Koltuklu Kütüphane Nurcan Yüksel Öçal

 


Beni önce vitrin olarak kullanmaya başladılar, yani tabak, çanak bardak, süs eşyaları sergileniyordu raflarımda, yeni kurdukları evlerinde. Zamanla aldıkları, okudukları kitaplar birikmeye başlayınca yavaş yavaş bardaklar, tabaklar, süs eşyaları birer birer başka yerlere taşınmaya başladı, bunlar yer kaplıyorlardı, kitaplara yer açılmalıydı. Hele bir de çocukları olunca kitaplar iyice birikti raflarımda. Büyükler için kitap raflarım vardı, çocuklar için kitap raflarım vardı. O zamanlar ansiklopedi için bile bir kaç rafım ayarlanmıştı. Ama artık tüm tabaklar ve süs eşyaları benden ayrılmış olsa da raflarım sürekli alınan ve okunan kitaplara yetmez oldu.

Çocuklar her gece bir kitap okumadan uyumuyorlardı. O zamanlar çok mu yüklendiler nedir, şimdi pek kitap okumuyorlar,  genç olanlar. Hatta şöyle bir raflarıma bakıp, hangi kitaplar nerede, dedikleri bile yok. Üzülüyorum bu duruma ama yapacak bir şey yok tabii. En azından temelleri sağlam atıldı. Onlara ait çocuk kitapları bir koliye konularak saklandı. Olası bir torun olursa, onlara okunmak için açılacak. Neler yoktu ki, kitapların arasında? Hareketli kitaplar, Bekir Yıldız’ın, Ömer Seyfettin’in çocuk kitapları, Keloğlan’lar, Nasreddin Hoca vb. Şimdi böyle güzel çocuk kitapları basılmıyor, her şey baştan savma ve çocuklara yanlış bilgi veren kitaplarla dolu. Yanlışlıkla bir kaç tane böyle alınan kitaplar var oradan biliyorum o kitapların içinin boş olduğunu; hatta zararlı bile olabileceğini. Onun için aramakla bulunamayacak bu kitaplar saklanıyor, umarım ileride çocuklarının çocukları saklanan bu kitaplardan yararlanırlar. Bu sefer onlara okunur, özenle saklanan bu kitaplar. Ama anne ve baba torun gelecek diye umutlu da değiller artık.

Raflarım iyice dolunca, hatta bel vermeye başlayınca, yeni bir kütüphaneye gereksinim duyuldu. Nasıl alacaklarını düşünürken akıllarına güzel bir fikir geldi, bana arkadaş olacak kütüphaneyi dışarıdan pahalı alacaklarına kendileri yapacaklardı. Ben merak etmiştim, kütüphaneyi nasıl yapacaklardı acaba? Uzun ve yorucu bir iş olmalıydı, beni yaparlarken her şey hazırdı, tık tık parçalarımı birleştirmişlerdi atölyede o kadar. Aralarında konuşurlarken duydum sonunda. Artık oturulmaktan minderleri ve kumaşı iyice yıpranmış ama kasası yeni kalmış, üçlü bazalı çekyatı kitaplık yapacaklarmış. Ne güzel bir düşünce dedim içimden ve merakla bekledim, yeni arkadaşımın yanımdaki boş duvara gelmesini. Aşağıdan tak tak çekiç sesleri geldi bir kaç gün. Sonra yanıma geldi sevgili arkadaşım. Anlattığına göre bayağı uğraşmış bizim usta, yani kitapların sahiplerinden biri ama istediği gibi de olmuş. Uzun boşlukların arasına tahta koyarak, yeni raflar eklemiş. Yanıma getirdiklerinde raflarına bir de yapışkan kâğıtlardan yapıştırdılar, cillop gibi oldu valla, benden bile güzel oldu, sanki biraz kıskandım.

Benden alınan fazlalık kitaplar, özellikle biraz ince olanlar, (yeni arkadaşımın rafları eğilmesin diye tabii) temizlenerek, özenle arkadaşımın raflarına yerleştirildi. Benimle sohbet eden yazarların bir kısmı şimdi orada sohbet edeceklerdi. Benim için de iyi olmuştu birbirinden ayrı olan yazarlar kitapların yeri değişince bir araya gelmişler, koyu bir sohbete dalmışlardı bile. Bende birleşen yazarlardan kimbilir ne anılar dinleyecektim?  Bu sohbetlere alışkındım ben ama yeni arkadaşım şaşırmıştı, kitapların yazarların konuşmasını duyunca, o bugüne kadar hep insanları dinlemişti sadece; insanları ve onların bitmeyen dertlerini.

Bana genelde yabancı yazarlar düştü. Jack London, Victor Hugo’ya altın aramanın püf noktalarını anlatmaya başlamıştı bile. Victor Hugo’da Sefiller’de kanalizasyondan nasıl kaçılır’ın öyküsünü saatlerce anlattı, hiç sıkılmadan. Bu yazarlar ne kadar yetenekliydi, kimsenin aklına gelmeyecek olayları ne güzel kâğıda döküyorlardı. Birbirlerine ne kadar da saygılıydılar, birinin sözü, anlatacağı bitmeden, diğeri kapağını bile açmıyordu.

Koltuk kütüphane tarafında ise konuşulanlar daha farklıydı. Çalıkuşu’ndaki Feride ağaçtan inmemesinin nedenini Murtaza’ya anlatıyordu. Murtaza az kalsın Feride’yi karakola alacaktı, Türkan Saylan zor durdurdu. Yorgun Savaşçı kendini bir türlü dinlendirememekten yakınıyor, Aziz Nesin ise ona; Yaşar’ın çektiklerini düşün bir de, diyordu. Bizim ki iyice şaşırmıştı ama olsun alışırdı nasılsa; ben nasıl alışmıştım?

Artık hiç kullanılmayan, sayfası bile açılmayan, ağırlık ve yer kaplayan ansiklopediler, kitapçılarıyla konuşularak, kardeş bir okula, doğuda bir okula gönderildi. İnterneti yeterli olmayan bu okulda, öğrenciler için bu kitaplar bulunmaz nimet olacaktı. Orada çok işe yarayacaktı, bilgi yuvası bu kitaplar.

Kitaplığımda epey yer açılınca bir de Atatürk Köşesi bölümü yapıldı. Tüm Atatürk kitapları bu köşede toplandı. Ayrı ayrı yerde aranacağına ellerinin yanında oldu, bu güzelim kitaplar da. Oradaki sohbeti anlatmama hiç gerek yok tabii. Memleketin nasıl kurtarıldığı, o zor durumlarda bile nasıl ileri gidildiğinianlatıyorlardı birbirlerine, paha biçilmez bu kitaplar. Bugünü düşündükçe, geçmiş zor da olsa ne güzelmiş diye düşünürüm hep.

İyice rahatlamıştım, yeni gelen koltuk kütüphane arkadaşım sayesinde. Artık kitaplar tıkış tıkış, yan yana, üst üste değildi. Bir de hangi kitabın nerede olduğu bir deftere not edilince, iyice nefes alır oldum. Aranan her kitap hemen bulunuyor, okumak isteyen gönüllülere, geri alınmak koşuluyla veriliyordu. Tozum bile rahat alınıyordu. Ama bir şey fark ettim üzülerek, o kadar çok kitap alamıyorlardı artık. Bir çok şeyle birlikte kitaplara da zam gelmişti ve tüketimlerine dikkat etmek zorundaydılar. Ama bunun da çözümünü buldu bizimkiler. Bazen eskiden okudukları kitapları yeniden okudular, bazen koşulları zorlayarak evde olması gereken kitapları satın aldılar, bazen ikinci elden kitap aldılar, bazen de üye oldukları kütüphanelerden istedikleri kitapları bulurlarsa alıp oradan okudular. Zamanla, okuduklarına kızsalar da, gözler yorulsa da, katarakt başlasa da okumaktan hiç vazgeçmediler. Bana ve koltuk kütüphane arkadaşıma hep gururla baktılar, senelerin emekleri vardı bizde. Biz de onlar bize yaklaştıkça, hangi kitabı alacaklar diye hep merak ettik. Hatta arkadaşımla senden kitap alacak, benden kitap alacak diye bahse bile tutuştuğumuz zamanlar bile oldu. Kim mi kazandı? Berabere kaldık. Yaşasındı okumak, yaşasındı okutmak.

 

NURCAN YÜKSEL ÖÇAL

Nurcan Yüksel Öçal
2

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Çocukluk Çağımız Daha Güzeldi Sadi Geyik

Anı

Bir yorum var

  1. Eşyalar eskiden şöyleydi böyleydi diye anlatmak yerine eşyanın kendisini konuşturma fikri çok hoşuma gitti.Konu daha da anlaşılır olmuş.Hem kitaplığı kanaatlerini hem de bir ailenin kitap okuma dönemleri anlatılmış.Emeginize sağlık.

    0

Bir cevap yazın