Madımak Şevket Yılmaztürk

Şevket Yılmaztürk’ün Madımak isimli öyküsü. Yazı Dükkanı Akademisi 1. Ulusal Öykü Yarışması’nın YDA034 kodlu öyküsüydü. 

Köy Kızıldağ’ın kuzey yamacındaydı. Güneş erkenden vedalaşır, karşı yamaçlarda saklambaç oynardı. Kar, okul kapanasıya beklerdi çalıların dibinde, çiğdemler yaz başında yeni çıkardı, karların arasından. Okullar bir ay geç açılır, bir ay geç kapanırdı. 23 Nisanın haftasında kapanan okullar Sivas’ta 19 Mayısın haftasında kapanırdı. Yörenin en güzel madımağı okulun Kızıldağ’a bakan yamacında olurdu. Çevre duvarının dipleri ayak değmedik keyfince büyümüş madımaklara ev sahipliği yapardı.23 Nisan hazırlıkları yapılırken kızlar madımak toplamaya gelirdi. Candaş öğretmen tekti. 5sınıf bir arada 30 civarındaki öğrencinin yarısı yakındaki iki köyden geliyordu. Köyün birisi daha yukarda, diğeri, günün doğumundaydı. Kış, tipi demez 5-6 kilometrelik yolu köyün içinden önce gelirlerdi. Soba onların getirdiği odunla parlatılır ala soğuk kırılırdı.
Candaş öğretmenin ikinci yılıydı köyde. Köyün bağlı olduğu ilçedendi. Yörenin yabancısı değildi. Köyü avucuna almış, ilçede yapılacak işleri kolayca hallediyordu. Köyün mektupları öğretmenin tanıdığı bakkal eliyle diye ilçeye geliyordu. Postacı ayda bir kez uğrar mektuplar kocardı gelene kadar. Öğretmen her hafta ilçeye iner mektupları alır gelirdi. Postaya verilecek mektupları postaya verirdi. Bazen Cuma sabahtan gider, bazen pazartesi akşamına dönerdi. Olsun, ilçeye açılan pencereleriydi, ses etmezlerdi. Köyün 7-8 km altından geçerdi yol. Gidiş, iniş aşağı bir koşuda inerdi öğretmen. Dönüş hayli zordu. O yüzden dönüş saatine köyden biri katır ya da eşekle beklerdi yolda. Mektuplar, siparişler heybenin gözünde eşeklerin sırtında çıkarlardı köye. Okulun önünde bekleşenler siparişlerini alır, mektupları sahiplerine ulaştırırlardı.
Öğlen sonu 23 Nisan hazırlıkları hızlandı. Yarışmalar son kez gözden geçirildi. Köye arkası dönük okulun önü, rüzgarı duldalıyordu. Sandalyesini okul merdivenlerine koydu, yorulmuştu, oturdu. Saatine baktı, ‘teneffüs’ dedi. Çocukların bir kısmı okulun altındaki çeşmeye koşarken, tuvalete koşanlar da vardı. Kız öğrenciler ip atlarken, kovalamaç oynayanlara ‘maç yapalım’ diye seslendi çeşmeden gelenler. Madımakcılardan birisi ip istedi, başladı atlamaya. Gülüşmeler arasında madımağı bırakıp ip sırasına girdiler. Candaş öğretmen oyunu bozmamak adına paydos zilini uzattı. İp atlayan kızlardan biri akşama madımak çorbası isteyip istemediğini sordurttu komşu kızı öğrenciye. ‘Severim’ dedi Candaş öğretmen. Kızlar ipi okul bahçesine atıp kikirdeşerek madımak toplamayı sürdürdüler. Paydos zili çaldı. Çantayı kapan fırladı okuldan.
*
Candaş öğretmen kızlar dağılana kadar oturdu okul önünde. Lojmana geçmeden sınıfın camlarını kapattı, okulu kilitledi. Karanlık çökmeden iki kova su alayım diye çeşmenin yolunu tuttu. Kızlar madımak yıkıyordu. Utanıyormuş gibi yana çekilip yol verirken, birisi kovalara uzandı ‘ben doldurayım öğretmen hoca abey’ fısıltılar gülüşmeye döndü. Üç kurnalı çeşme hotur hotur akıyordu. Yaz sonuna doğru üsteki kurna iyice azalırdı. Kurnanın birisi kovayı tutmanla doldurması bir olurdu. Yandaki oluklara akan suya köyün hayvanları gelirdi. Orta kurnadan kovaları dolduran kız hamarat, okula bırakayım ‘öğretmen hoca abey’. Teşekkür ederek aldı kovaları. Okul çeşme arası 20-30 adım. Kikirdeşmelere aldırmayarak yürüdü. Odasının penceresi çeşmeyi görüyordu. Kızlar epey gülüştüler, lojmanın penceresine bakarak. Köyün hayvanları indi suya. Suyunu içen eşek çeşmenin üstündeki çimenlikte güzelce yuvarlandı, sırtını kaşıdı. İnekler ahırın yolunu tutarken köpek havlayarak eşeği uyardı. Çoban gür akan kurnada elini yüzünü yıkadı, ıslak elleri ile saçını düzeltip tozlarını silkeledi. Hayvanlar patikalardan evlerinin yolunu tuttular. Öğretmen pencereden izledi bir süre. Sürü dört bir yana dağılıp evlerine gitti. Evlerine yaklaşan ineklerin möleri danalarına haberdi, danalar da möledi. Gaz lambasına uzanırken okula doğru gelen çocuğu gördü. Elinde tas ve çıkın vardı. Kapıya çıktı.
*
‘Ötmenim madımak aşı getirdim’ dedi çocuk. Başını okşadı alırken. Gaz lambasını yaktı. Sandalyesini çekti, kaşığını aldı, çıkından ekmeği çıkardı kokladı, mis gibi tandır ekmeği dedi. Üç dört tane koymuşlardı. Isındı mı tazelenir tandırdan yeni çıkmışçasına tatlanırdı ortası delik ekmek. Çörek otu yerine susam olsa kalın simit dersin. Yarısını ertesi öğlene bıraktı, tas büyüktü. Ağzını kapatıp rafa yerleştirdi. Radyosunu açtı, yurttan sesler korosu vardı. Mustafa Geceyatmaz solo yapıyordu; ‘mektebin bacaları’. Öylece bıraktı kendini yandaki tahta ranza üstündeki yün yatağına. Gözleri yumulu dinledi.
*
Köy erkekleri İstanbul’u iyi bilirdi. Harmanı kaldırdı mı, eylül sonları çalışmaya İstanbul’a giderdi. Kış gelince yaşlılarla, bıyığı terlememiş birkaç erkek kalırdı köyde. Kadınlar ve çocuklar. Ormancı uğrardı öğretmenin yanına. Torbası dolu olurdu hep. ‘Öğretmen senin küçük anne yok, büyük anne yok, garip sayılırsın sana bakmak lazım’ derdi. Masayı iyi donatırdı. Katır yükü odunu da kimse görmeden lojmanın kullanılmayan odasına koyardı. Şerefe derdi gecenin bir yarısı. Tavşan ya da oğlak eti eşliğinde yenir içilir, aşka gelen ormancı bir iki el de tavana ateşlerdi. Tavan tahtaları o kış delik deşik olmuştu. Üfleyen soğuktan korunmak için tavan mavi çiçekli naylonla kaplanmıştı. Kapı açılıp kapandıkça naylon iner kalkar her seferinde raptiyelerden birisini atardı. Ormancının ayağına bile batmıştı, tokyo terlikten geçerek. Kışın köye izinli gelenlerin en sevdiği iş yol tabelalarına ateş edip tabanca yarıştırmaktı. 6.35’likleri kız tabancası diye adlandırırlardı. 7.65’likler 14’lüklerle yarışırdı. Sen kazandın ben kazandım tartışmaları arasında ‘kısır düğünü’ daveti olurdu öğretmene. Gelinsiz düğün. Yakın köyün davulcusuna iş çıkardı. Zurnacısını alır gelirdi. İzinli gelen bir iki kafadar, öğretmen köyden bir iki kafa dengi yaşlı, bir iki tüyü bitmedik delikanlı, toplam iki sofralık adam. İki koca sininin ortasına pilav dökülür, etler üstüne yayılır delikli ekmekler dizilir, bolca turşu, yoğurt bardaklar ve viski şişesi… Yedekleri odanın raflarında. Davul zurnanın dertlendirmesi ile başlardı gece. Of çeken iki yudumda indirir viskiyi. Uçlu sigaraların yeni yaygınlaşmaya başladığı dönemde karton karton larklar, malboralar, kentler dizili kenarlarda. Gecenin sigarası. Farklı sigara yakmak doğru olmaz. İlk kadehlerden sonra kaşıklara sarılırken davulcuda yana bırakıyor davulu. Pilav viski, hızla bir sigara tüttürüşü, davul başlıyor çalmaya. Zurna huma kuşunu vuruyor dertli yerinden. Elini yanağına atan genç gözlerini yumuyor, şapkayı yana düşürüyor;‘Yavru yavru ey huma kuşu yükseklerde seslenir. Ak yar göğsümde, bir çift suna beslenir. Beslenir beslenir beslenir…’ Bir anda beş altı tabanca tavana ateş yağdırıyor. Kamışların arasından akan topraklar odayı toz dumana boğuyor. Davul ritmi artırırken zurna öyle kaydalandırır ki beş altı kez beslenir beslenir diye. Toz, dumanla çıksın diye açılan pencere ve kapı tipili soğuğun üflemesi ile hemen kapatılır. Pilav viskiye meze olur yoğurt ve turşu eşliğinde. Etler ağızdayken lorke vurur ki davul, birbirini koltuklayan halaya durur. Çalar baştan alır, çalar baştan. Zurna madımağa dönünce tabancalar tekrar tozu dumana katar. Bir akıllıda çıkıp durun demez. Komut davulda. Bırakıverir davulu etin bol olduğu siniye yaklaşırken zurnacıyı çağırır yanına. Onlar tozuta dursun, pilavın arasında soğumamış etleri el çabukluğu bulup indirir mideye. Halaycılar oturana epeyce yer, viski bardağını doldurup içinden sigara aldığı dolu paketi kaşla göz arasında iç cebine yerleştirir.
*
Melek kız göz hakkı dedi, öğretmen severmiş dedi, okulun bahçesinden topladım dedi; madımak çorbasını, madımak pilavını, madımak böreğini tattırdı öğretmene. Evleri okula yakındı. Babası öleli birkaç yıl olmuştu. Anası sağdı, evin kütüğü. Abiyi, yengesi okula giden gitmeyen yeğenleri ile kalabalıklardı. Abisi öğretmenle iyiydi. Akşamları yanına gider bazı akşamlar kağıt oynarlar, bazı akşamlar bir iki duble atarlardı. İstanbul’a gitme günü yaklaştıkça daha sık uğrardı okula. Turşu, yoğurt madımak böreği götürürdü. Gözüne çarpan eksikliği hemen giderirdi. Ormancının geldiği akşamlar kesin olurdu. Melek kız hazırlardı abisinin isteklerini, yengesinden çok önce davranırdı. Anası da, yengesi de bir şeyler sezinliyordu ama… Ağabey biraz tersti. İstanbul’a gitme vakti geldi. Anasına tembihledi; ‘Candaş öğretmene arada sıcak yemek gönderin’ diye. Melek kız duydu bir kere. Her gün olmasa da gün aşırı, gün aşırı çıkın dizdi. Yeğeni taşıdı. Candaş öğretmen çeşmeye yönelirken o da koştu, bakırların içindeki suyu avluya yallahladığı gibi çeşmeye. Bir iki İstanbul’a giden ağabeyden, sonra pastalardan böreklerden söz ettiler. Ben yaptım dedikçe Candaş öğretmen beğenisin belirtti derken konuşuk ilerlemeye başladı. Annesi laf söz olur diyecek oldu, gelini önünü çaldı. ‘Buradan birine varıp ta İstanbul yolu mu gözlesin, kocası yanında olur. İnşallah öğretmen alır da kurtulur.’ Anası sustu. Candaş öğretmenin ikinci yılında işler karıştı. Köyden biri ağabeyi fişekledi. ‘Bacına dikkat et, öğretmenle işi pişirmek üzere’. Ağabey o hırsla daldı eve. Esti gürledi bağırdı, çağırdı, vururum hepinize getirdi işi. O akşam öğretmene tehditler savurdu; kırarım, dökerim vururum asarım, keserim. Bitirdi öğretmenle arkadaşlığı. Bir cümlesini bile dinlemedi.
*
Okulun hemen bitişiğinde Bilal oğlan yaşardı annesiyle. 13-14 yaşlarında. Sessizce otururdu öğretmenin yanında. Ağzı var dili yok. Kimi kimsesi yok. Arada yanık türküler söylerdi öğretmene. En çok ta Huma kuşu. Sağ elini kulağına atar, yanakları al al olurdu söylerken. Şakasına elini kulaktan çekecek olsa öğretmen, söyleyemezdi. Candaş abi derdi. Bizim Bilal oğlan ormancının uğramadığı akşamlar Candaş öğretmene arkadaştı. Melek kızın ağabeysinin söylediklerini duymuştu. Bütün köy çalkalanıyordu. Herkes yorum yapıyordu. Melek kızı Candaş öğretmene yakıştıran çoktu. Kız güzeldi, becerikliydi edep erkan bilirdi, güler yüzlüydü, saygılıydı. Öğretmen karısı olurdu. Bir kış ağabeyi ile İstanbul’da kalmıştı. Bilal oğlan hepsini anlattı öğretmene. Birkaç akşam tepki vermedi Candaş öğretmen. Köyün ağzında sakız olurum diyordu, sustu. Belki de Bilal oğlanla konuşmak istemedi. Köy çalkalanırken öğretmenden yana merak çoğaldı. Bilal oğlandan laf alırız diye yanında konuşan çoktu ama bizim ki yumma gevişten geliyordu. Olanları akşam öğretmene anlatıyor beklediği işreti bir türlü alamıyordu. Pat diye sordu bi akşam; ‘Candaş Abi sen Melek ablayı seviyon mu?’ Yanıtı beklemedi. Hep sessizsin, duymazlığa geliyorsun, eski neşen yok, Melek abla çeşmeye gelmez oldu. Eskisi gibi avluya da çıkmaz oldu.’ ‘Eee’ dedi Candaş öğretmen. ‘Biliyon duvarın bu yanı biz, öbür yanı onlar, komşuyuz her şeyden haberimiz olur, adım gibi biliyom Melek abla sana yangın’. Durdu yüzüne baktı, sustu. ‘Sende yangınsın Candaş abi.’ Yüzü kızardı, sıkıntılandı, radyoyu kurcaladı, perdeyi açıp kapattı. ‘Bir ay sonra yaz tatili. Belli mi olur tayinimi alırlar, ne diyeyim şimdi. Kızın günahını alıyorlar konuşmuşluğumuz yok sözümüz yok. Hepsi yakıştırma.’ ‘Güzel yakıştırma Candan abi. Sen Melek ablayı beğenmiyon mu? Haa kasaba da sevdiğin varsa Melek abla da umutlanmasın, bana güvenir avluda gördüğümde söylerim’. Çözüldü Candaş öğretmen. Sevdiği birisinin olmadığını, Melek’le bu yönlü hiç konuşmadıklarını, beğendiğini, görünce heyecanlandığını falan söyledi. ‘Zaman ne getirir, şartlar ne olur bilmiyorum. Tayin istemiştim çıkabilir. Bunları konuşmak lazım, benim ailemin haberi yok, abisini biliyorsun. İyi arkadaştık aslında, namusa çekti işi. İki arkadaş gibi konuşuyorduk. İş o aşamaya gelse aracı koymadan kendisi ile konuşur, yolunu yordamını yerine getirirdik. Esip gürleyip yasaklar koyunca Melek’e karşı boş olmadığımı anladım. Köyün öğretmeniyim ne yapacağımı bilmiyorum.’Bilal oğlan, istiyorsan yolu bulunur, anam akıllıdır Melek ablanın anasıyla konuşur bi yol bulurlar.’ Yanıtlamadı, sustu. Bilal oğlan anasına anlattı olup biteni. Anası ahretlikle konuşup ağzını arayım’ dedi.
*
Mayısın sonu yaklaşıyordu. Kızıldağ’ın başı karlı yamaçları çiçekliydi. Madımaklar kartlaşıyordu. Taze iken toplayıp kurutanlar oldu. Ormancı uğradı tatil akşamı. Rakıyı, uçlu sigaraları, besilisinden pişmiş tavuğu koydu masaya. ‘İki hafta kalmış tatile. Tayin de istemişsin veda gibi olmasında efkar dağıtalım istedim’ dedi. Olanları duydum, İstanbullu da gelmiş vukuat var mı? Güldü Candaş öğretmen, ‘öğretmenin vukuatla işi ne karne hazırlığındayız verip gideceğiz.’ Gönlün, ağzını yalanlıyor seni çok düşünceli buldum, biliyorsun yanındayım, istersen deli bozuk abiyle konuşim’. Sigaralar yakıldı, şişe açıldı. Bilal oğlan bi koşu yoğurt getirdi. Melek kızın ağabeyi ormancıya hep eşlik ederdi, geldiğini kapıda bağlı kırattan anladı. Dolunay akşamı okulun önünde şamşakır kırat daha bir alımlı görünüyordu. Dayanamadı havaya iki el sıktı. Ormancıda karşılık verdi, selamlaştılar. Kırat alışık otunu yemeyi sürdürdü. Ormancı Candaş öğretmenin ağısını aldı, yol gösterdi, yanındayım dedi. Bilal oğlan anasından doyduklarını sıraladı. Ahiretlik dünden razıymış. Gelinde olsun istiyormuş, Melek üzüntüden evden çıkmıyormuş. Abisine hoş geldine çıkmamış, anası kara sevdaya mı yakalandı kızım der dertlenirmiş. Abi gurur sorunu yapmış vururum ikisini de diyormuş. Hani vurur mu vurur. Kulağına ses gitmez aksi inat. Kaçıralım demiş ormancı. Candaş öğretmen ‘olmaz’ demiş. ‘İlk gittiği köyden kız kaçırdı dedirtmem kendime.’
*
Sis Kızıldağ’ın başından aşağı doğru inmeye başladı. İki gün sora tatil. Karneler hazır. Yakın köyden İstanbulcu birisi görücü yollayacakmış Melek kıza. Sözü keserim demiş abisi. Haber sisten önce yayıldı köye. Ormancı duydu, Bilal oğlan duydu, Candaş öğretmen duydu. Ormancı erken geldi lojmanın kapısına. İki el havaya ateş edip girdi içeri. Gözler anlaştı plan kuruldu. Ormancı planı anlattı. Yavaştan alınca sevdiği kızı elinden kaçırışını hep anlatırdı. Aşağı köyden birisiyle anlaşmıştı. Bir hafta misafir edecekti adam. Karakol çavuşu da görmezden gelecekti. Delibozuk ağabey dellensin dursun. Karneler Bilal oğlana verildi. Annesi Melek’e haber uçurdu. Akşam ezanı, insanların yemeğe oturduğu saat, akşamın ilk karanlığı, şeytanın uykuda olduğu saat çıkacaktı evden. Ormancı ilk kadeh sonrası atışı işaretti. Abi kıskıs gülecekti, onlar içe dursun bacımı İstanbulcuya vereyim de görsün havasında. Melek abisi geleli sofraya oturmuyordu, sofrada yokluğunu bilmezdi. Dünürcüler gelmeden çaldı kaşığı madımak çorbasına. Acı turşu nasılda terletti. Melek’le Candaş çoktan inmişti aşağı köye. Karısı bir kepçe daha koydu tabağına. İştahın açıkken ye delişmenim ye. Sofra toplanırken geldi misafirler. Konuşuldu, gülündü. Planlar yapıldı. Güze düğün ver elini İstanbul. İstanbul’da gecekonduları vardı. Bakkalları da vardı, işleri iyiydi. Köyden helal süt emmiş kız almak istiyorlardı. İstanbul’un kızları, boyalarına para yetmez! Hele bir düşünelim nazı yaptılar. Günümüz az dediklerinde haftaya Perşembe akşamı mübarek gün karar verelim dendi. Ormancı tavana bir el ateş etti. Abi bir an orda olmayı istedi, kafası karıştı, namus dedi içinden, misafirleri yolculayıp, oturdu köşe minderine. ‘Ana Melek’in gönlünü alsak, razı etsek’ dedi. ‘Beni arada koyman bacın git gönlünü al.’ Karısına baktı o da başını salladı. Yan odaya geçti; Melek yok. Anası şaşırmış gibi baktı, karısı şaşırmış gibi baktı, çocukları daha şaşkın yüz takındılar, sis köyü kaplamışken evde fırtına koptu. Köyün köpekleri ağız birliği etmişcesine havlamaya başladı. Tabancasını kaptığı gibi havaya iki el ateş etti. Ormancı da lojmandan. Öğretmen lojmanda diye rahatladı. Köyü ayağa kaldırmanın anlamı yoktu. Dünürcülere kızmış bir akrabaya, arkadaşa gitmiş rahatlığına kapıldı, girdi eve. Sabah nasılsa kös kös gelirdi.
*
Sabah oldu gelen giden yok. Çocuklar okula gidiyor, Bilal oğlan karneleri verip gönderiyor. Oğlunun karnesine bile bakmadı, Bilal abi verdi deyince. Okulun kapısını kilitleyen ormancıydı. Anahtarları muhtara teslim etti, sana teslim diye. Vuracam diye çok dolandı ya, uzak yere tayini çıktı diye yerini söylemediler. Melek ilk oğluna babasının adını verdi. İkinci oğluna abisinin adını. Haber köye ulaştığında İstanbul’dan yeni gelmişti. Gurbetlik zordu. Oğlu kocaman olmuştu, kızı da büyümüştü onları süzerken, anası yamacına oturdu. Gözleri doluydu ‘Melek’imi çok özledim evlat. Artık bir ayağım çukurda. Belli onunda ciğeri alevlerde çocuklarına babanla senin adını koymuş.’ Arkası gelmedi, ana oğul sarılıp ağlaştı. Köye yeni inmeye çalışan sis geri çekildi. Ormancı yeni atanan öğretmene göz kulak oluyordu. Tavana ateşe alışık değildi yeni öğretmen. Kapı çalındı, Melek’in abisi kapıdaydı. Sessizce baktı ormancının yüzüne. Gel dedi ormancı, yer gösterdi öğretmenden önce. İkinci kadehten sonra diller çözüldü, aflar dilendi, sözler alındı. Haftaya dendi, Candaş öğretmende, çocuklarda gelecek kutlama yapılacaktı. Yeni öğretmende davetliydi. Yaşlı kadın önce ketesini yaptı orduyu doyuracak kadar. Madımak böreğinden çorbasına, pilavına hazırlandı. Köyün fırını yandı, ekmekler pişti. Yakın köyler bile haberle çalkalandı. Ne çok seveni varmış şu Candaş öğretmenin. Köyün alt başına öğrencileri sıralandı. Davulcu da zurnacıyı alıp gelmişti şenliğe. Düğün alayı kuruldu Melek’le Candaş öğretmene. Anne kızına sarılırken yeni dayı yeğenlerine sarıldı, babam diye kokladı büyüğü, dayım dedi küçüğe, bağrına basarken. Ormancı yeni öğretmenin şaşkınlığı üzerindeyken göz kırptı, iki yılım kaldı emekliliğe, niyetin varsa…

0

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Çocukluk Çağımız Daha Güzeldi Sadi Geyik

Anı