Cafer Keskin’in yazdığı bu öykü Yazı Dükkanı Akademisi 1. ulusal Öykü Yarışmasında yarışmaya değer bulunan öykülerimiz arasında YDA002 kod numarasıyla yarışmıştır.
Taşı yontmaktan daha zordur eğitim. On beş on altı yaşlarındaydım, memleketim Haymana’dan sınavlarını kazandığım M. Rüştü Uzel Kimya Sanat Enstitüsü’ne parasız yatılı öğrenci olarak kaydoldum. Kırsaldan gelen 175-180 arkadaştık. Aylar içinde kardeş olmuştuk. Laz, Çerkez, Kürt, Türk, Alevi, Sünni arkadaşlardık. Irk ve mezhep ayrımımız hiç yoktu. Sadece kader birliği yapmıştık. Ne güzel günlerdi. Üç öğün yemek, kaloriferli odalar, üst baş, tıraş parası bile devlettendi. Bu nedenle ülkemize çok borcumuzun olduğunu hep düşünürüm. Okulumuz mezuniyet sonrası adeta iş garantisi sağlıyordu. İsteyen mezuniyet sonrası üniversitede okuyabiliyordu. Çalışma hayatımızda bunun yararlarını çok gördük. Parasız yatılı okumak artık bizler için bir yaşam tarzı olmuştu. Dostluk ve arkadaşlık bağımız giderek güçleniyordu. Acılarımız ve sevinçlerimiz en önemli ortak değerlerimizdi. “Yârin yanağından gayrı” her şeyimiz ortaktı artık. Birinci’nin tek sigarasını bile bazen üç kişi içerdik.
****
Dönelim okul hayatımıza… Her öğlen zil çaldığında karnımızda da zil çalardı. Doyurmak için aç karnımızı sınıftan koşarak çıkıp pansiyonun alt katındaki yemekhaneye bir an önce ulaşmaya çalışırdık. Kapının girişinde okul müdürü, müdür yardımcıları ve nöbetçi öğretmen için düzenli bir masa ve buradakilere yemek servisi yapan görevliler olurdu. Biz öğrencilerin yemek masaları ise daha ilerde ama herkesin masası ve oturacağı sandalye önceden belirlenmiş olduğundan yerimizi bulmakta zorlanmadan oturur yemeklerin gelmesini beklerdik. Hele kuru fasulye, pilav ve mevsimine göre, hoşaf, salata bir de tatlı varsa değmeyin keyfimize. Karavananın kralı olurdu bu menü biz açlar için. Derken tencerelerle gelen yemekleri görevli bir arkadaşımız dağıtır ve bu konuda elinden geldiğince adaletli olmaya çalışırdı. Yani birilerine etli, birilerine sadece sulu kısmını vermezdi. Yemek dağıtımı bu haksızlıkları önlemek için sıraya konmuştu zaten. Herkes sırası geldiğinde yemek dağıtırdı.
O gün her günden biraz farklıydı, çarşamba günüydü sanırım. Öğrenci masalarına doğru güler yüzlü, mini etekli, mavi gözlü çıtı pıtı genç ama güzel mi güzel bir kadın yöneldi. Hepimiz önce gözlerimizi ayıramadık ondan. Hem o günkü yemekler, hem de güzel bir kadın ikisi bir arada hoş olmuştu. Gözümüz ve midemiz birlikte bayram yapmıştı. Her masaya gelip yemeklerin güzel olup olmadığını sordu. Meraklıyız ya biz de ona kim olduğunu sorduğumuzda edebiyat öğretmeni ve bugünün nöbetçi öğretmeni olduğunu söyledi. Sevindik.
Kısa süre sonra çakır gözlü Aysel öğretmenimiz yatılı öğrencilerden sorumlu müdür yardımcısı da olmuştu. Artık her öğlen yemeklerini biz öğrencilerle birlikte bizim masalarda yer, yemekleri sevmeyen öğrencilere allem eder kallem eder yemeklerini yedirirdi. Hatta arkadaşlarımızdan Yaşar ve Aslangöz Adıyaman’da tereyağına alıştıkları için VİTA yağlı yemeklerde zorlanırlardı. Aysel öğretmen onlara yemeklerini yedirmeye çalışırdı. Kuru fasulye çıktığında masalara kuru soğan dağıttırırdı. Daha sonraları, kuru soğanı kendi cebinden alıp dağıttırdığını da duymuştum. Aysel öğretmen bizim için anne, abla, dert ortağı ve sevgi dolu sırdaş olmuştu.
Öğretmenlerimiz bizim yurtsever, haksızlığa karşı direnen ve toplumcu bireyler olmamıza özen gösterirlerdi. Sadece öğretmenlerimiz mi? Değil elbette. Yatılı okul, eğitim- öğretim dışında arkadaşlardan da doğru bir eğitim almada mükemmel bir kurumdu bizim için. En çok da Bilâl’den etkilenmiştik. Bilâl Bigalı idi. Yatakhaneye her girişinde mutlaka eline bir kitap alır okurdu. Hiçbir kötü alışkanlığı yoktu. Hafta sonları bile dışarı çıkmaz, kitaplardan başını kaldırmazdı. Yemekhanede hiçbir yemeği beğenmemezlik yapmaz, kitap dışında hiçbir şeye para harcamazdı. Yaz tatillerinde inşaatlarda çalışır, para biriktirir, okulda parasız kalmazdı.
Biz, birkaç arkadaşın sigara ve şarap düşkünlüğümüz vardı. Bir hafta sonu yatakhanede parasızlıktan pis pis düşünürken, Bilâl “Hayrola neyiniz var?” diyerek laf attı bize. Biz de parasız olduğumuzu, bize borç para verip vermeyeceğini sorduğumuzda, hayat boyu kulağıma küpe olacak bir cevap aldım kendi adıma. “Ben borç para vermem, ama ihtiyacınız var anlaşılan. Ne kadar lazım söyleyin?” demez mi! Daha on altı on yedimizde ya var ya yokuz. Borç yok, ihtiyacınız var, gerisini boş verin demez mi! Bunu fırsat bilen biz her parasız kaldığımızda Bilâl Bank’a başvurduk. Ama o bizi hiç geri çevirmezdi. -Daha sonra düşündüğümde ne büyük haksızlık yapmışız Bilal’e.- Derken dostluğumuz pekişti. Para istediğimizde de önce kitap alın, sonra sigara ve şarap tercih edin uyarısında bulunurdu.
Biz de önerisine uyarak kitap okuma alışkanlığı edinip, zaman zaman yatakhanede okuduğumuz kitaplar üzerinde tartışırdık.
Kitaplar; dostluğumuzu pekiştirirken toplumsal olaylara ve hayata, doğru bir bakış açısı kazanmamıza büyük katkılar sağladı. Artık yatakhane kitap okuma ihtiyacımızı karşılamaz olmuştu. Ortak bir karara vararak Beştepe’de okulumuza yakın bir gecekondu kiralayarak kitap okuma ve eğitim faaliyetlerimizi orada sürdürme kararı aldık. Gerçekleştirdik bu isteğimizi de. Ev sahibi bize evini nasıl kiraya verdi hala bilmiyorum. Biz her hafta sonu sinema ya da Kızılay’a gidip avare avare dolaşmak yerine kiraladığımız evimizde beş altı arkadaş toplanıp kitap okur, sonrasında koyu bir tartışma yürütürdük. Hem de sigara dumanı altında. Neler konuşmadık ki…
Okuduğumuz ilk kitap Felsefenin Temel İlkeleri idi. Sonrasında başka başka kitaplar. Bir de Şükrü ve Ekrem’imiz vardı. Şükrü her fırsatta sazını eline alır, hem çalar hem de söylerdi. Şimdilerde bile sesini sazını özlediğimizde telefonda çalıp söylemesini isteriz, sağ olsun kırmaz bizi. Ekrem’de de keman vardı. Hayatı kemandı onun da. Ne çok şey öğrendik kitaplardan ve birbirimizden.
Okula gitmeyi iple çekiyorduk. Öğrendiklerimizi yakın gördüğümüz arkadaşlara aktarma ve kafaya koyduğumuz arkadaşları kendimizce halkın davasına kazandırmak için. Bu ilişkilerin en ilginci ise İstanbullu, yakışıklı, beyaz tenli N..h’e başka sınıftan bir kız arkadaşı “kafalamasını” önermemiz üzerine yaşandı. E….e bizim gibi düşünmeyen ve bize karşı olanları örgütleyen güzelce bir kızdı. Kısa süre sonra, N…h başarılı oldu ve E…e’yi kazandık. Ne çok sevinmiştik. Zamanla bu iki arkadaşımız daha dost ve daha samimi olmuşlardı. Bu durum arkadaşlar arasında sorun olmaya başladı. Biz bu düşünceleri “sevgili bulmak” için savunmuyoruz söylentileri önü alınmaz bir hal almıştı. Duruma bir çözüm bulmak gerekiyordu. Beştepe’deki evimizde toplanıp her iki arkadaşı birlikte dinleme (sorgulama) kararı aldık. Ancak bizim eve bir kız arkadaşı getirmek hiç uygun değildi. Emek 4.caddede oturan Malatyalı bir işadamının oğlu olan Kenan arkadaşın evinde bu sorgulamayı yapacaktık.
Arkadaşlar bana “hakim” görevi vermişlerdi. İki arkadaş istediğimiz saatte eve geldiler. Kapıya nöbetçi bile dikmiştik. Sorguya başladık. Yaptıklarının doğru olmadığını, bu durumun bizi zorda bırakacağını ve bundan böyle birbirleri ile daha resmi olmaları gerektiğini ilettik.
Onlar her ne kadar bu eleştirilerimizi kabul etmeseler de kararımıza uydular. Sevgilerini bizden ve halkın davasından gizlemeyi yeğlemişlerdi. Şimdi düşünüyorum da ‘ne kadar yanlış yapmışız anlatılmaz.’
Oysa sevgi olmadan ne toplumu ne ülkeyi ve ne de kendimizi değiştiremeyeceğimizi çok sonraları öğrendik.
Ne çok şey kaybettik kazandıklarımızın yanında. Yıllar sonra yine o dönemden arkadaşlarla bir rakı sofrasında bir araya geldiğimizde N…h E…e’yi merak ettiğini ve onu görmeyi çok istediğini açıkça itiraf etmişti. Kırk yıl sonra bile hâlâ aklındaydı. Muhtemelen derin bir iz bırakmıştı onda. Bu isteğini birkaç kez gerçekleşen buluşmalarımızda hep hatırlattı bize. Okulumuzun bahçesinde her 19 Mayıs’ta pilav günü düzenlenirdi. Bu pilav günlerinin birinde beni uzaktan görüp Cafer diye bağıranın E…e olduğunu yanıma yaklaştığında fark ettim. N…h.icin ne çok sevinmiştim. Bir süre sohbet ettik. Sonrasında ben ayrıldım. N….h ile bir tartışmadan ötürü görüşmüyorduk. Ama bu haberi ona ulaştırmam gerekiyordu. Hiç beklemeden hemen N…h’e bir mesaj attım ama cevap alamayınca, ona ulaşabilecek bir arkadaşa durumu anlattım. O arkadaş gelişmeden N…h’i haberdar etmiş ve N…h’in emeline ulaşmış olduğunu öğrendim, hatta bir okul yemeğinde Eskişehir’de görüştüklerini gördüm. Onlar adına sevindim. Belki hissettiğim suçluluğumun azalmasına daha çok sevindim, bilemiyorum.
Okul ve pansiyonda iki farklı dünya görüşünü savunan gruplaşmalar başlamıştı. Biz kendimizce dünyayı ezilenler lehine değiştirmeyi amaçlıyorduk. Pansiyon tadilatı nedeniyle yemeklerimizi bir süre, komşu okul olan Yapı Sanat Enstitüsü’nün hangarlarında yiyorduk. Bir gün yemekhanede bir arkadaş kapıyı açıp “CİHAT GELİYOR” sözleri ile şeriat isteğini bağırarak duyurdu. Aysel Öğretmen yemek kepçesini eline alıp susturdu arkadaşı. Böylece büyük bir olayın çıkmasını engellemişti ama kendi de mimlenmişti. “Solcu” damgasını hemen almıştı. Aysel Öğretmen’in gelmesi ile birlikte sınıflar arası sosyal etkinlikler artmış, şiir yarışmaları, tiyatro ve folklor çalışmaları hız kazanmıştı.
Sıkıyönetimin uygulandığı 72 yılının sonbahar aylarından birinde sınıflar arası şiir yarışması düzenlenmişti. Jüri üyeleri Kimya ve Fizik öğretmenlerinden oluşuyordu. Bir arkadaşımız sınıflarını temsilen yarışmaya, Kızıldere Kurbanları adlı şiirle katılmıştı. Şiir, jürinin oy birliği ile birinci seçilmişti. Tertip Komitesi Başkanı Aysel Öğretmen önce jüri üyelerini uyararak, bu şiiri okuyan öğrencinin parçalanmış bir ailenin çocuğu olduğunu, disipline verilirse öğrenim hayatının biteceğini ifade ederek şiirin yarışma dışı kalmasını önermişti. Jüri bu öneriyi kabul etmeyince şiiri okuyan öğrenciye bir disiplin işlemi yapmak istemediğini, ancak şiiri başka platformlarda paylaşmamasını önerdi ve bunu sıkı sıkı tembih etti. Gençlik bu ya… Şiiri okuyan arkadaş kız arkadaşının günlüğüne şiiri yazarak paylaşmaz mı? Günlük sağ görüşlü bir öğrenci tarafından okunduğunda olanlar olur. Öğrenci durumu okul müdürü S.A’ya bildirir. Şiiri okuyan öğrenciyi bile dinleme gereği duymayan okul müdürü Ankara Sıkıyönetim Savcılığı’na olayı aktarır. Savcılık hemen soruşturma başlatır sonrasında Aysel Öğretmen’e ve jüri üyelerine 30 gün gözaltı kararı verir.
Aysel Öğretmen ve jüri üyeleri gözaltına alınmışlardı. Yani “güle yel değmişti.” Aysel Öğretmen Dışkapı Bölge Kadınlar Koğuşu’nda jüri üyeleri ise Mamak Askeri Cezaevi’nde otuz günlük gözaltı sürelerini sürdürmeye başlamışlardı. Askeri Mahkeme’deki yargılama sonucunda Aysel Öğretmen’e 3 ay, jüri üyelerine ise 6 ay mahkûmiyet cezası verilmişti. Aysel Öğretmen tutukluluğunu Dışkapı Bölge Kadınlar Koğuşu’nda Sevgi Soysal ile halef selef olarak sürdürmüştü.
40 kişilik koğuşta ODTÜ’lü kızlar Şafak Davası’ndan, Behice Boran ise anayasayı ihlalden yatmakta idi. Koğuşta siyasi kişiler çoğunluktaydı ve bu kişilerin en önemlilerinden biri Behice Boran’dı. Koğuşta 12 Mart’ın ağırlığı her alanda hissedilir ve her gün işkenceye götürülen kızlardan ötürü koğuş revire dönerken Behice Boran’ın öncülüğünde bir direniş başlatılır ve kadın gardiyanlar etkisiz hale getirilir. Mahkûmların doktor talepleri yerine getirilene kadar direniş devam eder. Sonunda doktor gelir ve direniş sonlandırılır. Bu durum Bölge Kadınlar Koğuşu’nun “zaferi”dir.
Aysel Öğretmen’in “Orası benim için bir başka okuldu.” dediği Kadınlar Koğuşu’ndan tahliyesi 53 günlük tutukluluktan sonra gerçekleşmişti. Biz yine birkaç arkadaş Emek Mahallesi Kırlangıç Evleri’ndeki evine geçmiş olsun ziyaretine gittiğimizde vakur, kararlı, kadirşinas, alçakgönüllü ve pişman olmayan bir Aysel Öğretmen ile karşılaştık. Aysel Öğretmen’in tekrar göreve dönme isteği Milli Eğitim Bakanlığı’nca reddedilmiştir. Gerekçe, bir öğretmen olarak Milli Eğitim Bakanlığı’nın manevi şahsiyetini aşağılamak olarak gösterilir. Bir halk türküsünde söylediği gibi, “ağustosta göle girsem balta kesmez buz olur.”
tam da Aysel öğretmene göreydi. Aysel Öğretmen göreve dönme mücadelesini her aşamada devam ettirir. Mücadelesini on üç ay sürdürür.
Türkiye’de görece daha ılımlı siyasi bir rüzgar esmeye başlar. CHP-MSP koalisyon dönemidir ve 1.Ecevit hükümeti olarak anılan bu dönemde Milli Eğitim Bakanı Sayın Mustafa Üstündağ’dır. Aysel Öğretmen, Sayın Üstündağ ile görüşmeyi başarır ve duruma hemen müdahale edilir. Aysel Öğretmen o günlerde birçok öğretmenin atanmak için sıra beklediği Bahçelievler Ortaokuluna atanır. Talih bu ya, hayat çok sevdiğim Aysel Öğretmen ile meslektaş olmamızı sağladı. Türkiye 12 Eylül’ü yaşamış, her şey allak bullak olmuştur. Tecrübelerinden yararlanmak için 85’te Aysel öğretmeni müdür yardımcısı olduğu Bahçelievler Ortaokulunda ziyaret ettiğimde öğrendim ki Milli Eğitim Bakanlığı, 1981 yılında Atatürk’ün 100.doğum yıl dönümünde Türkiye ölçeğinde düzenlediği şiir yarışmasına Aysel Öğretmen’i jüri üyesi olarak davet etmiştir.
******
Nereden nereye hey güzel ülkem…Yine de her altı ayda bir müfettişler, ananın adı babanın adı nedir bahanesiyle teftişe gelmekten usanmazlar (!) Jüri görevi sona erdiğinde Aysel Öğretmen dönemin Bakanlık Müsteşar’ına (PAŞA’ya) kendisine bir sertifika verilip verilmeyeceğini sorar. Buna neden gerek duyduğunu sorar Müşteşar. Aysel Öğretmen de her altı ayda bir müfettişlerin ana ve babasının adını sorma bahanesi ile geldiklerini söyler. Müsteşar, bundan böyle müfettişler geldiğinde kendisine göndermesi esprisi yaparken gülüşmeler olur komisyonda. Aysel Öğretmen’e de bir daha müfettişler uğramaz. Jürinin Atatürkçü öğretmenlerden seçildiğine ve bu görevin önemine değinen Müsteşar teşekkür etmeyi de ihmal etmez. Yani “Altın çamura düşmekle kirlenmez.” Her zamanki anaç tavrıyla birçok öğrencinin hayatına dokunan Aysel Öğretmen benim de hayatıma dokunmuştu. Bu dokunuş bana onun gibi ideal bir öğretmeni yazma erdemini sağlamıştı. O günlerden bugünlere uzanan kadim dostlarım oldu, vefalı, samimi ve bir o kadar da içten olan. Ama hayatıma başta Aysel Öğretmen olmak üzere birçok öğretmenimin idealleri yön ve yol gösterici olmuştu. Teşekkürler Aysel Öğretmenim ve kadirşinas büyük dostlarım.
SONRAKİ ADAY ÖYKÜYÜ OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ
- Solan Güle Ödül Cafer Keskin - 11 Ağustos 2021
- Dün ve bugünümüz!Cafer Keskin - 23 Nisan 2021
- Biz Bize – Yazı: Cafer Keskin - 8 Nisan 2021
Kaleminize sağlık. Ülkemizin aydın öğretmenlere ihtiyacı var.
Aysel öğretmen,her öğrencinin hayalidir.Hem güzel bir o kadar da ,çocuklara karşı sevecen,anlayışlı ve karanlık düşüncelerin Aydınlığı olmasıda öğrencilerin okuma alışkalığına örnektir.Öğretmenlerimize sevgi ve saygılarımla??♀️?
O kuşaktan biri olarak ilgiyle okudum. Okurken bazen “Hababam Sınıfını ” gördüm. Aysel Öğretmen-Semra öğretmen Bilal-Şaban ) Ama Bilal daha kaliteliymiş ,okuma alışkanlığı yaratmış. Felsefenin Temel İlkeleri kitabı sayesinde bana soruşturma açılmıştı ! Neyse ki, Başkomiser aydın biriymiş yırttık. Bu ülkenin daha çok Aysel öğretmenlere ihtiyacı var. Sağlıcakla kalın.
Öğretmendir dünyayı aydınlatan, elektrik olmasaydı, öğretmen nasıl aydınlatır dünyayı diyeceksiniz, elektriği bulanında beynini aydınlatan öğretmendir.
Sevgiyle kalınız