Bekir Bayraktar’ın Çolak isimli öyküsü. Yazı Dükkanı Akademisi 1. Ulusal Öykü Yarışması’nın YDA035 kodlu öyküsüydü.
Güneş yavaş yavaş göğe yükseliyordu. Ortalık sessizdi, sadece rüzgâr sesi duyuluyordu. Türk birlikleri 10 Eylül günü Duatepe’ye saldıracaklardı. Yunan elinde, değerli bir konumda olan Duatepe Allah’ın izniyle tekrar Türklerin olacaktı.
Sabahlara kadar tüfeklere bakım yapmışlardı, tüfekler yağlanmıştı, mermiler konulmuştu. Sabaha doğru son bir kez daha tüfekleri kontrol etmişlerdi.
“Hakkını helal et Ali’m”
“Helal olsun be gardaşım, sen de helal et emi” diyerek askerler helalleşiyorlardı.
Mustafa Kemal Kocatepe’ye sabahın erken saatlerinde gelmişti. O gün gözlerinden de belli oluyordu yorgun olduğu. Bağdaşını kurup yere oturmuştu, yanında da yaveri bulunuyordu. Mustafa Kemal, bir ara dürbünün aldı ve kanlanmış yorgun gözlerine doğru götürüp savaş meydanını izledi. İsmet Paşa’da yanındaydı. İsmet Paşa biraz durdu ve Mustafa Kemal’e dönerek: “Yunanı bu bereketli topraklardan atabilecek miyiz?” diye sordu.
Mustafa Kemal, dürbünü gözlerinden çekti ve kaşlarını kaldırarak: “İsmet, düşmanı Anadolu’nun harim-i ismetinde boğacağız.” dedi. Savaş başlıyordu!
Beş dakika önce sessiz olan meydan bir anda cehenneme dönmüştü. Masmavi olan gökyüzü yarım saate simsiyah olmuştu. Arı gibi ses çıkartan uçakların sesleri gelmeye başlamıştı.
-Bunlar düşman uçaklarıydı.
Türk cephelerine yaklaşıp bombayı atıyordu.
-Boomm.
Ortalık toz duman altındaydı. Türk askerleri zorluklara rağmen vatanı, çocuğu ve torunları için çarpışıyorlardı.
“Allah Allah” sesleri göğe yükseliyordu.
Cephede askerlerimiz düşmanlarla çarpışırken bir taraftansa cepheye mermi getiren ebelerimiz ve analarımız vardı.
Kağnılar ile mermi taşıyan analarımızın işleri de zordu. Cepheye yaklaşan kağnının yanına doğru 16-17 yaşlarında bir genç asker koşarak geliyor ve yardım ediyordu.
“Buradan geçeceğiz ana. Mermileri hemen yetiştirmek lazım.” diyordu.
Kağnıyı cepheye götüren analarımızın ise bir yandan şu sözleri söylüyordu:
“Allah’ım sen bizi muzaffer eyle!” diyerek dua ediyorlardı.
Bir yandan ise kağnının üzerinde yatan çocukların korkup ağlamaları vardı.
Ortalık buz gibi olmuştu. Mustafa Kemal bir ara ayağa kalktı ve hafif kayalıkların üstüne çıktı, sağ elini çenesinin altına doğru götürüp düşünmeye başlamıştı. Birden başını sağa doğru çevirdi, sağ elinin işaret parmağıyla ileriyi göstererek: “İlk Hedefiniz Akdeniz’dir!” dedi.
Bu sözlerden sonra Türk askeri ileriye doğru hızlıca atıldı. Yunan askerleri ise geri çekilirken köyleri yaktı.
Bir köye giren Türk askerleri olanlara şaşırmışlardı.
Yalın ayaklı çocuk bir köşeye geçmiş ağlıyordu. Yerde iki kadın dökülen buğdayları topluyordu. Evlerin damları cayır cayır yanıyordu. Yolun köşelerinde yatan inekleri de vurmuşlardı. Öldürülen hayvanların başına ise sinekler dolmuştu. Köyün camisinin minaresinin bile tarandığı belli oluyordu.
Bir ara Türk askerlerine doğru yaşlı bir kadın yaklaştı:
“Yavrum, görüyon mu halimizi? Düşman köylerimizi mahvetti. Bununla da kalmayıp genç kızlarımıza tecavüz ettiler. İneklerimizi de öldürdüler, ne günahı vardı bunların?” diyerek ağlıyordu…