İnsanın kanadı gayretidir. Mevlana
Yorucu bir hafta geçirmiştim. Dışarıda bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu. Cama tane tane vuran su damlalarının çıkardığı sesin ahengi bugün ruhumu dinlendiriyordu. Garip bir histi. Oysa ben şu gurbetin günlerce durmak bilmeyen yağmurunu, karanlık, paslı puslu havasını hiç ama hiç sevmezdim. Otuz küsur yıldır hâlâ daha alışamadın gitti bu havalara Sevda dedim içten içe kendime kızarak.
Pencerenin başında çayımı yudumlarken çalan telefonun sesiyle irkildim. Arayan Hemşire Berta’dan başkası değildi. Yine her zamanki gibi cıvıl cıvıldı sesi.
“Merhaba Sevda!” dedi, sevgi dolu sesiyle. “Umarım seni rahatsız etmiyorumdur.”
“Hayır,” dedim, düşüncelerimden bir çırpıda sıyrılarak. “Etmiyorsun. Ben de çay eşliğinde yağmuru izliyordum. Gel, beraber olsun.”
Ahizenin diğer ucunda kahkahayı basan Berta, “Ah şu işlerim olmasaydı da keşke gelip bir kahve içseydik,” demekle yetinmiş, hemen konuya girmişti. Kendimi ona çok yakın hissederim, tüm kalbimle sevdiğim, yüreği sevgi dolu harika bir insandır Berta.
Evime yakın bir yerde ölümcül bir hastanın bulunduğunu, kendisine ve ailesine gönüllü olarak refakat edecek vaktimin olup olmadığını soruyordu.
Oysa ben iki gün önce, uzun zamandır kendisine bu son yolculuğunda refakat ettiğim, ölümüne derinden üzüldüğüm ve etkisinde kaldığım Simon’u kaybetmiştim. Üzüntümü daha yenememiş olmama rağmen Berta’nın isteğini hiç düşünmeden kabul ettim.
Hastanın durumu hakkında bilgi alarak, yarın erkenden arayacağımı söyleyip telefonu kapattım. Yağmur o kadar güzel yağıyordu ki ciğerlerime derin bir nefes çekip biraz daha düşüncelerimle baş başa kalmaya karar vererek dalıp gittim uzaklara.
Sabahın ilk ışıklarıyla uyanmıştım. Bugün biraz daha zinde oluşuma sevinerek Berta’ya vermiş olduğum sözü yerine getirmek için verdiği numarayı çevirdim.
Ölümcül hastaları son yolculuklarına uğurlarken yaşanılan son dakikalar çok önemlidir. Bu süreç sadece hastalar için değil, hasta yakınları için de çok büyük bir anlam taşır. Tek servetinizdir çünkü o an size kalan zaman. Yaşanılanları, yaşanmışlıkları sorgulayacağınız bu sonsuzluk tünelinde boşa harcanılmayacak kadar değerli, israf edilmeyecek kadar da önemlidir zaman denen kavram.
Telefona, adının Hubert olduğunu söyleyen bir erkek çıkmıştı. Hastanın oğlu olduğunu, fazla vaktimizin olmadığını ifade ederken sesi ahizenin diğer ucundan oldukça bitkin geliyordu. Ertesi sabah saat dokuzda görüşmek üzere anlaşıp konuşmamızı sonlandırdık.
Kahvaltı masasında çayımı yudumlarken hastanın evinde beni nelerin ve kimlerin beklediğinden habersizdim. Nelere dikkat etmem gerektiğini, hastanın son durumunu aklımda kısaca gözden geçirerek hızlıca yola koyuldum. Mesafenin yakın olması sebebiyle yürümeyi tercih etmiştim. Bugün hava güzeldi. Tatlı tatlı esen bir rüzgâr, içimi ısıtan bir de bahar havası vardı dışarıda.
Kapıyı otuzlu yaşlarda bir erkek açtı. “Merhaba!” dedi, “Ben Hubert. Sizinle telefonda konuşmuştuk.”
“Merhaba!” dedim, “Ben de Sevda. Sevda Baştımar. Memnun oldum.”
İçeriye girdik. Misafir odası oldukça büyüktü. Altmış beş yaşlarında, yüzünde derin çizgiler barındıran iri yapılı bir kadın mor renkli deri bir koltukta oturmuş gazete okuyordu.
Beni görünce ayağa kalkmış, selam vermek için elini uzatmıştı. “İsmim Anika,” dedi, “Siz de Sevda olmalısınız. Hoş geldiniz.” Sessizce tokalaştık her ikimizin de yüzünde hafif ve endişeli bir tebessümle.
Gözlerim odanın tam ortasına yerleştirilmiş olan hasta yatağına takıldı. Yatak boştu. Bir an geç kaldığımı düşünürken, “Eşim,” dedi, Anika sanki düşüncelerimi okumuşcasına. “Eşim yan odada. Biliyor musunuz, o sağlığında koltuğunda oturarak dışarıya bakmayı çok severdi. Bahçe onun her şeyiydi. O yüzden de hasta yatağını buraya aldık. Oğlum birazdan onu yeni yatağına getirecek.”
“Çok iyi yapmışsınız,” dedim, memnun yüz ifadesiyle. Görmüş olduğum bu manzara takdire şayandı doğrusu. Yatağın sağ tarafında alelacele hazırlandığını tahmin ettiğim, üzeri dantel bir örtüyle kaplanmış ufak bir de masa vardı. Üç beyaz fincan, kahve ve ufak bir kasede de bisküviler mevcuttu. Anika fincanlara kahveleri doldurup, isteyip istemediğimi sormadan bir tanesini emrivaki yaparak bana uzattı. Karşılık vermeden kabul ettim.
Başladı anlatmaya. Martin iki yıl önce emekli olmuş, eşiyle dünyayı gezmek için planlar yaparken pankreas kanserine yakalanmış, vücudunu bir anda saran kanser tüm hücrelerine yayılmıştı. Kahvelerimizi yudumlarken Hubert’in içeriye girmesiyle konuşmamız yarıda kalmıştı.
“Sevda Hanım!” dedi, Hubert alçak bir ses tonuyla. “Babamı görmek ister misiniz?” Elimdeki fincanı masaya bırakıp hızlıca doğruldum. “Tabii!” dedim, “Tabii görmek isterim.”
Martin, fetüs pozisyonunda kıvrılmış, her şeyden habersiz yatıyordu çift kişilik yatağın sağ tarafında. Gözleri kapalıydı. Yüzünde en ufak bir çizgi olmayışı dikkatimi çekmişti. Teni sararmıştı. Göz altları simsiyahtı.
“İşte benim babam,” dedi, Hubert sevgi dolu ifadeyle.
Babasını, bir an ne olduğunu anlamama fırsat dahi kalmadan kucakladığı gibi yeni yatağına taşıyıverdi kaşla göz arasında. Üzerini, eski ama tertemiz el yapımı masmavi bir battaniye ile örterek yatağın hemen yanı başında bulunan hasır sandalyeyi kendine çekip, babasının elini avucuna alarak sessizce beklemeye başladı.
Mert bir delikanlıya benziyordu Hubert. Yüzündeki ifade onun günlerdir uykusuz olduğunu gösteriyordu. Gözlerinin önüne düşen altın rengi sarı saçları yüzünü kapatıyordu zaman zaman. Cam mavisi gözleri ise ağlamaktan kan çanağına dönüşmüştü. “Biliyor musunuz Sevda Hanım,” dedi, oturduğu yerden dışarıya bakarak. “Kız kardeşimi bekliyoruz. O benim babamın kıymetlisi. Görecek değil mi babamı? Lütfen bir şey söyleyin!”
Benden duymak istediği sorunun cevabından korktuğum için susmayı tercih ettim. Salonda inanılmaz bir yas ve sessizlik hakimdi. Aldığımız nefes alışverişlerini hissedecek kadar büyük ve derin bir sessizlikti bu. Ve bu sessizlik Anika’nın hıçkırıklarıyla yerini üzüntüye bıraktı birden. Koltukta iki büklüm ağlamaya başlamıştı.
Böylesi durumlarda şahit olduğum tüm deneyimlerimde vücut temasının en faydalı ilaç olduğunu bilenlerdendim. Oturduğum yerden hızlıca kalkıp Anika’nın yanına giderek titreyen vücudunu dikkatlice kollarımın arasına aldım. Direnmeyişinden kuvvet alarak sıkıca sarıldım ona. Üşüyordu bedeni.
Çalan zilin sesiyle gözlerimiz kapıya çevrilmiş, Hubert oturduğu yerden hızlıca kalkarak kapıyı açmıştı bile. Gelen Melissa idi. Hubert’in kız kardeşi. Yetişmişti.
Kelimelerin tükendiği, hem hüznün hem de sevincin aynı anda yaşandığı o anda şahit olduğum bu manzara karşısında dilim kifayetsiz kaldı gözümün gördüklerine.
Bu arada saatler oldukça ilerlemiş eve gitme vaktim çoktan gelmiş geçiyordu bile. Kapıdan tam çıkacaktım ki Hubert omzuma dokundu. “Peki ya geceleyin fenalaşırsa? Ya sabahı beklemezse? O zaman da gelir misin?”
Beni saat kaç olursa olsun arayabileceğini, arar aramaz da yanlarında olacağıma dair söz vererek onu sakinleştirdim. Sarıldık birbirimize var olan çaresizliğimize meydan okurcasına.
3 saat sonra
Gelen telefonun sesiyle uyandım. Arayan Hubert idi. Sesinde korku ve çaresizlik hakimdi. Gelmemi istiyordu. Hemen yola koyuldum. Kapı açıktı. İçeriye girdim. Odada çok ağır bir hüzün havası vardı. Martin nefes almakta güçlük çekiyor, boğazından hırıltılar geliyordu. Kızı ve eşi ağlaşıyor, Hubert ise bir sağa bir sola savuruyordu kendisini.
Doktoru aradık hemen. Yatağın ucuna iliştim. Martin ter içindeydi. Alnındaki soğuk teri sildim. Bedeni kıpırdamıyordu. Sanki yanağına bir buse konmuşcasına gülümsüyordu. Ölümün getirdiği sessizlikle, yeni bir başlangıca kucak açmak istercesine derin bir nefes aldı, bir daha aldı, bir daha, bir daha! Ve yüzündeki o soğuk buse, sağ gözünden akan tek bir damla yaşla yerini ebedi huzura bıraktı. Martin hayata veda etmişti sevdiklerinin yanında.
Sabahın ilk ışıkları günü hüzünle aydınlatırken görevim bitmiş, aileye veda vakti gelmişti. Hubert kapıya kadar bana eşlik etti. “Teşekkür ederim,” dedi, “Çok teşekkür ederim.”
Onun o sessiz çığlıkları bugün hâlâ daha kulaklarımda. Sarıldı sevgiyle. “Biliyor musun?” dedi, yüzünde nahif bir gülümseme ile. “Bir Alman atasözü der ki: Man sieht sich immer zweimal im Leben! (İnsanlar hayatta birbirleriyle iki kez karşılaşacaklar.)”
“Belki de,” dedim, gözlerinin önüne dökülen saçlarını arkaya iterek. “Hayat bu, belli mi olur?”
Üç yıl sonra
Yaşlılar yurdundan bugün eve biraz geç gelmiştim. Oldukça yorgundum. Çalan telefonun sesiyle irkildim. Ahizenin öbür ucunda bulunan bir kişi evime yakın bir yerde trafik kazası olduğunu, sakin kalmamı, olay mahalline gelmemi söylüyor, kendince bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Söylenenleri duymuyordum. Buz kesen vücuduma o an hükmüm geçmedi benim.
Aklıma birden oğlum geldi. Evet biraz önce üniversiteye gitmek üzere evden çıkacaktı. Hayır olamazdı. Oğlum olamazdı. Dışarıya fırladım. Tanrım nasıl bir duyguydu bu? Araba yoktu.
Gözyaşlarıma hakim olamıyordum. Koşmaya başladım. Sadece koşuyordum.
Onca yolu koşarak nasıl bitirdin diye sorsanız, bugün size vereceğim cevap hiç şüphesiz hatırlamıyorum olacaktır. Yolun ortasında iki araba burun buruna çarpışmış öylece duruyordu. Hurdaya dönmüş iki araç, polis arabası, ambulans ve bir sürü insan vardı etrafta.
Peki ya oğlum? Neredeydi o? Onu göremiyordum. Çılgına dönmüştüm. Dilimde dua, gözümde yaş savrulurken sağa sola, tam da umudum tükenmişken, sırtıma dokunan o eli ömrümün sonuna kadar asla unutmayacağım.
“Korkma!” diyordu, “Korkma! Ağlama! Oğluna bir şey olmadı.” Kulağıma yabancı gelmeyen erkek sesinin kim olduğunu öğrenmek için arkamı döndüğümde onu gördüm karşımda. Dizlerimin bağının çözüldüğü, düştüğüm yerden beni kaldıran manevi güç. Hubert. Dilimin lal olduğu an.
“İnsanlar hayatta iki kez karşılaşacaklar demiştim sana değil mi?” dedi, hafif bir gülümsemeyle.
Çığlıklarımın sessiz hıçkırıklara dönüştüğü o anda kendimden geçmek üzereyken Hubert’in kulağıma fısıldadığı o sözü beni hem kendime getirdi hem de hayatımın dönüm noktası oldu. Belki de bu yaşanılan, hayatın bana hediye ettiği en güzel imtihandı.
Hubert’i bir daha hiç görmedim. Kalbimin en derinine tertemiz duygularla gizledim onu.
Tanrı onu hep korusun her nerede yaşıyorsa. O güzel kalbine bin defa sevgiyle.
- Sekiz Mart Sevda Akyol Baştımar - 7 Mart 2023
- Gelincik Düşlerim Sevda Akyol Baştımar - 3 Şubat 2023
- Başım Duman Sevda Akyol Baştımar - 23 Ocak 2023