Mevsim Çağrışımları Eyyüp Yıldırmış

Şimdilerde altından geçtiğim bütün ağaçlar yapraklarını döküyor.
Havada hazan var, yüreğimde hüzün…

Cemal Süreya

İyi haber. Yağmur yok, güneş öğleden sonra açacakmış, cep telefonum öyle diyor. Dağları anımsatan görkemli binaların ardına yolum. Gürültü ve patırtıdan kaçıp sakin bir köşede sonbaharı seyretmek niyetindeyim. Böyle bir köşeyi nerede bulacağımı çok iyi biliyorum. Önceki yılların sonbaharlarından yaşanmışlıklarım var, ne de olsa. Dere boyuna doğru yürüyorum. Ağaç çiçek çocuk görüntülerini ve belki son yağmurlardan suya kavuşan dere yatağını kuruyorum zihnimde. Hafif bir serinlik var havada. Sabahın ilk saatlerinde sayılırız olacak bu kadar. Aklımdaki yerden önce yolumun üstündeki birkaç dostuma uğramak isteği doluyor içime. Uzun denecek hastalıklı günler müddetince epeydir görüşemediğimiz dostlar bunlar.

Sait Faik’i ziyarete niyet etmiş yazar Muhsine Helimoğlu Yavuz(*) ama daha evvel  Reşat Nuri’ye, Nurullah Ataç’a uğramış; sonra Heybeli’de Hüseyin Rahmi’ye, gitmiş, ’işte bugün de sana geldim’ diyordu, bir yazısında Sait Faik’e seslenerek. Ziyaretleri tabi kağıt üzerinde. Kağıt üzerinde kalan bu sanal ziyaretler aklından çıkmıyor epeydir. Her birimiz henüz sağ iken gidip görme arzusu yolumu onlara çeviren asıl neden.

Önce bir yazar arkadaşın mekanına uğruyorum. Yok, diyor kahveci İbo, bugün gelmedi diye ekliyor. Bu saatten sonra da hiç gelmez. İl dışında bir programı vardır diyerek ayrılıyorum. Bir diğer yazar tanıdığımın izini sürüyorum Balıkesir sokaklarında. Ahmet Uysal(**)’ın dediği gibi, kokusunu tarif için kentin sokaklarının ismini söylemenizin yettiği göçmen bir kuş o da.  Nereden ses vereceği hiç belli olmaz. Başka bir kentten sesini duyar gibi olup vazgeçiyorum İbrahim Oluklu(***)’nun izini sürmeyi.

Şu an göremesem bile, dostlarım hayattalar, çok şükür. Bugün olmazsa ileriki günlerin birinde, oturup hasret gideririm düşüncesi buluşamamanın hüznünü siliyor, az da olsa.

En iyisi ilk yola çıktığım an aklıma koyduğum menzilime doğru yürümek, deyip yola koyuluyorum. Günlerden Salı olmalı. Parkın yakınındaki bir binanın hemen köşesinde eski avrat pazarlarının son temsilcileri, köylü kadınlar takılıyor gözüme. Sepet sepet yumurta. Mevsim sebze ve meyveleri peynir ve süt duruyor önlerinde. Artık geride kalan bir geleneğin son temsilcileri olduğunu düşünüp üzülüyorum. Eskiden büyük pazar kurulurdu bu semtte, sonradan yerleri değişince göç edip gitti çoğu. İşte bu gördüklerim, onlardan geri kalan üç beş üretici köylü. El emeği göz nuru ile yetiştirdiklerini satıp ekmek parası kazanıyorlar.

Daha bir çabuk adımlarla büyük binaları, otomobil yüklü yolları, kalabalık caddeleri geçip parka giriyorum, nihayetinde. Dedim ya, serin bir sonbahar günü. Park ıssızlık derecesinde tenha bugün. Ayakta kalmayı inatla sürdüren eski telefon kulübesinin yanındaki banka oturuyorum. Zemine sertçe bırakılan kazma kürek seslerine yaz çiçeklerini söküp yerlerine kış bitkileri dikmek üzere gelen işçilerin şamataları eşlik edince, ortam birden gürültüye boğuluyor. Hem bu şamataya hem de çiçek kıyımına daha fazla dayanamadığımdan başka bir köşe arıyorum kendime, günün geri kalanını kurtarmak için.

Oysa sonbaharın bozum mevsimi olduğunu biliyorum. Yine de içim kaldırmıyor bu manzarayı.

Dikimin daha önce tamamlanıp bittiği uzak ağaçlık bir köşe. Hemen bir ağacın dibindeki  üstünü sarı yaprakların örttüğü bankı görüp yürüyorum. Nöbet değiştiren bitkiler, hızla yaprak döken ağaçlar. Yapraklarla örtülü bu park romanlardan çıkma bir güz mevsimini hatırlatıyor bana.
‘Sizde sonbaharda dikkat etmiş olmalısınız sesleri daha yakından, tınısı ve ahengi bozulmadan, bozulmak şöyle dursun bestelenerek bir musiki eseri gibi duyarız; mânasını daha iyi kavrarız’ yazıyordu bir kitabın sayfaları arasına sıkıştırılmış bir takvim dalında. ‘Meselâ vapur düdükleri yaz mevsimindekinden fazla bir akis yapar, dağlara, binalara çarpar, uzun müddet boşlukta titrer, etrafa hüznünü serper, düşündürücü olur. Kırlarda ise toprak yoldan gelen bir atın nal sesini çok uzaktan, derinden duymaya başlarsınız. Çift süren köylünün hayvanlarına seslenmesi perde perde genişleyerek bütün tabiatı okşar ve mahalle araları ile cami avlularında oynayan çocukların şamatası yazın insanı rahatsız ettiği halde bu mevsimde uçup dağılan bir hafifliğe girer, hoşa gider.’ diye bitiyordu yazı. Şimdi nereden aklıma düştüyse. Sonbahar bu, insana nerelerden değip nelerden söz ettireceği hiç belli olmaz. Bazen işte böyle sararmış bir takvim yaprağında çıkar karşınıza, bazen de bir dost sohbetinin tam ortasında.

Henüz su yürümemiş dere yatağı, mevsim değişimi hazırlığındaki park. Sarı yapraklarla örtülü banklar. Hafif gri az soğuk bir hava. Plastik kaplarda mevsim yemişi satan, ekmeği peşindeki yaşlı adam. Uzakta cami önünde güvercinleri yemleyenler. Sıcak bir lokma(****) için kuyrukta bekleşen öğrenciler. Kestaneciler henüz görünmüyor. Daha erken. Onları da kışın anarız  artık.
Her kentin mevsim dönüşüm manzaralarının sizdeki çağrışımları, elbette ayrı ayrıdır. Aynı sarı yaprak bana renk cümbüşünü hatırlatırken, sizde belki ölümü çağrıştırması gibi.
Ben bu kentin her mevsiminin sevilmeye layık ayrı bir rengi olduğunu bilmeme karşın, sonbaharlarını daha çok seviyorum.
………….
(*) !950 doğumlu halk bilimci yazarın, Sait Faik’le Söyleşi isimli köşe yazısından.
(**) 1938’de doğumlu şiirleri, hikâyeleri ve çocuk kitapları olan yazar, çeşitli dergi ve gazetelerde eleştiriler yazdı. 2011 yılında hayata veda etti.
(***) 25 Kasım 1953 Adana doğumlu eğitimci, şair ve yazar.
(****) Yağda kızartılan sıcak bir hamur işi.

Eyyüp Yıldırmış/ Balıkesir

7

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Çocukluk Çağımız Daha Güzeldi Sadi Geyik

Anı

3 Yorumlar

  1. Eyyüp Yıldırmış

    Yazımı beğenmenize sevindim.

    0
  2. Akıcı yazım dilinizi kutluyorum

    1
  3. Kaleminize emeğinize sağlık ???

    1

Bir cevap yazın