Başka Bir Hayat Mümkün Zeynep. H. Ödemiş

Yazı Dükkanı Akademisi. 1. Ulusal Öykü Yarışması YDA036 koduyla yarışan Zeynep. H. Ödemiş’in  Başka Bir Hayat Mümkün adlı öyküsü. 

“Başka bir hayat mümkün”. Her türlü zorluğa ve kötülüğe rağmen yıllar önce, dünyanın muhteşem bir yer olduğunu bana fısıldayan bu ses de ne idi? Elimde tekrar tekrar ilk sayfaya döndüğüm ve bir türlü konsantre olup okumaya başlayamadığım ders kitabım ile koltuğumda kıvrılmış oturuyordum. Kelimeler, harfler gözümün önünde adeta dans ediyordu. Ünlü filozof Descardes’in “Düşünüyorum, o halde varım” sözü geldi aklıma. Ne çok düşünüyorum diye düşündüm bir an. Neydi o? Hangi derste öğretmişlerdi bize? “Meta-Thinking yani düşündüğünü düşünmek”. . .Ortak varoluşlarının uyumu, doğanın tamamında mevcuttur. İnsan da bu koşullara tabidir ve evreni örnek alıp ona benzemeye çalışması gerekir.” “Bak sen!” Neyi hatırlamak istemiş de altını çizmişim bu kısmın bilmiyorum. Ne düşündürmeli bana insanın evreni örnek alması? Şimdi, yapacak onca iş varken, ders çalışmanın sırası mı? Makineye çamaşır atmalıyım daha. Hem akşam için yiyecek bir şeyler de hazırlamak gerek. Yemek pişirmek için malzeme de kalmadı sanki dolapta. Alışverişe mi çıksam önce acaba? Peki teslim tarihi yarın son gün olan ödevi gözden geçirdim mi? Hayır! Sabahtan beri ne bir tane mail geldi ne de telefonum çaldı. Bu pandemi şartları bu şekilde devam ederse işler iyice kötüye gidecek belli. Ama şimdi bunları düşünmenin kime faydası var? Okulda öğretiyorlar sana zor şartlarda duygu yönetimi, stres yönetimi…Hem elden ne gelir ki beklemekten başka.
*
Amaaan! Yine düşüncelerim kendini aynı yere bağladı, hiç şaşırmadım. Kafamda cevabı verilemeyecek, gereksiz, deli sorular. Hep geçmiş yaşantımdan kaynaklanıyor bunlar. Hep bu bitmek bilmeyen daha iyi olma, kendine yetme ve yetebilme çabasından. “Kendinden başka kimsenin umurunda değilsin kızım! Güçlü ol diye daima fısıldayan o ses…” Halbuki uzun bir süredir yalnız değilim. Beni koşulsuz seven bir annem var. Yüzüme gölge düşse dünyası kararan, beni hiç ama hiç üzmeyen bir oğlum. Yüzü hiç gülmeyen ama kalbi gülen bir adam, müstakbel bir tanem, ikinci baharım, ikinci şansım kocam var. Onların umurundayım biliyorum. Huzurluyum, mutluyum uzunca bir süredir, önemli olan da bu. Zihnim biraz bulanık ama olsun artık o kadar. Geçmişte yaşadığım onca şeyi düşünüyorum da…
“Alo anne sen misin? Kocam beni dövdü. Artık onunla aynı evde yaşayamam. Eve dönebilir miyim? Babam ne der gelirsem?” 1993 yılı sonbaharında bir akşamüstü, daha fazla dayanamayıp aramıştım annemi. “Kızım şaka mı yapıyorsun, sen hamilesin, sana nasıl vurabilir?” “Ne şakası, böyle bir şeyin şakası olur mu anne?” Nasıl da şaşkındı zavallı anneciğim. “Hemen eve gel” demişti. “Yanına birkaç parça eşyanı al ve gel…” Böyle başlamıştı ilk evliliğimden boşanma serüvenim. Tüm boşanmaların, her iki tarafta yarattığı travmatik etki vardır illa ki…Ben de çok zor atlattım. Ne kadar da genç ve umut doluydum. Sevmek ve sevilmek için bir yolculuğa çıkmıştım. Ama ne yazık ki; “Sen erkeksin, özelsin, ayrıcalıklısın. Eşin sana koşulsuz biat etmeli, evde senin sözün ve kararın öncelikli olmalı” gibi kalıp inançlarla yetiştirilmiş olan eşimin, gözümdeki ışığı söndürmesi sadece aylar almıştı. Hayata dair inandığım ne varsa darmadağın olmuştu. Bir insan, bir diğer insana, sırf kadın olduğu için üstünlük kurabilir, onun kişilik haklarını hiçe sayabilir miydi? Kim veriyordu erkeğe bu hakkı? Toplumun öğretisi miydi, yoksa evrimsel olarak doğuştan ayrıcalıklı oldukları inancıyla mı dünyaya geliyorlardı? Sebebi ve kaynağı ne olursa olsun, şunu çok net biliyorum ki; bu değişmesi gereken bir şey. Şanslıyım ki doğuştan gelen güçlü bir mizaca sahibim. Sorunların altında ezilen zayıf bir kadın hiç olmadım. Koşulsuz bir kabulleniş içinde olsaydım, bir duruşum, itirazım, tepkim, kendi doğrularım ve kimliğim olmasaydı acaba nasıl bir geleceğim olurdu? Sadece bu da değil, ailemin desteği olmasaydı da benim için her şey çok daha zor olabilirdi. Sindirilmiş, kişiliği ve kimliği erozyona uğramış, onun için biçilmiş rolü kusursuz oynamaya çalışan bir kadın olarak, bana ait olmayan bir hayatı sanki bir film sahnesi izler gibi dışarıdan izlerdim. Peki ya benimle aynı şansa sahip olamayan, bu kadar güçlü bir duruş sergileyemeyen, ailesi tarafından desteklenmeyen ve benimle benzer sorunlar yaşayan kadınlar ne yapacak ve ne yapıyor diye düşünmeden edemiyorum.
*
Offff! Sanki çok vaktim varmış gibi yine daldım uçsuz bucaksız düşüncelere… Bilirsiniz, insan ne yaparsa yapsın ne kadar şanslı ve özgür olduğunu hissederse hissetsin, hayatında olmayanın hüznünü yaşamaktan geri durmaz. İşte benim büyük hüznüm de buydu; ikinci evliliğimden bir çocuğumun olmaması…Yıllar önce bu konuyu açılmamak üzere kapattık biliyorum ama kulağıma fısıldadığı bu sihirli cümle, onun büyük hüznünü hissettirdi bana. “İşte!” dedim. “İşte benim sevdiğim adam! Benim için babalıktan vazgeçmiş. “Bunu neden ben kırk sekiz yaşıma gelmeden isteyemedin be adam! Benim bir çocuğum vardı. İkinci bir çocuk düşüncesi çok uzaktı. Senden bir çocuk yapma isteği ve böyle bir ağır külfete girmeme düşüncesi arasında az mı bocaladım? Seninle birlikte özgür ve sıra dışı bir yaşamı ve romantik atmosferi, o sihri, o başbaşalığı bozmak istemedim. Evet! Bu, dünyanın sonu değil, ben de farkındayım. Ama bunca yıl sonra bendeki bu empati de ne şimdi? O, çocuk lafı açıldığında hiçbir duygu belirtisi göstermeyen adam, son zamanlarda hüzünlü bakışlarla dalıp gidiyor ondan mı? Genelde tam tersi olur dediğinizi duyar gibiyim. Evet! Genelde kadınlar, eğer erkek istemiyorsa, kendileri istese bile vazgeçmek zorunda kalır. Hatta daha da ötesi, erkek istiyor da kadın çocuk sahibi olamıyorsa suçludur, eksiktir, erkeğine bir çocuk verememiştir, daha az değerlidir. Yeri doldurulmalıdır… Benim için yazması bile güç olan bu gerçekler pek çok kültürde hala daha yaşanan cinsiyetler arası ayrımcılık gerçekleri. Nasıl bir çocuk daha isteyebilirdim ki? Zaten bir tanesini yetiştirirken her şey eksik, noksan olabilmiş ve içime sinmemişken…20 yaşında hayatın kocaman elleriyle suratıma attığı tokatın sersemliğiyle dünyaya geldi canımın taa içi oğlum. Hayata dair ne biliyordum ki ne verebildim. Sazan yaprakları gibi savrulduk durduk işte. Önceliğim hep para kazanıp temel ihtiyaçlarımızı karşılayabilmek oldu. Memur maaşı ile geçinmeye çalışan aileme yük olamazdım ya… Necip Fazıl’ın deyişi ile: “Bilmem bu aceleci mizacım, buna müsaade edecek mi” diye düşünürken hem bir yandan çalışıp para kazanıyor, hem de bir üniversitenin Tekstil-Tasarım bölümünde okuyor buldum kendimi. İnanın tüm bunları nasıl yaptım küçücük çocukla ben de bu sorunun cevabını şu an bilmiyorum. Peki bitti mi? Hayır tabiiki! Daha çok kazanmak ve daha iyi yaşamak lazımdı. 30 yaşımda dil eğitimi için Malta’ya gittim iyi mi! Canım annem, bir tanem babam! Siz olmasanız, oğluma bakmasanız ben nasıl yapardım tüm bunları…Oğluma ve bana nasıl yeni bir hayat kurardım yıkıntıların üstüne…Malta dönüşü lisan bilen genç, dinamik, tecrübeli ve yabancı dil bilen bir kadın olarak daha iyi pozisyonlarda daha iyi ücretlerle çalışma şansım oldu elbette. Ve sonra… İkinci baharım kocamla tanıştım. Sanki evrene çizmiştim de sipariş etmiştim. Hayalini kurduğum erkeğin aynısı geldi ve bizim iki kişilik hayatımıza bir üçüncü olarak dahil oldu, bizi tam bir aile yaptı.
*
Bugün, üç kişilik mutlu ve huzurlu ailem var. Tasarım aile belki ama başarmış, olmuş bir aile… Yurtdışı bir firmanın Türkiye ofis temsilciliğini oğlum ile birlikte yürütüyorum. İkinci bir üniversite okuyorum ve son sınıf öğrencisiyim. Bu dönem büyük olasılıkla mezunum. Bir grup beyaz yakalının yaşam tipinden bahsediyorum ne de olsa; işi gücü yerinde, ekonomik kaygısı az, değişik aktiviteler için para harcayabilen, metropol insanından… Ama öyle bir eksiği var ki bu insan tipinin, inanın yerlerinde olmak istemezsiniz. Eksik olan şey: Ortak kaygı yaratacak o önemli hayat misyonu… Birlikte bir çocuk sahibi olmak. Paranın satın alabileceği tüm hoşlukların ilişki kurtarıcı bir yanı vardır. Bir seyahat programı, dostlarla birlikte bir barbekü partisi, birlikte gidilen kurslar (yemek, dans, fotoğrafçılık…), birlikte sinema/tiyatro seansları, netflix ve film/dizi izleme siteleri hepsi ömrünü uzatır ilişkinin. Ama kabul etmek gerekir ki bir ilişkide tartışmasız olarak en büyük bağlayıcı güç, ortak hedefler, ortak kaygılar ve ortak bir bebektir. Müstakbel birtanem kocamın gözlerinde aradığım ama belli belirsiz gördüğüm “Keşke baba olabilseydim” hüznü. İşte benim büyük derdim de bu. Keşke herkesin böyle lux problemleri olsa dediğinizi duyar gibiyim. Ama işte kimi için gram ile ölçülen dert kimine kilo gibi geliyor bazen. Yine de tüm dertlerimiz böyle ve bu kadar olsun diyelim. Şimdi soru: Başka bir hayat mümkün mü? Cevap : Evet ! Basbayağı mümkün. Yeter ki kolları sıvayın ve kendinize yeni bir hayat tasarlamak için yola koyulun. Hayat cesareti ödüllendirir. Belki yine derdiniz, dertleriniz olur. Her şey her zaman mükemmel olsa hayat ne kadar da sıkıcı olurdu. Ama en azından ayakları yere basan derli toplu bir hayat kurmak mümkün. Bana kocaman alkış…

1

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Çocukluk Çağımız Daha Güzeldi Sadi Geyik

Anı