Mariana Sevda Akyol Baştımar

Her şey neye layıksa ona dönüşür.
Mevlana

                                Mariana
Ilıman bir hava vardı dışarıda. Yeşilin rengârenk tonları etraftaki tabiat ile o kadar uyumluydu ki! Verilen adrese gelmeme az kalmıştı. Kendimi birden ufak ve dar patika bir yolda buluverdim. Yol, kırmızı güllerle çevriliydi. Harika bir manzara vardı etrafımda. Yolun sağ ve sol tarafında çeşit çeşit çiçekler açmış, ortalık tam bir renk cümbüşüne bürünmüştü. Müzeyi andıran kırmızı taşlar döşenmiş yoldan geçerek eskimiş ahşap kapılı bir evin önünde durdum. Aradığım ev burası olmalıydı.

Arabayı kenara çekip çantamı alarak kapının yolunu tuttum. Zile basmadan önce derin bir nefes alıp gömleğimi düzelttim. Her seferinde sanki ilk kez refakat edecekmiş gibi heyecanlanır, içeriye girmeden önce karşılaşacağım manzara karşısında nasıl hareket etmem gerektiğini düşünür dururdum. Bugün de yine öyle oldu.

Kendime çekidüzen verip dağılmış saçlarımı tokayla arkadan hızlıca tutturarak zile bastım. Yaklaşık birkaç saniye sonra orta yaşlı, ufak tefek, güleç yüzlü bir bayan kapıyı açtı. “Merhaba!” dedim. “Ben Sevda. Sevda Akyol Baştımar. Mariana Hanım’la görüşmem vardı.”

Kadın biraz durakladıktan sonra, “Biliyorum,” dedi, ürkek bir bakışla. “İçeri girin lütfen! Bu arada ismim Sonja. Sonja Müller.”

“Memnun oldum,” dedim. “Bana Sevda diyebilirsiniz.”

Gülüştük. Sonja neşe dolu bir insana benziyordu. Yumuşacık bir ses tonu vardı.

“Sevda Hanım!” dedi, ılık bir tebessümle. “Mariana Hanım’a geldiğinizi bildirene kadar sizi salona alabilir miyim?”

“Elbette,” dedim. “Memnuniyetle.”

Evin içi ile dışı arasında gözle görülür bir farklılık vardı. Salon son derece modern döşenmişti. Beyaz deri koltuklar, duvarın sağ tarafını kaplayan tavandan yere kadar beyaz eskitilmiş tahtadan özenle yapılmış ahşap kitaplık odaya harika bir görünüm vermişti. Her yerde beyaz renk hakimdi. Duvarda asılı olan iki beyaz ahşap çerçevenin içindeki doğa manzaraları ise odaya tam anlamıyla bir bütünlük kazandırmıştı. Kısa bir süre sonra Sonja’nın kapıyı açmasıyla içeri girmesi bir oldu. Mahcup bir bakışla, “Sevda Hanım!” dedi, “Mariana Hanım sizi görmek istemiyor. Kendini iyi hissetmiyor. Uzun yoldan geldiniz. Gitmeden önce size bir bardak limonata ikram edebilir miyim?”
 
Kısa bir sessizlik oldu. Alışıktım böyle durumlara. Son anda karar değiştiren birçok hasta tanıyordum. Konuşmak istemeyen, gerçeklerle veya yaşadıklarıyla yüzleşmekten korkan çok oluyordu. Çantamdan bir kağıt, bir de kalem çıkardım sessizce. Karaladığım satırlara bir nokta koyup kağıdı dörde katlayarak Sonja’ya uzattım. Mariana Hanım’a iletir iletmez gideceğimi söyleyerek sandalyedeki yerimi aldım. Şaşkın bakışlarla bir kağıda, bir de bana bakan Sonja, kağıdı avucunun içine alarak sessizce odadan ayrıldı. Uzun bir müddet bekledim.

Mahcubiyetinden eser kalmayan çehresiyle içeriye giren Sonja’nın sıcacık gülüşü ortamın soğukluğuna inat içimi ısıtıvermişti birden. “Sevda Hanım!” dedi, gülerek. “Lütfen benimle gelin! Mariana Hanım sizi gitmeden önce tanımak istiyormuş.” Sessiz bir gülümseme ile, “Tabii,” dedim, “Tabii, seve seve!”
Buzlu cam takılı bir kapının önünde durduk. Sonja kapıyı çalıp, “Buyurun!” dedi, “Lütfen girin!” İçeriye girdim. Yanımdan esrarengiz bir biçimde kaybolan Sonja, kapıyı çoktan arkamdan kapatmıştı bile. Oda diğer odaya nazaran sade döşenmiş, aşırılık ve gösterişten kaçınılmıştı. Gözü yormayan renk uyumları eşyalara daha da bir anlam katmıştı. Gözüm Mariana’yı aradı. “Hoş geldiniz,” dedi bir ses. Ses, cam kenarında tekerlekli sandalyede yüzü dışarıya dönük olarak oturan Mariana’ya ait olmalıydı. Yanına gittim. “Hoş buldum,” dedim, yüzümde hafif bir tebessümle.
 
“Sevda olmalısınız,” dedi. “Evet,” dedim. “Siz de Mariana olmalısınız.” Odayı bir sükût kapladı. Sonra birden elini uzattı. Avucunda tuttuğu mektubu bana iade ederken iğneleyici bir gülüşle, “Mektubunuz,” dedi, “Mektubunuz beni çok düşündürdü. Size teşekkür ederim.” Susmakla yetindim. Narin ve kibar birisine benziyordu. Güzel ve nahif bir duruşu vardı. “Limonata içelim mi?” diye sordu gülerek. “Sağ olsun Sonja hazırlamış.” O gün içtiğim, kuruyan boğazıma ilaç gibi gelen limonatanın tadını asla unutmayacağım.

Mariana’ya o günden sonra ölüme giden son yolculuğunda çok uzun bir zaman refakat ettim.

Aylar sonra yine bir gün

Kasvetli bir hava vardı dışarıda. Allahtan bugün ruhum oldukça dingindi. Ufak tefek bir şeyler atıştırıp yola koyuldum. Geçen hafta oldukça bitkin görünen Mariana’yı çok merak etmiştim. Kapıyı her zaman olduğu gibi bugün de Sonja açtı. Telaşlı hali gözümden kaçmamasına rağmen bir şey demeden içeri girdim. “Hoş geldin Sevda,” dedi, endişeli bir tavırla. “Mariana bugün hiç iyi değil bilesin! Bütün gece uyumadı. Mendilinde kan gördüm. Sorduğumda lafı geçiştirdi. Endişeleniyorum. Doktoru çağırmamı da istemiyor. Bir konuşsan! Belki seni dinler, ne dersin?” “Olur,” dedim, “Konuşurum.” Mariana mide kanseriydi. Son evresindeydi. Kemoterapiyi de reddetmişti. “Hayatımı birkaç ay uzatmak için o kadar acı çekmenin anlamı yok,” demişti bir keresinde. Kim bilir belki de kendince haklıydı.
 
Odasına girdiğimde onu tekerlekli sandalyede görünce şaşırmış ama belli etmemiştim.

“Merhaba Mari,” dedim, odadaki sakinliği bozmadan.

“Ah!” dedi, “Hoş geldin. Seni daha geç bekliyordum.”

Sararmış benziyle gülmeye çalışsa da yüz hatlarındaki keder gözden kaçacak gibi değildi. “İyi misin?” dedim, çok dikkatli bir tonla. “Sanmıyorum,” dedi, gözlerini kaçırarak. “Bütün gece uyumadım.” Yanına ilişiverdim. Elini tuttum. Ateş gibiydi. Mariana yorgundu. Gözlerini camın diğer tarafında bulunan çam ağacına dikmiş öylece dışarıya bakıyordu. “Hayatla vedalaşma vakti geldi Sevda,” dedi, birden. “Bir de geçmişimle vedalaşabilseydim!” Kelimeleri ağzında dondu sanki. “Konuşmak istersen dinlerim,” dedim.

“Affetmeyi beceremedim,” dedi, mırıldanırcasına. Konuyu nereye getirmek istediğini bilemediğim için sözlerini kesmeden dinlemeyi tercih ettim. “Daha küçüktüm,” diyerek başladı anlatmaya:
“Bombalar yağıyordu. Kimsenin gözü kimseleri görmüyordu. Adı savaş olan vahşet hayatımdan neleri alıp götürdü bir bilsen! Çığlıklar köyümüzü inletiyordu. Kadın, erkek, çocuk çığlıkları. Hâlâ daha kulaklarımda. Biliyor musun, fazla sesli mekanlarda duramam ben. Hafızamda canlanır tüm yaşanmışlıklar. Evimizin bahçesinde bir kuyu vardı o zamanlar. Kuyunun suyu kurumuş toprakla dolmuştu neredeyse. Annemin sesiyle irkildim birden.

‘Askerler!’ dedi, annem. ‘Askerler köyü bastılar. Çabuk ol Mariana!’ Ortalık mahşer alanına dönmüştü. Annemin attığı çığlıkla kendimi o kör kuyunun içinde buldum. Garip bir histi. Bugün düşünüyorum da ölmeden mezara girmek gibi bir şey! Korkularıma hapsolduğum kör bir kuyunun içinde yaşarken ölmek gibi bir duygu! Anlatması zor. Dışarıdan duyduğum çığlıklar içimi ürpertse de ağzımdan tek bir söz çıkmıyordu. Ne bir bağırma, ne de bir ağlama. Sesimi de dilimi de kaybettim. Sonra annemin sesini duydum. Askere yalvarışını.
‘İstediğin her şeyi yaparım,’ diyordu annem. ‘Yeter ki beni öldürme!’ Bir kahkaha duydum. Asker anlamadığım bir dille naralar atıyor, bir yandan gülüyor, diğer yandan da iğrenç sesler çıkaran vahşi bir hayvan gibi inliyordu.

Altıma yaptım. Annemin sesi de gelmiyordu artık. Bilmiyorum ne kadar kaldım o kör kuyuda ben. Sonra derinden gelen bir sesle irkildim. Rüya mıydı bu?

‘Mariana,’ diyordu, ‘Mariana gel yanıma!’ Annemin sesiydi duyduğum. Birden tatlı bir gülümseme kondu dudaklarıma. Kendimi bir çırpıda dışarıya attım.

Yaşıyordu annem. Kan revan içindeydi. Beline kadar uzanan saçları yoktu. Boynunda derin bir yara vardı, göğsüne doğru inen derin ve kanayan bir yara! İki bacağının arasından kanlar akıyordu. O zamanlar kardeşime hamile olan annem onu hiç doğuramadı.
 
Yıllar geçti. Annemle bu konuyu bir daha hiç konuşmadık. Ta ki o ölüm döşeğinde olana kadar! Annem bana, olanları affetmemi vasiyet etti. ‘Affet kızım,’ dedi, ‘Affet o askeri.’

Bu yaşanılanları çıkarlar uğruna yapılan, suçsuz insanların geleceğini çalan kanlı savaşların acı bir bedeli olarak düşün. Ben öyle yaptım. Evet, annem affetmeyi seçmişti.

Ya ben? Maddi zenginliğimin içinde manen bir hiç olan ben neyi affedecektim? Çalınan çocukluğumu mu, gençliğimi mi, yoksa yaşarken ağır ağır ölmelerimi mi? Neyi? Söyle bana Sevda. Peki ya bana yapılanların bedeli?” Ağlıyordu

Mariana için için. “Kim bilir?” dedi, usulca başını göğsüme yaslayarak. “Belki de affetmek en iyisi.”

Mariana birkaç gün sonra sabaha karşı hayata veda etti.

Uğruna bir sürü bedel ödediği hayata tutunamadan aramızdan ayrılan güzel insana sevgimle.

Mariana benim hayatımda yaşanmışlıklarından çok büyük dersler aldığım harika bir insandır.

Anısına saygıyla.

Sevda Akyol Baştımar
Sevda Akyol Baştımar son yazıları (Hepsini Gör)
1

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Çocukluk Çağımız Daha Güzeldi Sadi Geyik

Anı

Bir cevap yazın