Değerli okuyucular,
Kadına yönelik şiddeti konuşmadığımız bir gün bile geçmiyor ülkemizde. Aile içi şiddeti önleme ve/veya kadına yönelik şiddeti önleme ile ilgili olarak Türkiye uluslar arası sözleşmelerin önemli bir kısmını imzalamış ve taraf ülke olmuştur. Ancak gelinen noktada ataerkil toplum yapısı ve karar mekanizmalarının da bu mantalitede olması ne yazık ki uygulamaların ve alınan yasal kararların başarısızlığına neden olmaktadır. Üstelik bu yazıyı hazırlarken kadına yönelik şiddeti önleme adına en önemli uluslararası sözleşme olan ve ülkemizde imzaya açılan İstanbul Sözleşmesi’nden[1] de (6284 sayılı yasa) ülkemiz çekilme kararı almış bulunuyor. Aslında, bu duruma şaşırdığımı da söyleyemem. Sahip olduğumuz ataerkil toplumsal yapının yarattığı toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve kadının toplumdaki ikincil statüsü toplumsal kodlarımızda yer alırken, kadına yönelik şiddet olgusu ister aile içinde isterse yasal düzlemde tüm yönleriyle yaşanmaya devam edecektir. Bu sözleşmenin feshedilip feshedilemeyeceği konusu hukuksal bir durum olduğu için bunu tartışacak değilim. Ancak bu sözleşme ile ilgili alınan kararın, hangi nedenle alınmış olursa olsun, çok yanlış olduğunu düşünüyorum ve bu bağlamda sizlere kadına yönelik şiddet olgusundan ve bu sözleşmenin feshedilmemesi gerektiğinden bahsetmek istiyorum.
Öncelikle bilmemiz gereken konu, şiddetin zamana ve topluma göre değişen küresel düzeyde bir olgu olmasıdır. Nitekim kadınların binlerce yıl öncesinde de fiziksel şiddete uğradıklarına dair veriler bulunmaktadır. Arkeolojik veriler, erkek mumyaların kemiklerinde ortalama %9-20 oranında kırık bulunurken, bu oranın kadınlar arasında % 30-50 oranlarında olduğunu ortaya koymuştur ve bu kırıkların daha fazla bireysel şiddet sonrasında oluştuğu düşünülmektedir (Yetim ve Şahin, 2008).
İkinci olarak, her geçen gün şiddetin günlük yaşamımızda daha çok yer aldığı da tartışma götürmeyen bir gerçektir. Şiddetin bu denli yoğun olarak günlük yaşamda yer alması şiddetin kanıksanmasına yol açmakta; şiddet ayrıca bir problem çözme aracı olarak kullanıldığından, bu kanıksama, şiddetin birçok boyutta kullanılmasına ve çok çeşitli şekillerde karşımıza çıkmasına neden olmaktadır (Koçöz, 2011).
Şiddet çalışmalarında “Aile İçi Şiddet” başlığı altında ifade edilen şiddet mağduru, kavramsal olarak cinsiyet içermese de pratik olarak kadının mağdur olduğu durumları ifade etmektedir. Neden kadın sorusunun cevabı elbette birçok açıdan değerlendirilebilir. Ama temelde, toplumsal cinsiyet rollerinin eşitsiz dağılımı üzerine kurulu olduğunu söylemek çok yanlış bir tanımlama olmayacaktır (Davran ve Veziroğlu, 2012).
Kadına yönelik şiddet, kadına cinsiyeti nedeniyle ailede, sokakta uygulanan, ayrıca bazı ülkelerde devletin kolluk güçlerinin göz yumduğu ya da silahlı grupların çatışma ortamlarında başvurduğu sistematik şiddet davranışlarıdır. Güç göstermek, kontrol etmek, cezalandırmak ve öfke boşaltmak amacı taşır. Toplumdaki erkek egemenliği ve bunun sonucunda yaşamın her alanında görebileceğimiz kadınlarla erkekler arasındaki eşitsizliklerle doğrudan ilişkilidir. Bu bakımdan “eril şiddet” olarak da tanımlanır ve fiziksel, duygusal, cinsel, ekonomik ve dijital olmak üzere 5 başlıkta ele alınmaktadır (Anonim,2011). Ayrıca, tüm bu şiddet biçimlerini içerisinde barındıran ve daha çok gençler/sevgililer arasında yaşanan flört şiddetini de buraya eklemek gereklidir.
Türkiye’de 1980’li yıllardan itibaren kadın hareketlerinin ve feminist hareketin çabaları sonucunda cinsiyete dayalı aile içi şiddet, kamuoyunun ve devletin gündeminde önemli bir sorun alanı olarak ele alınmaya başlanmıştır (Davran vd., 2015) ve İstanbul Sözleşmesi bunun en önemli göstergesidir. Ancak tüm bu çabalara rağmen bu konuda çok fazla mesafe aldığımız söylemek mümkün olmadığı gibi, sözleşmenin feshedilmesi de tüm çabaların yok sayılması demektir. Bu açıdan bir takım göstergelere bakmak faydalı olacaktır.
Dünya Ekonomik Forumu (WEF) 2020 Cinsiyet Eşitliği Raporuna göre 153 ülke içerisinde Türkiye 130. Sırada ve en geride olan Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesi içinde yer almaktadır (Euronews, 2020). Diğer taraftan yaşam memnuniyeti araştırması sonuçlarına göre; 2020 yılında yaşadıkları çevrede gece yalnız yürürken kendilerini güvensiz hisseden kadınların oranı %27,3 olarak açıklanmıştır (TÜİK, 2021). Yaklaşık olarak her üç kadından birinin yaşadığı bu güvensizliğin veya korkunun temel sebebi de kadına yönelik fiziksel ve cinsel şiddettir.
Bugün Türkiye’de kadın cinayetlerinin %72,8’inin ev ortamında işlendiği; cinayetlerin %54,4’ünün gün içinde gerçekleştiği (06:00 ile 17:59); ölen kadınların ortalama 36 yaşında ve %58,5’inin evli olduğu saptanmıştır (Taştan ve Küçüker-Yıldız, 2019). Yine aynı çalışmada cinayeti işleyen faillerin %96,2’sinin erkek olup; faillerin %63,5’i ölen kadınların eşi/partneri; %32’si ise akrabasıdır. Dolayısıyla kadınlar kendi evlerinde, eşleri veya birlikte yaşadıkları kişiler tarafından ve psiko-sosyal nedenlerle öldürülmektedirler. Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) 2002 yılında yayınlamış olduğu raporda da şiddetin en çok aile ortamında gerçekleştiği ve daha çok erkek partner tarafından kadına ve çocuğa yönelik olduğu belirtilmiştir (WHO,2002).
Türkiye’de 2010 yılında 282 kadın, 2020 yılında 408 kadın ve 2021 yılı Ocak ve Şubat ayları itibariye ise 48 kadın öldürülmüştür (Anonim, 2021). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden (AİHM) aile içi şiddet nedeniyle ceza alan ilk ülke ise Türkiye olup; bu cezanın alınmasına neden olan kişi devlet tarafından korunamamasına bağlı olarak eşi tarafından öldürülmüş bir kadındır (www.psikiyatri.org ).
Tüm bu göstergeler dikkate alındığında, yapılan birçok yasal düzenlemeye ve taraf olunan uluslararası sözleşmelere rağmen kadınlarımızı aile içi şiddetten koruyamadığımız ortadadır. Bu duruma rağmen kadına yönelik şiddeti önleme anlamında en kapsamlı hukuksal metin olan İstanbul Sözleşmesinden çekilme kararı alınmasını ise ben maalesef algılayamıyorum. Bu sözleşmeden çekilme sonucu hangi örf ve adetlerimizi, hangi aile yapımızı koruyacağımızı da bilmiyorum. Sahip olduğumuz örf ve adetler kadını eve kapatmayı, çalıştırmamayı, öldürmeyi, istismar etmeyi öngörüyorsa tabii ki bu sözleşmeden çekilmemizde bir sorun yok. Ancak Türk aile yapısı bu özellikte değildir ve olmayacaktır.
Kadına yönelik şiddeti önleme konusunda yapılabilecekler samimiyet ve ciddiyet gerektirmektedir. Bu konuyla ilgili yapılabilecekleri kırsal ve kentsel kadın ayrımında ve yaş grupları özelinde tartışmak gerektiğine inanıyor ve bu konuyu sizinle bir sonraki yazımda paylaşmayı düşünüyorum.
Sevgi ve saygıyla,
Müge Kantar Davran
21.03.2021
KAYNAKÇA
Anonim, 2011. “Mor Çatı Kadın Sığınma Vakfı Broşürü 2011.
Anonim, 2021. “Kadınlar İçin Dijital Anıt” , http://anitsayac.com/?year=2021, Erişim tarihi: 05.03.2021.)
Davran M.K., Veziroğlu P., 2012. “Kırsal Kesimde Şiddet ve Kadın”, Nevşehir Üniversitesi NEÜ Bülten 8 Mart Dünya Kadınlar Günü Özel Eki, no.2012, ss.20-23.
Davran, M. K., Veziroğlu, P., Biberli, A.Ö., Oğuz, T., Menderes, N., 2015. “Kırsal Kesimde Aile İçi Şiddet”, 1. Uluslararası Çukurova Kadın Çalışmaları Kongresi, Adana-Türkiye, 9-11 Nisan 2015, Cilt.1, No.1, ss.361-367.
Euronews, 2020. “2020 Küresel Cinsiyet Eşitliği Raporu”, https://tr.euronews.com/2019/12/17/2020-cinsiyet-esitligi-raporu-turkiye-153-ulke-aras-nda-130-s-rada , (Erişim Tarihi: 21.03.2021).
Koçöz, R. 2011. Şiddet Üzerine. Ankara Barosu Dergisi, 247.
Taştan,C., Küçüker-Yıldız, A., 2019. Dünyada ve Türkiye’de Kadın cinayetleri: 2016-2017-2018 Verileri ve Analizleri, Polis Akademisi Yayınları :68, Rapor No: 21, ISBN:978-605-4619-96-2, Şubat 2019. Ankara.
TÜİK,2021., İstatistiklerle Kadın 2020, https://tuikweb.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=37221 (Erişim Tarihi: 21.03.2021)
Yetim, D., Şahin, E.M., 2008. “Aile Hekimliğinde Kadına Yönelik Şiddete Yaklaşım”, Aile Hekimliği Dergisi, 2008; 2(2): 48-53.
www.psikyatri.org (Erişim tarihi: 08.03.2016).
WHO, 2002., World Health Organization (WHO) WHO Multicountry Study on Women’s Health and Domestic Violence Against Women. Geneva: WHO Press; 2005. p.27-28
[1] Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 7 Nisan 2011 tarihinde “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ni” kabul etmiş ve söz konusu Sözleşme üye ülkelerin imza ve onayına sunulmuştur. Ülkemiz, İstanbul’da imzaya açılan Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ni (İstanbul Sözleşmesi) ilk imzalayan ülkeler arasında yer almış olup, 24 Kasım 2011 tarihinde parlamentoda diğer ülkelerden önce onaylamış ve Resmi Gazete ’de yayınlanmasını takiben, 14 Mart 2012 tarihinde onay belgesini Avrupa Konseyi Sekretaryasına ileten ilk ülke olmuştur (AÇSHB, 2019).
- Kadına Yönelik Bit(iril)meyen Şiddet… Müge Kantar Davran - 22 Mart 2021
- Kadının Öğrenilmiş Çaresizliği - 7 Mart 2021
Kutluyorum yazım emeğinize sağlık.
Kadına şiddetin aile içi ve yakınlarınca olması çok düşündürücü.Asıl koruması gerekenler şiddet adayı.Akıl yürütmekte zorlanıyorum.Şiddet yanlısı,örnekli. yoz kültür,gelenek görenek,aile ve toplum baskısının bunda rol aldığı geliyor aklıma.Bu konuda alınan önlemlerin uygulamada yetersiz kaldığı görülüyor.Öne sürülen akıl bilim dışı söylemlerin kendini yetkili sayanlarca söylenmesi de ilginç.Çareyi kendisini koruması ve güvende hissetmesi için “öz savunma eğitimi ” yapılması yeterli olur mu ?
Konu ötelenmeyecek ertelenmeyecek kadar önemli.Her an Can Canlar denetimsiz şiddet eğilimlerine kurban veriliyor.
Çok teşekkürler.
Eğer bana sorulsaydı ne olarak doğmak istersin diye ben ağaç olarak bile solumak istemezdim dünya denen bu kaos dişlisinin dişlerinde çiğnene çiğnene mengeneye ivme kazandıracak yem olarak…
Yüreğinize sağlık yüreklerimizin acı sesi oldunuz.Ülkemizin onulmaz sürekli kanayan yaraları ne yazık ki ölümcül kılındı.
En güncel konu.Cok gerçekci anlatım.Kadinlar yaşamak istiyor.Mucadeleleri devam edecek.
Herkese çok teşekkür ederim. Keşke yazmamıza gerek kalmasa…
👍🙏🙏🙏🙏
Yüreğinize sağlık hocam
Ülkemizin kanayan yarası, son gelişmeyle beraber çok maalesef kangrenleşmistir.
Eril zihniyet karar almada kendini tek yetkili görüp, kadın adına kararlar alırken bunu da saçma sapan gerekçelere dayandırarak gerçekleştiriyor.
Neymiş efendim toplumumuzun örf adet ve geleneklerine uymuyormuş.
Çünkü kendi kafasındaki gelenekler kadını kalıba sokuyor.
Oysa istanbul sözleşmesi eşitlik vadediyor.
Bu da işlerine gelmiyor.
🙏🙏🙏