1. BÖLÜM
– Kendi halinde, halim selim, güler yüzlü, esprili, hoşgörülü bir Anadolu insanıdır Nasreddin Hoca.
Karac’oğlan nasıl Anadolu insanının ozanlığının anıt adı ise, Nasreddin Hoca’da Anadolu insanının gülmece ve hoşgörüsünün anıt adıdır. Ancak yine tıpkı Karac’oğlan gibi bize çok yakın gibi görünmesine karşın, kendisi hakkında bilgimiz hiç yok denecek kadar azdır.
– “Bilindiği gibi Anadolu Selçukluları zamanında yaşadığı bilinen, düşündürücü ve güldürücü latife ve fıkralarıyla tanınan bir Nasreddin Hocamız var. Ahi teşkilatının baş mimarı kabul edilen ve asıl adı Nasiru’d-din Mahmud olup, “Ahi Evren” diye tanınan Anadolu Selçukluları devrinin güçlü fikir ve aksiyon adamı halk filozofu olan şahsiyet ile gene bir halk filozofu olan Nasreddin Hoca aynı kişilerdir. Demek istiyorum ki, Ahi Nasiru’d-din (Ahi Evren) ile fıkraları ile ünlü Nasreddin Hoca ayrı dönemde yaşamış çağdaş iki adaş değil, ikisi aynı kişidir. Yani aynı kişi tarih boyunca iki ayrı unvanla, iki ayrı şahsiyet görünümünde meşhur olmuştur. Bunlardan biri esnaf ve san’at erbabı, Ahiler arasında “Ahi Evren” diye şöhret bulmuş debbağların (derici esnafının) piri olan teşkilatçı halk filozofudur. Diğeri de Türkmen halk arasında “Nasreddin Hoca” adıyla şöhreti bütün Osmanlı coğrafyasına yayılan halk filozofudur.”(1)
– Moğol işgali döneminde işgale direndikleri ve Osmanlı döneminde Sünnileştirme (Araplaştırma) asimilasyonuna direndikleri için ezilen, horlanan Türkmen Anadolu’nun efsane adı Nasreddin Hoca’nın Çin’de “Avanti” adında, Araplarda “Eş-ab” adında benzerleri ortaya çıkmıştır.
– “Ahi Evren Şeyh Nasiru’d-din Mahmud’un yakınlarından ve onu çok iyi tanıyan Konyalı Ali Süleyman Yunus adında muallim olan bir zat tarafından ölümünden bir yıl sonra yani, 1262(660)’da onun eserini ihtiva eden mecmuanın ilk sahifesinde tam adı “Şeyh Nasiru’d-din Ebii’l-Hakayık Mahmud Ahmed el-Hoyi” olarak kaydedilmiştir. Ahi Evren Şeyh Nasiru’d-din veya Hace Nasiru’d-din’e ait 25 kadar eserin mevcut olduğu tespit edilmiştir. Eserlerinin tetkikinden onun güçlü bir fikir adamı ve feylesof bir kişi olduğu anlaşılmış bulunmaktadır.”(2)
– “Ahi Evren Hace Nasiru’d-din’in böylesine unutulmaya mahkûm edilmesinin bir önemli sebebi de, hiç şüphesiz Moğol ve Moğol yanlısı iktidarların himaye ve desteğinde Anadolu’da fikri üstünlük kuran Mevlana Celaleddin ve Mevlevi’lerin onun aleyhinde sürdürdükleri menfi (olumsuz-kötü) propagandalardır.” (3)

– “Kerameti Ahi Evren” adlı eserde ve bazı “Ahi Secere-nameleri”nde Ahi Evren’in 93 yıl yaşadığı belirtilmektedir. Eğer bu haber doğru ise 659(1261)’de öldürüldüğü göz önünde bulundurulursa onun 566(1171) yılında doğduğu neticesi çıkar. Konyevi’ye yazdığı mektuplarından birinde 596 (1199) yılında Herat’ta Fahrurid-din Razi’nin hizmetinde olduğu belirtilmiştir. Razi gibi devrinin en ünlü ilim adamının hizmetine girmesi normalde delikanlılık çağının üstünde bir yaşta olması gerektiği düşünülürse, doğum tarihi için belirlenen tarihin doğruluğuna hüküm olunabilir.”(4)
“Ölüm tarihi yıl, ay ve gün olarak (1 Nisan 1261) tarafımdan tespit edilmiştir.”(5)
II. BÖLÜM
– Ahi Evren, Nasreddin Hoca ve Şeyh Nasiru’d-din Ebii’l Hakayık Mahmud Ahmed el-Hoyi’nin aynı kişi olduğunu Saygın Prof Mikail Bayram’ın kitabından öğrenmiştik. Şimdi de türlü nedenlerle unutturulmak istenen Türk halkının gül/düşün türü fıkralarıyla tanıdığı Nasreddin Hocamızı daha yakından tanımayı sürdürelim. “Niye baştan ayağa tek kaynak gösteriliyor?” diye bir soru akla gelirse eğer, Saygın Prof. Bayram konu ile ilgili kendisinden önce yazılan bütün kaynakları gösterdiği için buna gerek kalmıyor. Yazı dili biraz eski olduğundan yeni sözcükler parantez içinde gösterilmiştir.
– Türk kültür ve Medeniyetinde çok üstün bir yeri bulunan Ahi Teşkilatı’nın kurucusu Ahi Evren Hace Nasirü’d-din Mahmud ve Türk Mizah Edebiyatı’nın piri, “Latifeler”in sahibi Nasirü’d-din Hoca, Ahi Evren, bugüne kadar ortaya çıkardığımız eserlerinin hiç birinde adını sarih (açık) olarak anmadığı gibi “bu fakir”, “bu zaif” (zayıf) ve benzeri tevazu ifade eden tabirlerle veya “Hakim” ve “Danişmend” (feylesof) gibi mesleğini bildiren sözlerle kendisini ifade etmiş ve fakat adını anmamak için özel bir gayret sarf etmiştir. Ancak birkaç eserinde kelam ilminden bahsederken, kendisinin kelamcı olduğuna da işarette bulunarak “Her ne kadar bu yol da Mahmud (meşru, kabul görmüş) bir yoldur” veya “Mahmud’un yoludur” diyerek adının Mahmud olduğunu örtülü bir biçimde belirtmiş olsa da…(1)

– Ahi Evren Hace Nasirü’d-din’in çocukluğu ve ilk tahsil devresi, memleketi olan Azerbaycan’ da geçse bile gençliğinde Horasan ve Maveraünnehir’ e(*) giderek o yöredeki büyük üstatlardan ders aldığı muhakkaktır. En çok da ünlü Eş’ari kelamcı, Herat Kadısı Fahru’d-din-i Razi’den (606/1209) yararlanmıştır. 20-30 yaşları arasında Herat’da Fahru’d-din-i Razi’nin hizmetinde bulunduğu anlaşılmaktadır. 601 (1204) yılında veya bir, iki yıl öncesinde onun Bağdat’a gelmiş olduğu anlaşılmaktadır.
– Ahi Evren, Bağdat’ta iken Fütuvvet Teşkilatı’nın ileri gelen şeyhleriyle münasebette bulunduğu gibi, başta Kirmani olmak üzere birçok üstatlardan yararlanmıştır. Bağdat’ın İslam dünyasının en büyük ilim, san’ at ve irfan merkezi ‘olması, Ahi Evren’in çok yönlü bir ilim ve fikir adamı olmasında etkili olmuştur. Devrin mütedavil alan (geçerli olan) bütün ilimlerini tahsil ettiği eserlerinden anlaşılmaktadır. Özellikle tefsir, hadis, kelam, fıkıh ve tasavvuf gibi dini ilimler yanında felsefe ve tıb sahasında da sivrilmiş ve bu konularda eserler vermiştir. İbn Sina, Sühreverdi el-Maktul ve Razi’nin eserlerini çok iyi okumuş ve bu bilginlerin bazı eserlerini Farsça’ya tercüme etmiştir. İhvanü’s-Safa Risalelerinden de geniş ölçüde yararlandığı gene eserlerinden anlaşılmaktadır.
Anadolu’ya Gelişi
– 601 (1204) yılında Anadolu Selçukluları sultanı I.Gıyasü’ d-din Keyhüsrev ikinci defa tahta geçince cülüsünü Abbasi Halifesi en-Nasır li-Dinillah’a bildirmek için hocası Malatyalı. $eyh Mecdü’d-din ishak’ı (Sadru’d-din Konevi’nin babası) diplomat olarak Bağdad’ a göndermişti. Mecdü’d-din İshak o yıl içinde hacca da gitmiş dönüşte gene Bağdat üzerinden Anadolu’ya gelirken beraberinde Muhyi’d-din ibnü’l-Arabi, Ebu Ca’fer Muhammed el Berzai, Evhadü’ d-din-i Kirmani, gibi birçok meşayih (şeyhler) ve bilginleri Anadolu’ya celbetmiştir. (çağırmış-davet etmiştir) Ahi Evren Şeyh Nasirü’d-din Mahmud’un da bu kafile ile Anadolu’ya geldiği anlaşılmaktadır.(2)
Kayseri’ye Yerleşmesi
– Ahi Evren 602 (1205) yılında Anadolu’ya geldikten kısa bir süre sonra Kayseri’ye yerleştiği ve burada bir debbağ (derici) atölyesi kurduğu, zamanla bu debbağ atölyesinin büyümesi, işçi ve ustalarının çoğalması sonucu buranın Debbağlar Mahallesi diye bir mahalle meydana gelecek kadar geliştiği anlaşılmaktadır. Hacı Bektaş “Velayet-name” sinde Ahi Evren’in Kayseri’de bir debbağ atölyesi kurduğu bildirilmektedir. (3)
– Konya’da 625 (1227-28) yılından sonra muhtemelen Sultan Alaü’d-din Keykubad’ın isteği ile Konya’ya yerleşen Ahi Evren Hace Nasirüd-din, burada da hem san’atını icra ediyor, hem de Hankah-ı Ziya ile Hankah-ı (tekke) Lala’nın müderrisliğini (ders veren) yürütüyordu. Etrafında çok sayıda mu’teber (saygın)talebeleri vardı. (4)
– Ahilerin en büyük hamisi olan Sultan Alaü’ d-din Keykubad, oğlu II. Giyasü’d-din Keyhüsrev’in düzenlediği suikast sonucu öldürüldü. (634/1237) Bu sultan ve veziri Sa’ dü’ d-din Köpek, Ahi ve Türkmen çevrelere cephe aldılar. Ancak bir süre sonra bu Sa’dü’d-din Köpek’in, sultana suikast planladığı ortaya çıktı. Sultan, kendisine suikast planlayan Sa’ dü’ d-din Köpek’i öldürttükten sonra (637 /1240) Ahi ve Türkmenleri de iktidarına karşı oldukları gerekçesiyle cezalandırmaya kalktı. . Ahi Evren ile birlikte pek çok Ahi ileri gelenleri tutuklandılar. Hapisten çıktıktan hemen sonra kırgınlığının ifadesi olarak Ahi Evren’in Denizli’ye gittiği anlaşılmaktadır. Velayet-name’de bu haber yer almaktadır. (5)

– Etkili yetkililerimiz bundan sonra Mevlânâ’dan çok Ahi Evren’i ve hayatını ön plana çıkartmalı, bu değerli Türk mücadele adamına yapılan büyük haksızlığı telafi etmelidirler. Anadolu’dan Türklüğü ve Müslümanlığı silmeye çalışan Nurettin Caca gibi Moğol işbirlikçilerine ait cadde, sokak ya da park isimleri değiştirilmelidir. Özellikle Ahi Evren’in hemşerisi Kırşehirliler bu işe öncülük yapmalı, onun adını ve fikirlerini diğerlerinden daha gür olarak dünyaya duyurmalıdırlar. Dünyada bilinen ilk kadın teşkilatı (örgütü) Bacıyan’ı Rum adı daha sık telaffuz edilmeli, lideri Fatma Bacı, Batılı feminist kadınlardan daha ön plana çıkartılmalıdır. Tüm sivil ve resmi kuruluşlarımız bu büyük hatadan dönmeli, Ahi Evren’ın itibarını iade etmeliler.(6)
III. BÖLÜM
– Dünyanın en eski uluslarından birisidir Türk ulusu, dünyanın en eski ve en çok konuşulan beş dilinden biridir Türkçe’miz. Dil ve tarih ulusların kökleri, geleceğe taşıyan iki ayağıdır. Bilge önder Atatürk’ün Türk Dil ve Tarih kurumlarını özerk bir yapıda kurdurarak mirasını onlara bırakması boşuna değildi ve 12 Eylül 1980 Pentagon cuntasının Atatürk’ün bu ikiz evlatlarının özerkliklerini kaldırmasından sonra dil ve tarihimizin yerlerde sürünüyor olması da boşuna değil. İşte bu bağlamda dil ne kadar eski olursa olsun, Nasreddin Hocamızı tanımayı sürdürüyoruz.
Moğollarla ve Moğol yanlısı yöneticilerle mücadele;
– Nasreddin Hoca’nın tespit olunan bir yönü de Moğol yöneticilerle ve Moğollar’a hizmet eden yetkililerle mücadele içinde bulunmasıdır. Fıkralarında onun bu yönünü ortaya çıkaran çok sayıda temsiller vardır. Nasreddin Hoca’nın Selçuklular zamanında yaşadığı bilindiği halde Anadolu insanı, onu Moğollar aleyhindeki fıkralarını Timur Leng’ e uyarlayarak onu Timur’la çağdaş hale getirmişlerdir. Anadolu insanı Timur’u Moğol olarak görmüş, bu yüzden Timur, Hoca’nın Moğollarla ilgili “Latifeleri” nin muhatabı konumuna getirilmiştir.(1)
– Hace Nasirü’d-din Mahmud’un(Ahi Evren) bilge kişiliği yanında Ahi Teşkilatı gibi güçlü bir kuruluşun lideri olması ve bu Teşkilatın mensuplarını ve Anadolu’daki Türkmen halk arasındaki saygınlığı ve teşkilatçılığı sebebiyle o dönemde Anadolu’ da Moğol iktidarına karşı baş gösteren isyanların bayrak kişisi olmasına yol açmıştır. Bu yüzden Moğol iktidarı ve Moğollardan yana olan Türkiye Selçukluları devlet adamları, Ahi Evren Hace Nasirü’d-din ve çevresi üzerinde ağır bir siyasi ve fikri baskı yaratmışlardır. Bu çevreler Moğollar tarafından sıkı bir takip altına alınmışlar ve örgütleri dağıtılmaya çalışılmıştır. Bu sıkı takiplerin Orta-Anadolu’da daha etkili olduğu görülmektedir. Orta Anadolu’nun pek çok vilayetlerinde ardı ardına katliamlar gerçekleşmiştir. Burada sözünü ettiğimiz bu şiddetli siyasi ve fikri baskıların Ahi Evren Hace Nasirü’ d-din’in şahsiyetine ve eserlerine yönelik olduğu da görülmektedir. Çünkü Ahi ve Türkmen çevreleri onun yarattığı fikir pınarından beslenmekteydiler.(2)
– Anadolu Selçukluları döneminin en güçlü ve çok yönlü ilim ve fikir adamı olarak karşımıza çıkan Ahi Evren Hace Nasiru’ d-din Mahmud, Osmanlı tarihi boyunca Osmanlı esnaf ve sanatkârlar arasında Ahi Evren olarak ünlenmiş ve bilinmişken, tabandaki geniş Türk halklar ve Türkmen zümreler arasında ise Nasreddin Hoca olarak şöhret bulmuştur.(3) Türkiye Selçukluları zamanında Moğolların Anadolu’yu işgal edip kendi çıkarlarına uyumlu bir yönetimi iktidara getirdikleri dönemde (1243-1335 yılları) Ahi ve Türkmen çevrelerin Moğollara ve Moğol yanlısı iktidara karşı bir mücadele başlatıp sürdürmeleri, bu iktidarın onlar üzerinde ağır siyasi baskı ve şiddet uygulamasına yol açmıştır. Bu ağır zulüm, şiddet ve baskılarda pek çok Ahi ve Türkmen ileri gelenleri, fikir ve san’at erbabı kişiler öldürülmüşlerdir. Ahi ve Türkmenlerin medrese, tekke, zaviye, iş yerleri ve kurdukları vakıflar müsadereye (zoralım) tabi tutulmuş, birçok Anadolu şehirlerinde katliamlar ve tehcir (göç ettirme) olayları meydana gelmiştir.(4)
Filozof ve fikir adamı olarak Nasreddin Hoca;
– Ahi Evren çok yönlü bir fikir ve aksiyon (eylem) adamıdır. Aslen Azerbaycan’ın Hoy kasabasından olup, tahsilini Horasan ve Maveraünnehir’de tamamlamıştır. Burada iken ünlü Eş’ari kelamcısı Fahru’d-din Razi’ye talebe öğrenci) olmuştur. Bilahare Bağdat’a gelen Ahi Evren, halifenin kurduğu Fütüvvet Teşkilatına (örgüt) girmiştir. 1204 (601 H.) yılında kayınpederi ve hocası olan Şeyh Avhadü’d-din-i Kirmani ile Anadolu’ya gelmiş, Anadolu’da önce Kayseri’ye yerleşmiş ve Ahi teşkilatını burada kurmuştur. 1225 yılında Alaü’d-din Keykubad’ın isteği ile Konya’ya gelmiş ve burada da Ahi teşkilatını kurmuştur. II.Gıyasü’d-din Keyhüsrev zamanında Babailer isyanı ile ilgisinden dolayı beş sene süre ile tutuklanmıştır. Tutukluluk hali kalktıktan bir müddet sonra Kırşehir’e göçmüş, 1261 yılında Kırşehir’de Ahilerin başlattıkları isyanın bastırılması sırasında Ahi Evren’de öldürülmüştür.(5)
– II.İzzü’d-din Keykavus’un Anadolu’yu terk etmesinden sonra IV.Rüknü’d-din Kılıçarslan ve ümerası (emirler, beyler) Alıncak Noyan’ın emrinde ülkeyi yönetmeye koyuldular. Moğollar’ın, Mevlânâ’ya da “Şeyhü’r-Rum” üncanı verdikleri görülmektedir. Bundan sonra Moğol yanlısı olan bu yeni iktidarın Ahi Evren’e ve Ahilere rahat vermeyeceği belli idi. Hemen ardından bu yeni iktidar yeni sultandan ferman alarak Anadolu’daki bütün şeyhler ve müritlerin Mevlânâ’ya bağlanmaları mecburiyeti getirdiler. Mevlânâ’ya bağlanmayı kabul etmeyenlerin iş yerleri, tekke, zaviye, medrese ve kurdukları vakıflar müsadere (zoralım) edildi. Bu uygulamaya karşı direnenler öldürüldüler veya göçe zorlandılar.(6)
– Etkili yetkililerimiz bundan sonra Mevlânâ’dan çok Nasredddin Hoca’yı ve hayatını ön plana çıkartmalı, bu değerli Türk mücadele adamına yapılan büyük haksızlığı telafi etmelidirler. Anadolu’dan Türklüğü ve Müslümanlığı silmeye çalışan Nurettin Caca gibi Moğol işbirlikçilerine ait cadde, sokak ya da park isimleri değiştirilmelidir. Özellikle Ahi Evren’in hemşerisi Kırşehirliler bu işe öncülük yapmalı, onun adını ve fikirlerini diğerlerinden daha gür olarak dünyaya duyurmalıdırlar. Dünyada bilinen ilk kadın teşkilatı Bacıyan-ı Rum adı daha sık söylenmeli, lideri Fatma Bacı, Batılı feminist kadınlardan daha ön plana çıkartılmalıdır. Tüm sivil ve resmi kuruluşlarımız bu büyük hatadan dönmeli, Ahi Evren’in itibarını iade etmeliler.(7)
Ahi Evren ve Mevlana arasındaki ilişkiler ve daha fazla bilgi almak isterseniz Ethem Arı’nın sitemizdeki şu yazısını da okuyabilirsiniz.
KAYNAKLAR/ALINTILAR
I. BÖLÜM
(1) – Prof.Dr. Mikail Bayram / Ahi Evren Mevlana Mücadelesi / Nüve Kültür Merkezi Yayınları s.28
(2) – Aynı kitap, s.44
(3) –Aynı kitap, s.72
(4) – Aynı Kitap, s.51
(5) – Aynı kitap, s.24
II. BÖLÜM
(1) – Prof. Mikail Bayram / Ahi Evren Mevlânâ Mücadelesi, Nüve Kültür Merkezi Yayınları s.45-46
(2) – Aynı kitap s.52
(3) – Aynı kitap s.53
(4) –Aynı kitap s.54
(5) – Aynı kitap s.54-55
(6) – Aynı kitap sonsöz
(*) – Maveraünnehir; İslam coğrafyacılarının Ceyhun (Amu Derya) nehrinin ötesinde, bu nehir ile Sir Derya arasında kalan bölgeye verdikleri ad. Günümüzde, Özbekistan ve Kazakistan arasında paylaşılmıştır.
III. BÖLÜM
(1) – Prof. Mikail Bayram / Nasreddin Hoca Mevlânâ Mücadelesi, Nüve Kültür Merkezi Yayınları s.289
(2) – Aynı kitap s.71
- Yunan AskerlerininBakışıyla Anadolu Harekatı İlyas Küçükcan-Ethem Arı - 9 Kasım 2022
- Geleceğin Türkiye’siEthem ArıKatkı: 4 - 31 Mart 2022
- Gazetecilik Ethem Arı - 12 Mart 2022
Güzel bir çalışma örneği ortaya konmuş.Bilinmeyene inanılıyor.Kaynaklar araştırılınca bilinmezlik gideriliyor .
Çok teşekkürler.
Hace Bektaşi Veli, Sadreddin Konevi, Ahi Evran Nasreddin Hoca, Pir Sultan Abdal, Köroğlu, Dadaloğlu gibi halk önderleri unutturulmaya çalışılmış. Buna karşın işbirlikçi, gücetapar Mevlânâ ve ardılı Mevlevi’ler saraylarda ağırlanarak baştacı edilmişlerdir. Bugünde öyle değil mi?
Değerli yorumlarınız İçin sizlere minnet duyuyorum. Anadolu’daki Türk tarihine bakınca şunu görüyoruz. Aydınlık düşünceli Türkler devlet kuruyor. Gelişen zaman içinde Türk kimliğinden uzaklaşan egemen sınıf halka baskı yaparak dili ve diniyle başka bir ulusa dönüştürmeye çalışıyor. Aklım erdiğinden beri şunu düşünmüşümdür. Anadolu uygarlıklar zinciri bize gelince yeni bir halka eklemek yerine niye koptu? Gerçekte bunu başarabilirmişiz. Eğer sözünü ettiğim çelişkileri yaşamasaydık. Osmanlı Beyliğinin kurucusunun adı Ataman iken Osman yapılıyor. Atatürk’ün Avrupa Uygarlığını aşan devrimleri ters yüz ediliyor. Okullarımızda zorunlu Sünni İslam (Arap İslamı) dersleri, camilerimizde Sünni İslam var. Türk İslamı Alevilik horlanıyor, aşağılanıyor. Selçuklu ve Osmanlı’nın yaptığını Atatürk’ün Türkçe ezan, Türkçe Kuran, kısacası Türkçe din dili Arapça yapılarak, üstelikde laiklik kötülenerek laiklik adı altında Cumhuriyette yapılıyor.
Akla şu soru gelebilir. Neden Şiilik İran, Alevilik Türk, Sünnilik Arap İslamı? Dinler çok büyük oranda ortaya çıktıkları toplumun ortaya çıktıkları çağdaki gelenek ve göreneklerini (ekinçlerini-kültürlerini) yansıtırlar. Çünkü ulusları dönüştürmek o kadar kısa sürede olası değildir. Bugün Şaman inancımızdan kalma birçok ritüelimiz vardır. Hz. Muhammed de İslamı eski Arap inançları üstüne kurmuştur. Kabe İslam öncesinde kutsaldı. Hacer taşı da öyle. Vd. Bu yüzden köklü kültüre sahip her ulus, başka bir ulusun dinini kabul ederken kendi kültürü ile harmanlar. Bu
Okuduğumuz tarihi bilgiler, ap ayrı bir tarih.
Yazdıklarınızla, sizin gibi değerli yazarların, var olması kıvanç verici.
Emek verip bu yazıyı hazırlamanızı, canı gönülden kutlarım.
Etem Arı hocam.
Ama ne yazık ki çok az sayıda, şeffaf araştırma yapan akademisyen ve gazeteci bulunmakta.
Hele şimdi ki dönemde, çok daha kötü, ve yozlaştırılmış, çıkar uğruna
kalemlerini satan, ve mezhep uğruna tarihi dahi değiştiren, yalan yanlış
şeylerin yazıldığı bir dönemdeyiz, ne yazık ki.
Google de araştırma yapamazsınız, çünkü baştan sona, eski tarihle
ilgili hiç bir sonuca ulaşamazsınız.
Teşekkür ederim iyi ki varsınız.
Nasrettin Hocayı sizin araştırmanızla su yüzünü çıkmasını, sizin kaleminizden öğrenmek çok hoş.
Ethem Bey her zamanki gibi araştırmalara dayalı gerçek bilgilerle dolu yazınızda tonton bir komik adam olarak bilinen Nasrettin Hocamızı yakından tanımış olduk.Sagolun.
Tarihimize dair, bizlere farklı öğretilen bilgilerin geçmişimizin iktidar savaşları ve egemenlik alanları ile ilgili olduğunu bu türden araştırma yazıları ile öğreniyoruz. Zaten resmi tarihi iktidar sahipleri yazar. Ama yaşayan tarihte yok olmaz. Bir şekilde gelecek nesillere aktarılır. İktidar kimdeyse sahipleri adına yazılan algı operasyonları ile tek gerçekmiş gibi dayatılan resmi tarih her zaman gerçek tarihe toslar bir şekilde. Çok değerli araştırmaya dayalı bilimsel makaleniz ve emeğiniz için sağolun varolun Sayın Ethem Arı.