Kapitalist sistemde aile ilişkisi konusuna ve bunun kadına, çocuğa yansımasının etkilerinden önce, sanırım biraz kapitalizm konusuna girmek gerekiyor.
Kapitalist sistem nedir?
Kapitalizm’i sermaye sahiplerinin yönetime egemen olduğu bir düzen biçimidir, diye tanımlarsak; sürekli bir gelişme içinde kendini değişik argümanlarda var ettiğini görürüz.
İnsan doğası gereği bencildir. İşte bu sistem, bunu en iyi şekilde ifade eder.
Özel mülkiyet kavramı bu sistemle beraber gelişip yine adalet kavramı, gelir dağılımındaki adaletsizlik türünden kimi dengesizlikler, bu sistemin inşaası ile birlikte insan hayatındaki yerini belirginleştirmiştir.
Şöyle örneklendirirsek, kapitalist sistem daha iyi anlaşılır olacaktır, kanımca.
Bir ülkede yoksulların bebeklerinin içeceği sütü , zenginlerin köpekleri içiyorsa o ülkede kapitalizm hakimdir.
Öyle ki, kapitalist sistemde insanlar görünmez bir kafesin içinde yaşarlar.
Gereksiz ihtiyaçlardan koca bir dağ yaratarak, insana ve insanlığa dair ne varsa aralarına set koyma yoluna giderler.
Doyumsuzluk ve hırsın doruğa ulaştığı bu sistemde, insanlar hırs ve egolarının esiri olur.
Adeta robot kişilik haline gelip sistemin çarkları arasında öğütüldüklerinden bihaber, hayatın acımasızlığında ezen ve ezilen ilişkisinin kurbanı olurlar.
Güç ve güçsüzlük üzerine kurulan bu denge, güçlünün zayıfı ezmesi ile sınıfların doğmasına vesile olur.
İşçi patron ilişkisinde patronun işçiyi ezmesi, emeği üzerinde hegemonya kurmak istemesi örneğinde, işyerinde patron karşısında şapkası elinde olan erkek işçi, evine geldiğinde şapkasını başına takar ve ekonomik üstünlüğü ile bunun dengesini güçsüz gördüğü kadını üzerinden kurar. Ekonomik ve statü üstünlüğünü kadını ezerek boşluğunu giderir. Yani ezen ezilen ilişkisi üstten alta zincirleme olarak sürer.
Dolayısıyla kapitalizm şu anda dünyanın neredeyse tüm ülkelerinde işleyen bir sistemdir.
Bu sistemde, üretim fakirin yani işçi sınıfının omuzlarında olsa da, bunun dağıtımında pastadan en büyük payı zengin alır.
Yani insanlar geçinebilmek için emeklerini satar ama karşılığında hiç de adil olmayan bir ücret alır, bu ücretle geçinmek zorunda kalır.
Bu emek sonucunda kârı elde eden zengin olduğu için zengin bu kârı değerlendirerek daha fazla sömürü ile yeni yatırımlara gider ve bu döngü böyle devam edip gider. Yoksul elde ettiği ile yetinirken, zengin doyumsuzluk zırhıyla daha fazla sömürü yoluna gider.
Burada amaç asla insanların ihtiyaçlarını karşılamak değil, daha fazla kar elde etme isteğidir.
Örneğin, silah üreten bir kapitalist için savaş iyi bir şeydir ve çıkması elzemdir. Gerisi kendisi için sadece bir ayrıntıdır. Dolayısıyla böylesi bir sistemde elbetteki savaşlar, çevre kirliliği, yoksulluk, her türlü suçlar sistemin devamı için gereklidir.
Oysa sosyalizmde durum tam tersidir.
Sosyalizmde ısrar, insanlıkta ısrardır, yani insanlığın esas alındığı yerde ortak mülkiyet esastır.
Sosyalizmde üretim insan merkezlidir, ihtiyaca göre belirlenir. Çünkü üretim tamamen ve sadece kullanım amaçlıdır, herkes ihtiyacı oranında üretilen mal ve hizmetlerden faydalanır. Kar hırsı yerine ihtiyaç esas alınır, gelir dağılımı adaletsizliği de yoktur.
Hırs ve sömürü çarkı olmadığı gibi ezen ezilen ilişkisi, kadının metalaştırılması da yoktur.
Dolayısıyla kapitalist sistem aslında insanlığın başına en büyük beladır. Ancak ne yazık ki, durum böyle iken herkes halinden memnun olup sistemi yaşatma eğilimindedir. Oysa bu sistem hem kadına, hem çocuğa, hem de doğaya en büyük kötülüktür.
Kapitalist sistemde ekonomik, siyasal ve kültürel olarak kadın geri plandadır. Kadın emeği ve bedeni üzerinde, erkek egemenliği başta olmak üzere en büyük sömürü çarkı kurulmuştur.
Ezen ve ezilen ilişkisinin eşitsizlik tarafında, en çok ve en ağır yıkımlara kadınlar maruz kalmışlardır. Örneğin, kapitalist sistemde kadınlar ucuz iş gücü olarak kullanılmış, yer yer de kobay olarak sanayi ve kozmetik sektöründe kullanılmışlardır.
Yine reklam sektöründe kadın bedeni teşhiriyle, yüksek cirolar kadın bedeni pazarlanarak elde edilmiştir.
Yoğun emek ve alın terinin sömürüsü çarkında, işçi kadınsa erkekten farklı olarak, eşit işe daha az ücret, patron ve usta başının aşağılayıcı söz ve eylemleriyle, taciz ve tecavüz tehdidi ile karşı karşıya kalmıştır.
Yine aynı şekilde işten eve geldiğinde tepesinde baba, koca, ağabey hazır ol’da beklemiştir. En sevecen aile ortamında bile, evde de ortak yaşamın tüm yükünü kadın çeker, işleri kadın yapar. İşten sonra, ev işi, çocuk bakımı yük ve sorumluluğu altında ezilen, ne yazık ki yine kadındır. Yorgunluğu ve sorumluluğu evde de devam eder.
Ayrıca kadın meta olarak görüldüğü gibi, kimi zaman da fuhuş alanına sevk edilerek, para karşılığında erkeğe satılarak sermayeye devasa kâr alanları açar.
Bununla da kalmayıp kapitalist sistem bu kez kendini garantiye almak ve devamlılığını sağlamak için, kendisine yardımcı olarak erkek erkini alır, erkeği yetkilendirerek adeta kadının başına bela eder.
Dolayısıyla erkeğin mutlak hakimiyeti ve egemenliği sistemin işine gelir, yetkiyi eline alan erkek de, bu fırsatı en iyi şekilde kullanma yoluna gider.
Kadının köleleştirildiği, insanı duygularının köreltilmesine göz yumulduğu alanlardan bir diğeri de, evlilik adı altında evine hapsettirilen ev kadınlarıdır. Ev kadınları ev işlerini ve çocuk bakımını üstlenerek, ekonomik ve bir takım özgürlüklerini yitirerek, erkeğe bağımlı köle olarak yaşama yolunu tercih ederler ya da etmek zorunda bırakılırlar.
Bu görülmeyen emek üzerinde erkek, benim param, benim evim, benim çocuğum diyerek kadın üzerinde daha fazla hegemonyasını kurup, kendini yaşatma yoluna gider.
Bu şekilde kadın da gerçekten görevinin ve hayata geliş sebebinin bu olduğunu düşünerek, bu durumu kendine ya kader ya da görev olarak algılama yoluna gider.
Tek görevinin kocasına hizmet etmek ve çocuğun bekçiliğini en iyi şekilde yerine getirmek fikri ile adeta saçını süpürge eder kendini unutup.
Zira iyi bir eş olma ve iyi bir anne olma fikri onu öylesine içine çekmiştir ki, kendine dair yetenekleri, varsa hobileri nelerdir, bunları görmez ya da vakti kalmaz görmesine.
Böylece -varsa da- yetenekleri gün yüzüne çıkmadan, yok olup gider. Böylesi bir çark kadını çoktan yutmuştur. Kadın tv ekranlarının karşısında evlilik ve yemek programları ile ilgi alanını sadece magazin ve pembe dizilerle sınırlayarak, koşullarını sorgulama yoluna gitmediği gibi, bunlarla dağarcığını da sığlaştırır iyice. Toplumsallığı ise sadece sınırlı kişilerle, pastalı börekli ev gezmeleridir.
Sadece yaşama gayesi kocasının mutluluğu olan, namusu kocasına zimmetli kadın. Ha deyince bir tekme ile kapı önüne konulan, ha denilince zorla yatağa attırılan kadın. İsteyip istemediği sorgulanmaksızın, istediğini alamayan kocanın, gözü dışarda ya da artık kadınlık vasfı bitmiştir, diyerek kapının önüne koyduğu, öldürdüğü kadın. Kravat taktığı için iyi hal indirimi ile kadın katillerinin eylemlerine çanak tutulan, itilip kakılan, eşinden soğumasının gerçek nedenleri sorgulanmadan kapitalist sistemin en alt basamağına itilen yine kadın.
Zeynep Kıyak
- Geç Kalma Zeynep Kıyak - 2 Ağustos 2022
- Yolculuk Zeynep Kıyak - 7 Haziran 2022
- Selam Götür Zeynep Kıyak - 1 Nisan 2022
“Sosyalizmde üretim insan merkezlidir, ihtiyaca göre belirlenir. Çünkü üretim tamamen ve sadece kullanım amaçlıdır, herkes ihtiyacı oranında üretilen mal ve hizmetlerden faydalanır. Kar hırsı yerine ihtiyaç esas alınır, gelir dağılımı adaletsizliği de yoktur.” cümlesinin hatalı olduğunu düşünüyorum. Çünkü, sosyalizm bir ara geçiştir. Yani kapitalizm ile komünizm arasıdır. Dolayısıyla, sosyalizmde herkes ihtiyacı oranında mal ve hizmetlerden faydalanmaz. Bu ancak komünizmde olur. Sosyalizm herkesin emeğine göre, komünizm ise herkesin ihtiyacına göredir.
Kaleminize emeğinize sağlık. Kapitalizm çağa ayak uydurmuş modern kölelik düzenidir. Kadının yeri evi kavramı yıkılmış artık kadında köle olarak çalışmaya başlamış. Yazdığınız gibi bir evde yemek ev işleri çocuk bakımı ve cinsel obje olarak görülmesi üstüne tuz biber ekmektedir.. Daha olmadı öldürülmektedir. Kadına zaten din ile yapışan etiket teokratik ülkelerde işin içinden çıkılmaz duruma sürüklemektedir.