Kibrit Alevinde Isınmak Hamide Sönmez

1973 yılında evlendim. Eş durumundan Manisa’nın Kula ilçesi, Gökdere Köyüne atandım. Eşimle görev yerlerimiz farklıydı. İki köy arası uzaklık 6 kilometreydi. Çiftçi İbrahim köyünün iki öğretmenlik kadrosu doluydu. Gökdere Köyünün de kadrosu doluydu. Gökdere köyü öğretmenlerinden Tuncay bey, memleketi olan Turgutlu ilçesine erken tayin isteyerek, örnek bir davranışta bulundu. Aynı davranışı, eşimin müdürü Kulalı Hüseyin Acar öğretmenden de beklemiştik. Önceden söz verdiği halde, hiç sebepsiz tayinini durdurması bizi üzmüştü.

İzmir’den bir kamyonet tutup eşyalarımızın bir kısmını Çiftçi İbrahim köyüne getirdik. Eşimin yakın dostu Mustafa Kahraman’ın traktörü ile eşyaları taşımayı kararlaştırdık. Eşya dediğin neydi ki, traktörün kasasına yerleştirdiğimiz çift kişilik karyola, yatak, iki yorgan, battaniye, üçlü milangaz. ocak, tek kişilik somya, odun sobası, birkaç kap kaçak büyükçe bir kilim ve aydınlanma için tüplü lüksten ibaret. Daha fazla eşya getirmemiz mümkün değildi. Daha önce köye gelip ev aramıştık. Fakirlik çeken köyde, herkes kendi evinde kaldığı için kiralık ev bulmakta zorlandık. Gökdere muhtarımız Rüstem bey, siz merak etmeyin ,kaygılanmayın, ben çare bulacağım, dedi. Çare olarak altı hayvan damı olan tek odalık evini bize verdi. Gülerek, para pul hesabı da yapmayın. Yoksa evsiz kalırsınız ha, diyen gönlü gani adamcağız, kendisi de yazlık evine taşındı. Yörük köyü olduğu için, yazın yaylaya çıkıyorlardı. Bizim gönlümüzü nasıl hoş etmişti, anlatamam.

Traktör ile eşyalarımızı taşımamız sırasında çok zorlandık. Gökdere köyü adı gibi bir vadiye kurulmuş. Yukarı baksan dağlar, tepeler, bir de gökyüzü; aşağı baksan şirin bir dere görürsün. Küçücük bir vadiye kurulmuş saklı bir köy sanki. Ama insanları temiz yürekli ve yardımsever… Fakirhanelerinin kapısı her zaman bize açıktı. Hırsızlık namussuzluk bu köye hiç uğramamıştı. Cana yakınlıkları ile bizim gönüllerimizi fethetmişlerdi. Aradan kırk yılı aşkın zaman geçmesine rağmen, dostluklarımızı sürdürdüğümüz aileler var.

Traktörün kasasına eşyalarla birlikte annem ve ben yerleşmiştik. Yukarıdan aşağı doğru, patika yoldan yavaş yavaş ilerlerken, Mustafa Dayı bazen frene basmak zorunda kalınca, annemle ben kasanın içinde zor tutunuyorduk. Devrileceğiz korkusu ile ödümüz kopuyordu. Anacığım, parmağı şakağında, olup bitene şaşkın şaşkın bakınıyor; kızım buralarda görev yapmak, parayla pulla olacak iş değil. Allah yardımcınız olsun, deyip hayıflanıyordu. ‘Anacığım, sen merak etme, bu bizim vatani görevimiz, devlet bizi okuttu, borcumuzu ödememiz gerek. Hem sen üzülme, yarın evimize yerleşelim, köylülerle çok güzel yaşantımız olacak, diye onu teskin ediyordum.

Tam iyice köye ve köylülere  alıştım, derken güz rüzgarlarının ardından, kara kış geldi. Kış köy yaşamını zorlaştırıyordu. En çok da testilerle çeşmeden, karlı buzlu yollardan su taşımak güç geliyordu.

Bir gün, Çiftçi İbrahim köyünün muhtarı Ramazan Kahraman kapımızı çaldı. Erol hoca, Konurca köyünde bir akrabamın düğünü var, bana eşlik eder misin, teklifinde bulundu. Eşim, gitmeye dünden razı bir ifade ile “sen ne dersin” der gibi bana baktı.

– Ne dersin Hamide?

Nasıl gitme diyebilirim, kendi yaşıtları ile öyle güzel iletişim kurmuştu ki… Onların düğünlerinde saz çalmış, beraber keklik, tavşan avına katılmış, sevinçlerine de, kederlerine de ortak olmuştu. Ne zaman evlerine gitsek, kapıları her zaman bize açıktı. Ev gezmelerimiz yatılı kalmaya dönüşürdü. Hele kış gecelerinde yüzük oyunlarına doyum olmazdı. Bunları düşünürken, işlerine çomak sokmayı düşünmedim. Cılız, isteksiz bir sesle, ne zaman dönersiniz, diye sordum. İkisi birden sözleşmiş gibi, yarın döneriz, dediler. Gece yalnız kalmayayım diye de; Ese dayının kızı benimle kalacaktı.

Gece uyuyamadım. Odanın kapısı güvenilir değildi. Köyün yabancısı sayılırdım. Kızımızın sevgilisi falan varsa, gece kapıya dayanır mı, yoksa yoldan geçen bir genç bizi rahatsız eder mi, düşünceleri ile sabahı ettim.

Sabah taş duvarların arasındaki çok küçük, kare pencereden dışarı baktım.

O da ne? Gece boyunca yağan kar her tarafı beyaza boyamıştı. Halbuki dün soğuk olmasına rağmen kar yağacağa pek benzemiyordu. Sis görüş açısını epeyce kapalı bir duruma getirmişti.
İçimden, Erol bu gün dönmese iyi olur, dedim. Yayan gelecekleri için yolu bulmakta zorlanacaklardı. Olumsuz düşüncelerimden kurtulmak istiyordum. Kendi kendime moral vermek iyi gelmiyordu. Oflayıp puflamak da kar etmiyor. İstemeden de olsa muhtarı sorumlu tutuyor, öfkemi bastırıyordum.

Sevgili eşim Erol ve Muhtar Ramazan, Konurca köyünün mahallesinde gece çok eğlenmişler , içkiler içilmiş, saz çalan eşimin ezgileri ile oynamışlar, halaylar çekmişler. Düğün evi, misafirlerini çok güzel ağırlamış. Sabahın onlara yapacağı sürprizden habersiz yatmışlar. Sabah bakmışlar ki, geceki havanın yerinde yeller esiyor. Diz boyu kar yağmış, hava buz kesiyor.

Kahvaltıdan sonra iki arkadaş yola koyulmuşlar. Düşe kalka, yarım saat sonra Konurca’ya geldiklerinde muhtar fikir değiştirmiş. Eşime; gel bizim akrabada bu akşam da kalalım, önerisinde bulunmuş. Eşim hemen karşı çıkmış. Benim gitmem gerekir, Hamide çok kaygılanır, merakta kalır, demiş.

Tabii o zaman, şimdiki gibi cep telefonu mu var, ne gezer?  Köyde kablolu telefon bile yok. Garibim omuzuna sazını, diğer eline de pilli ses cihazını almış, düşmüş yola… Yol uzun, nerden baksan iki saat sürer. Kestirmeden gelmek için Alaşehir-Kula şose yoluna çıkmış. Yokuş yukarı, yola koyulmuş. Esen rüzgarla tipi halinde yağan kar yüzüne vuruyor, nefesini kesiyormuş. Köye ulaşamama korkusu da ödünü koparıyormuş.

Sisten göz gözü görmüyormuş. Daha önce bu tepelerde çok av yaptığı için, el yordamı gibi de olsa ilerlemeye çalışıyormuş. Uzakta eve benzer karaltı görmüş. Umutla yönünü oraya doğrultuyor. Kapısı kilitli tek odalı bir ev. Önündeki sahanlıkta çalı çırpı varmış ama hepsi kar altında ıslanmış. Eşim sigara içtiği için yanında daima kibrit vardı. Ancak ne kadar uğraşsa da, çalı çırpıyı tutuşturamıyor. Elini üflüyor, parmakları uyuşmuş, donmaya ramak kalmış.

Birden muhtarın kendisine verdiği mektup aklına geliyor. Mektup Uşak’taki babamdan geliyor. Zarfı açıyor, mektubu cebine koyuyor., Kibriti yakıp zarfı tutuşturuyor. Parmaklarına tatlı bir sıcaklık geliyor. Kibrit alevinde ısınma çok kısa sürse de, ona umut oluyor. Kendini toparlayıp yola düşüyor. Dere tepe derken karşıdan uzaktaki evimizi görüyor. İçi içine sığmıyor. Adımlarını daha sık atmaya çalışıyor..

Bense o sırada merak ve kaygıyla pencereden dışarıyı gözetliyordum. Dualarla kendimden geçmişken, birden Erol’un siluetini gördüm. Ok gibi yerimden fırladım. Kapıyı açtım. İliklerime kadar işleyen soğuğa aldırmadan, sevdiğime doğru koştum…

Hamide SÖNMEZ /11 NİNSAN 2022

Hamide Sönmez
Hamide Sönmez son yazıları (Hepsini Gör)
8

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Çocukluk Çağımız Daha Güzeldi Sadi Geyik

Anı

2 Yorumlar

  1. Hikayeniz çok güzel ve gerçek.Eski yıllarda bizim gibi köyde çalışan öğretmenler bunun gibi çok anılar yaşamışlardır.Koyun düğünü de, doğumu da her şeyi öğretmenle yapılırdı.Simdi ne köy kaldı ne köylerde okul.Ne de o öğretmenler.Emeginize sağlık.

    0
  2. Tülay Çintosun

    Allah’a şükür sonunda eşiniz evinize dönebilmiş. Aslında o karda kışta yola çıkmak büyük bir cesaretmiş. Kula ilçesinin köylerine çok gittim, görev için. Anılara gittim bir an. Teşekkür ve tebrik ederim

    1

Bir cevap yazın