeyi ile yarışıyor.

Fotoğraf: Alıntı- Piazza del Campo Meydanı’nda yapılan Palio di Siena yarış hazırlıkları

Meydana girerken solumuzda kalan saray kulesi ile meydanın saraya uzak tepede kurulu kilise çan kulesi milimetrik olarak eşit düzeyde idi. Saray ve kilise her zaman güç savaşı yapmışlar bu topraklarda. Kim üstün gelmişse kulesini yükselterek gücünü göstermiş. Bu çağlar boyu böyle devam etmiş. Son haliyle “kilise ve saray güçlerini eşitlemişler ki kulelerin yüksekliği aynı olmuş” bilgisi de hafızamızda not olarak kaldı.

Fotoğraf: Şerif Kaya- Siena’daki Piezza del Campo Meydanı

Buradaki serbest süremizde toplandığımız kafeden Floransa’ya doğru yola çıktık. Aslında gördüğümüz yerler için bir gün ayrılsa bile tarih hazinesi bu ülkede her yeri görmek olası değildir.

ALTINCI  GÜN

Floransa’da konakladığımız otelimizden ayrılarak kükürt kaplıcaları ile meşhur Garda Gölü’ne doğru yol aldık. Garda Gölü Brescia ili sınırları içinde olan İtalya’nın en büyük gölü. Gölün kuzeyindeki Alp Dağları, havanın da iyi olmasından, güneşin parlattığı beyaz karları ile bize göz kırparak, tüm heybeti ile gölü sararken, güney sahili açık uzun kumsalları ile sayfiye kasabası güzelliğini sergiliyordu. Gölün güney kısmında bir dil gibi gölün içine uzamış ve ana karadan sadece kanal genişliğinde suyla ayrılmış bir adaya kurulu Sirmione kasabası vardı.

Fotoğraf: Şerif Kaya- Sirmione kasabasındaki Garda Gölü’nden Alpler

Bu kasaba zengin İtalyan villalarının olduğu bir yerleşim yeri. Parco Maria Callas’ın villa malikanesi de bu adada.

Fotoğraf: Şerif Kaya-Garda Gölündeki Villalardan; Parco Maria Callas’ın villa malikanesi

Çok şık dükkanlar ve kafeler adanın cazibesini daha da artırıyordu. Adanın kükürt kaynaklı kaplıcaları yaz-kış turist çekiyormuş. Adanın güney doğusundaki bir kaynakta, ocak ayı olmasına karşın, turistler yıkanıyordu. Batı kısmında ise lüks otellerin açık hava havuzlarında, buhardan görünmeyecekleri kadar sıcak ortamda, insanlar yüzüyordu.

Fotoğraf: Şerif Kaya- Adayı karaya bağlayan  köprüdeki Sirmione Scaligero Kalesi

Bu küçük adayı ana karadan ayıran bir kanal genişliğindeki su idi. Adayı karaya bağlayan   köprünün bulunduğu yerde Sirmione Scaligero Kalesi vardı.

Garda Gölü turumuzu tamamlayıp İtalya’nın Kuzey-Doğusundaki Veneto bölgesinin Verona şehrine doğru yola devam ettik.

Fotoğraf: Şerif Kaya- Adige Nehri üzerindeki Scaliger Köprüsü

Otobüsümüzün park yerinden, İtalya’nın ikinci büyük nehri Adige Nehri’nin üzerindeki köprülerden biri olan Scaliger Köprüsü’nden geçerek Bra Meydanı’na vardık. Bu meydan şehrin en büyük meydanı. Meydanı kocaman sedir ve çam ağaçları, ile fıskiyeler süslüyor. İtalya’nın birliğini sağlayan Vittorio Emenuel II ‘nin at üzerindeki heykeli meydana bir başka güzellik katıyor. İtalya’nın ikinci büyük kolezyumu yine bu meydana bitişik.

Fotoğraf: Şerif Kaya-Verona Kolezyumu(Arene)

 Meydanı çevreleyen yerlerde buranın meşhur yemeği fegato alla veneziana yemeğini yedik. Yemek sonrası rehberimiz eşliğinde şehri gezmeye başladık.

Casa di Guliette’yi (Julyet’in evi) ziyaret ettik. Burası,Verandalı Cappello Ailesine ait olan bina imiş. Juliyet’in soyadı olan Capulet ile Cappello aşlesini soyismi birbirine benzediği için ev, bu isimle anılmış ve sonra evin bahçesine dikilen Juliyet’in heykeli ile turistlerin Verona’ya gelip uğramadan gitmedikleri, en önemli yerlerden biri olmuş. Juliyet’in evini ziyarette bulunup da dilek dileyenlerin dilek mektuplarına ek olarak bir diğer ritüeli de heykel ile bir fotoğraf çekmek: Heykelin sağında durup sağ el ile Julyet’in sağ göğsünü tutma ritüeli! Ben de bu ritüeli yapmadan ayrılsaydım Juliyet’i üzerdim ki gönlüm buna el vermedi(!)

Fotoğraf: Şerif Kaya-Juliyet ritüeli!

Şehrin en kalabalık bir o denli de meşhur bir başka meydanı olan, Ebra Meydanı’nda; Madonna Verona Çeşmesi’ni, Gardello Twer ve Maaffei Palazzo’yu; Piazza Dei Signori Meydanı’nda ise aslında Floransalı olup ömrünün bir kısmını burada geçirmiş olan DANTE’in heykelini de görmek gerek. Bu meydanların çevresini süsleyen Katedraller, Kiliseler şehrin tarihi zenginliğinin bir göstergesi.

Şehrin yüksek yapılarından biri de 84 metre yüksekliğindeki şehre yapılacak herhangi bir saldırıyı önceden görüp haber veren gözcüler için kullanılan, Tore die Lambarti ile 62 metre yüksekliğindeki çan kulesi. Bu kuleye çıkıp şehre kuşbakışı bakmak ayrı bir zevk olsa gerek. Otuz yıl öncesinde bu yerleri ziyaret etseydim kesin yukarı çıkıp şehrin panoramik görünümünü fotoğraf karesine alırdım(!)

Günün yorgunluğunu bu kez Padova’daki (Padua) otelimizde atmak üzere Verona’dan ayrıldık 

YEDİNCİ GÜN

Padova’da konakladığımız otelde kahvaltımızı yapıp Venedik’e doğru yola koyulduk. Venedik’e yakın olan bu şehirde, oteller hem daha ucuz hem de dönüş yolculuğumuz da buradaki havaalanından olduğu için gece orada kalmıştık.

Karanın bitmesi ile otobüs yolculuğumuz sonlandı. Venedik’e bizi götürecek vapura bindik. Kısa mesafeli bir yolculuktan sonra Venedik’e ayak bastık.

Venedik kazıklar üzerine kurulmuş bir deniz şehri. Roma İmparatorluğunun yıkılması sonrasında başlayan yağma ve talandan kaçan Venetti Ailesi kazıklar üzerindeki bu şehri kurmuş. 118 adadan oluşuyor ve bu adalar iki yüzden fazla köprü ile birbirine bağlanıyor. Bu köprülerin en büyüğü ve en ünlüsü Rialto Köprüsü’dür. Adaları birbirinden ayıran dar kanallarda ulaşım gondollarla sağlanıyor.

Fotoğraf: Şerif Kaya- Venedik’te kanallar

Vapurdan indikten sonra kısa mesafedeki San Marco Meydanı’na vardığınızda sizi orada Aziz San Marko Bazilikası karşılıyor. Bugüne değin gördüğüm; kemer ve kubbeleri ile en gösterişli, mozaikli süslemelerin oluşturduğu renk cümbüşü içinde tarihi olayları dramatize eden çeşitli koreografilerin bulunduğu görkemli bir katedral… Meydanın bir başka güzel yapısı kırmızı tuğladan yapılmış yüz metreye yakın yükseklikteki San Marko Kulesi.

Fotoğraf: Şerif Kaya- Aziz San Marco Meydanı’ndaki San Marko Kulesi

Aziz San Marco’nun kemiklerinin ve eşyalarının Mısır’dan kaçırılış öyküsünü de şöyle anlattılar: Bir sandığa Aziz San Marko’nun röliklerini yerleştiriyorlar. Sandığın kapağa yakın bölmesine bir domuz koyuyorlar. İskenderiye gümrüğünde sandık kontrol edildiğinde, Müslüman gümrük görevlileri sandığın kapağını açıp domuzu görünce -burunlarını kapatarak- sandığın alt bölmelerine bakmadan, hemen kapatıyorlar. Böylelikle Müslüman gümrük memurlarını kandırarak Aziz San Marko’nun röliklerini kaçırıyorlar.  Aziz San Marko’nun rölikleri bu bazilikada sergilenmektedir. Bazilikanın ön cephesinde bu olayı dramatize eden süsleme duvar resimleri var.

Fotoğraf: Şerif Kaya-Aziz San Marko Bazilikası ön cephesindeki mozaik işlemeli resimler ve Quaodriga heykelleri

Bazilikanın ön cephesinin tam tepesinde; Haçlı Seferinde (M.S-1249) İstanbul’dan kaçırılan Quaodriga adlı zafer arabasını çeken dört at heykeli sergilenmektedir.

Haçlı Seferleri sırasında İstanbul’dan kaçırılan tarihi zenginliklerden biri de Tetrark heykelleridir.  Bu heykel Aziz San Marko Bazilikası’nın ön cephesinin batı köşesinde bulunmaktadır. Heykelin kaçırılışı sırasında kopan ve kaybolan ayağın yerine alçı ayak yapılmış, sonra kaybolan bu ayak İstanbul’daki bir kazı da çıkınca heykelin İstanbul’dan kaçırıldığı da ortaya çıkmış. Ayak, İstanbul’daki müzede, heykellerin aslı Venedik’te sergilenmektedir.! Tetrark heykeli, Roma İmparatorluğu’nun dörtlü bir mekanizma tarafından yönetilmesini temsil eder. Doğu ve Batı bölgeleri, iki imparator (Augustus) ve onların iki yardımcısı (Sezar) arasında pay edilir. Birbirine sarılmış iki Augustus ve iki Sezar, dayanışmanın sembolü olarak heykelde resmedilmiş. III.yy. da görülen dörtlü yönetim şeklinin gereği olarak. Bu fotoğrafta dayanışmanın sembolü olarak resmedilmiş gibi görünseler de aslında birbirilerine güvenmedikleri de görülüyor. Çünkü birer elleri dayanışmanın gereği omuza atılmışsa da diğer el kabzada. Demek güvenmiyorlar birbirlerine!

Fotoğraf: Şerif Kaya-Tetrark Heykeli

Şehri gezerken rastladığımız bir başka enteresan yapı da AHLAR KÖPRÜSÜ oldu. Engizisyon mahkemesi üyelerinin görev yaptıkları yerle Dükler Sarayı’nı bağlayan bir köprü olmasına karşın; buradan geçen mahkumların “Ah!” diyerek dünyayı son kez gördükleri olduğu için, adı Ponte Dei Sospiri (Ahlar Köprüsü) olarak kalmış.

Fotoğraf: Şerif Kaya- Ponte dei Sospiri(Ahlar Köprüsü)

Venedik’te gidip de yapılması gereken bir etkinlik de gondol gezmesidir. Gondolların yolcu aldığı yere gittiğimizde sırasını bekleyen dolmuşlar gibi gondollar da müşteri bekliyordu. Biz turdan birkaç arkadaş ile bir gondola bindik. O daracık kanallarda maharetlerini göstererek bize tur attırdılar. Gondol ile şehir içinde ulaşımı sağlayanlar kanala açılan evlerinin kapı önüne gondollarını bağlamışlardı. Kanala bakan güzel evleri ve vitrinleri göz kamaştırıyordu.

Fotoğraf: Şerif Kaya- Venedik’te Gondol turu

Bir ara ayaklarında sarı çizmeleri ile dolaşanları gördüm. Sorduğumda; deniz suyu yükseldiğinde sokak ve caddeleri su basar, o zaman halk bu ayakkabılardan giyer, dediler.

Fotoğraf: Şerif Kaya-denizin yükselmesi ile halkın giydiği çizmeler.

Öğle yemeğini burada yedik. Tur boyunca yediğimiz en pahalı yemekti. Geceyi Venedik dışındaki bir otelde konakladığımız için de hak verdim tur şirketine.

Buradaki grupla turumuzu sona erdirdikten sonra akşam iskelede buluşacağımız saat belirlendi ve serbest dolaşmaya başladık. Şehri dolaştığımızda, çok güzel vitrin süslemeleri ile dükkanlar bizi içine çekiyordu. Burada en çok ilgi gören Venedik’e özgü maskeler ve Venedik’i anımsatan hediyelik eşyalardı ki; bunların da fiyatları çok yüksekti.

Görüp anlattıklarımın dışında görülmesini önereceğim; Santa Maria Gloriosa (Firari Kilisesi),

Santa Simeone Piccalo (Kurşun Kubbeli) Pegiy Guggenheim Müzesi gibi tarihi yerleri sayabilirim.

Bazı tarihi yerleri gezip iskeleye geldiğimizde akşam güneş batmak üzereydi. İskele boyunca bu meydan da heykellerle dolu idi.

Gezi süresince en soğuk yer olarak Venedik geldi bana ve çok üşüdüm. İskeleye bakan bir mekânda oturup ısınmak için bir şeyler içerken batan güneşi seyretmek de gezinin final karesi oldu sanki!

Belirlenen saatte vapura binerek karaya, oradan da aracımızla otelimize döndük. Padova’daki otelimizde konaklayıp sabah kahvaltısı sonrası aynı şehirdeki havaalanından Sabiha Gökçen’e inmek üzere Türkiye’ye döndük.

Fotoğraf: Şerif Kaya- Karşıdan Venedik’in görünümü

Gezi Not’um: Venedik’i arkamızda bırakıp İtalya’ya veda etmeye hazırlanırken, kış mevsimi olmasına karşın; ziyaret ettiğimiz her yer turist dolu idi. Binlerce yıl öncesinin tarihi zenginliklerini korumanın ödülü olarak ülkeye turist akıyordu. Ülkelerinin taşını, toprağını; tarihi yapısını, heykelini; ağacını, ormanını, hayvanını korumanın ödülü olarak..!

Şerif Kaya

2018/ İTALYA

 

Yazı ve fotoğrafların tüm hakları Şerif Kaya’ya aittir. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz.

ŞERİF KAYA
İzlemek için
ŞERİF KAYA son yazıları (Hepsini Gör)
2

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Gökyüzü Düşmüş Hazal Kader Barın

Şiir

Bir yanıt yazın