Kalıplar Nurettin Şenol

Türkiye toplumu, dar bir kalıbın içinde debelenmektedir. Sürekli her konuda ayrı bir kalıp hazırdır ve hep kendini yinelemektedir. Bu kalıplar toplumun belli bir kalıba sokulduğunu, kabuğunu kırmayı beceremediğini gösterir.

Biliyoruz ki geri kalmış toplumlar yeniliklere büyük direnç gösterir. Hemen bir nedensellik bulup karşı çıkar. Çevresindeki kimileri daha cesur davranıp, kullandıkça yararlarını görür, sonra da kendisi kullanmaya başlar. Hem de tutkuyla sarılır o yeniliğe. Tarih boyunca bizim toplumda böyle gelmiş.

Geri toplumların en belirgin özelliği “TUTUCULUK”tur. Yeni şeyler bulmak için bilimsel düşünce gerekir. Yeterli bilgi birikimi olmayan geri toplumlarda en büyük eksiklik düşünme yeteneğidir. Düşünemiyorsa birilerinin sözlerine inanır, ne buyrulursa ona takılı kalır ve izler.

Hep üzerinde durduğumuz bilimsel düşünmeyi de bilmezler. Çok yönlü düşünmenin yararlarını da bilmezler. Onlar için birinin söylediğine sorgulamadan inanmak çok büyük kolaycılıktır. Çok seçenekli düşünürlerse işin altından kalkamayacaklarının ayırdındadırlar. Beyinleri aktif değil, edilgendir (pasiftir).

İnsanlar nasıl kalıba sokuluyor?

Her alanda kalıplara sokulan, buyrulan her şeyi körü körüne, hiç sorgulamadan, karşı çıkmadan yapan yığınlar, robotlaşmış insanlar üreten ortamlar vardır. Bir işyerinde çalışan işçiler, ordudaki askerler, yeraltı örgütleri, dinsel örgütler, en belirgin olarak tarikatlar… örnek verilebilir.

Bu ortamlardan ayrılanların bir bölümü, kalıptan çıkarak doğal yaşama dönebilirler. İşçiler makine ile özdeşleşerek otomatik makine gibi çalışırlar. Ancak, işyerinden ayrılınca ya da iş süresi dolunca doğal yaşama dönebilirler. Ordudan ayrılan asker, ordu dışında başka yaşama zor da olsa ayak uydurabilir. Çünkü bu ortamlar somut durumlardır.

Yeraltı örgütleri (antiyasal örgütler) ve dinsel örgütlerden ayrılmak neredeyse olanaksızdır. Bu örgütler en sağlam kalıplardır. Bu kalıplar kırılmaz.

Bu örgütler kişinin beynini elegeçirmiş ve değiştirmiştir. Gizli örgütler ve din örgütleri insanların beynini öyle yıkamıştır ki üyeleri birer mankurt olmuşlardır. Akıllarını kendi başlarına kullanamazlar, buyruk ve kurallardan ayrılmayı kesinlikle düşünemezler. Sorma ve sorgulama yetenekleri yok olmuştur. Yalnızca isteneni yapmaya alıştırılmışlardır. Bu kalıbın dışında başka yaşam olduğunu akıl edemezler. Din savaşına (Cihat) gönderilenler, canlı bombalar böyle kişilerdir.

Tarihte bir Hitler çıkmış, Almanları bir ırkçılık kalıbına sokmuş, tüm Avrupa’yı ve Asya’yı elegeçirme tutkusuyla Almanları serüvene sürükleyebilmiş; Avrupa Hıristiyanları Ortadoğu’ya dokuz büyük Haçlı Seferi düzenlemiştir. Dünyada benzeri birçok örnek bulmak olasıdır. Tüm kalıplaşmış eylemler insanlık için yüz karasıdır.

*

Toplumları belirli kalıplara sokup istedikleri gibi çıkarları için kullanacak uyanık, kurnaz sömürücüler her zaman, her toplumda vardır. Genellikle toplumları kalıba sokan yöneticiler diktatörlerdir. Çünkü kalıplaşmış, düşünemeyen, karşı çıkamayan bilgisizlik batağında kalmış yığınları yönetmek çok kolaydır. Robotlaşan insanlar topluluğu güce tapar. Kim güçlüyse onun buyruğundadır. Güçlünün kuludur. Böyle toplumların değişmesi, gelişmesi, özgürleşmesi, bilgi ve bilinç düzeylerinin yükselmesi olanaksızdır. Böylece ne kendilerine ne içinde yaşadıkları ulusa ne de ülkelerine yararları olur.

Bilge Önder Atatürk bunun bilincindeydi. Kurtuluş Savaşı bitince basın sözcüleri Atatürk’e “savaş bitti, ülkemizi kurtardınız; şimdi ne yapmayı düşünüyorsunuz” diye sorduklarında; “Asıl büyük savaşımız bundan sonra başlıyor, bu savaş bilgisizlikle (cehaletle) savaştır” demişti. Ne yazık ki, Atatürk’ün ölümünden sonraki iktidarlar onun bilgisizlikten (cehaletten) kurtuluş savaşını sürdürmediler. İktidarlar, bu konuda önderlik yapmak, Atatürk’ün başlattığı atılımları sürdürmek yerine sürekli baltaladılar, engeller çıkardılar. Demokrasiyi, laikliği, hukuk devletini özümseyemeyen halk da yöneticilere karşı çıkamadı, karşıdevrimcileri yönetime seçtiler.

Descartes yaklaşık 400 yıl önce “aklın yönetimi” kurallarını açıklamıştı. Kuşkusuz akıl herkeste vardır. Ancak aklın yönetimi bilimsel yolu, “eytişimsel” (diyalektiği) yolu açmaya yöneliktir. Bunu dikkate almayan, bilimsel yola ters düşen toplumların gelişmesi olanaksızdır.

Ne yazık ki bu kör gidiş bizim toplumda geçerlidir.

“Kabuğumuzu ne zaman kırabiliriz” belirsizliği sürüp gidiyor.

25 Eylül 2018

Nurettin ŞENOL

NURETTİN ŞENOL
1

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Çocukluk Çağımız Daha Güzeldi Sadi Geyik

Anı

Bir yorum var

  1. Özgür düşünmenin önerilmediği felsefe derslerinin en düşük seviyede verildiği, “evrim” den korkulduğunun saptandığı toplumlarda, insanların robotlaşması amaçlanmaktadır. Bu çemberi kırmanın yolu önce olabildiğince sevgi, hakkaniyet ile başlayıp eğitimde özgür düşünceyi oturtmaktır diye düşünürüm. Aksi takdirde yok olmak kaçınılmazdır.
    Değerli öğretmenim günümüzün en önemli sorununu değinişinize teşekkür ediyorum.

    3

Bir cevap yazın