Nevzat Kalkan’ın yazdığı bu öykü Yazı Dükkanı Akademisi 1. ulusal Öykü Yarışmasında yarışmaya değer bulunan öykülerimiz arasında YDA004 kod numarasıyla yarışmıştır.
1.BÖLÜM
İlkokula gittiğim yıllarda, sen ANA okulunda olmalısın.
Adın SEVGİ olmalı.
Aynı apartmanda oturmalıyız.
Ara sıra ben getirip götürmeliyim seni okuluna.
Elimi tutmalısın “Abi” diye.
Birlikte sevgi ile büyümeliyiz…
Ben lise sona giderken, sen yeni başlamış olmalısın liseye.
Yüreğim kıpır-kıpır duyumsamalı seni ama anlatamamalıyım duygularımı…
Bir gün sana laf atan bir çocuğu dövdüğümde, kınamalısın kabalığımı.
Küsmeli, günlerce konuşmamalısın benimle.
Hatamı anlayıp dövdüğüm çocuktan özür dilediğimde, göz bebeklerinle gülümsemelisin bana.
Ve bakışların sevginin ta kendisi olmalı.
Okul çıkışı seni beklediğimde koşarak gelmelisin yanıma.
El-ele tutuşmalıyız.
Yüreklerimizin atışlarını duyar gibi olmalıyız.
Tenha bir köşede ve hiç beklemediğim bir anda aniden öpüp beni, geldiğin gibi koşarak kaçıp gitmelisin.
Heyecandan allar basmalı yüzünü, durduğun yerde titremelisin.
Eve girdiğinde annen şaşırmalı önce bu haline.
Sonra gülümseyerek bakmalı gözlerine ve bakışlarında katıksız sevgiler olmalı.
Ben, bıraktığın yerde donup kalmalıyım bir süre.
Gümbür-gümbür atarken yüreğim, sıcaklığını hissetmeliyim tüm hücrelerimde senin.
Eve nasıl gittiğimi bilmemeliyim.
Yüksek sesle şarkılar söylemeliyim.
Kapıyı açan annemin yanaklarını sıkmalıyım acıta-acıta.
“Deli çocuk” diye sızlanırken annem, anlamalı aşık olduğumu.
Ve aşık olduğum kızın sen olduğunu.
O da gülümsemeli gözleriyle bana.
Bakışları sevgilerin en kutsalını anlatmalı ve evimiz sevgiyle dolup taşmalı.
Sabahı sabırsızlıkla beklemeliyiz ikimizde.
O gün her zamankinden erken kalkmalıyız.
Aynaların karşısında her zamankinden fazla durmalıyız.
Özel kokular sürünmeliyiz.
Ve ben her zamankinden erken çıkıp, apartmanın kapısında oyalanmalıyım.
Ayakkabılarımın bağcıklarını çözüp-çözüp yeniden bağlamalıyım.
Nihayet sen kapıda göründüğünde heyecandan kızarmalıyım.
Seni beklediğimi gördüğünde çok mutlu olmalısın.
Yürümeye başlamalıyız yan-yana hiç konuşmadan.
Ellerimiz birbirini bulmalı biz farkında olmadan.
Okula yaklaştığımızda seni bir ara sokağa çekmeliyim.
Hiç karşı koymamalısın.
Ve nereye gittiğimizi sormadan elimi daha sıkı tutmalısın.
O gün okulu kırmalıyız seninle ilk defa.
Yüreklerimiz kıpır-kıpır ve nereye gittiğimizi bilmeden yürümeli, yürümeliyiz…
Bir deniz kenarında bulmalıyız kendimizi.
Kumların çimenlerle buluştuğu bir ağacın altında ilk defa masumane öpüşmeliyiz.
O ağaç artık bizim ağacımız olmalı.
Ve o ağacın altında, ölünceye kadar ayrılmayacağımıza dair aşk yeminleri etmeliyiz.
Tanıklarımız martılar olmalı.
Dalgalar, coşkuyla bizi onaylamalı.
Ve birden yağmur bastırmalı.
Her damlasında sevgi olmalı o yağmurun.
Tanrı üzerimize sevgi yağdırmalı.
Yağmurdan kaçacağımıza, birbirimize sıkı-sıkı sarılmalıyız.
Aşktan mı, yağmurdan mı sırılsıklam olduğumuzu anlayamamalıyız.
Sarmaş-dolaş ayrılırken sahilden, ara sokaklardan giderken evimize, zamanın ayırdında olmamalıyız.
Bu halimizi gören bir yaşlı teyze, nazar duası okumalı arkamızdan bize.
Geçen her saniye sevgiyi işlemeli yüreklerimize.
Sevgi kokmalı yürüdüğümüz sokak araları ve o ilk aşkın heyecanı mutlulukları sunmalı gençliğimize.
Ayrılık vakti geldiğinde, bir hüzün kaplamalı yüreklerimizi inceden.
Seni oturduğunuz dairenin kapısına kadar götürmeliyim.
Ve sen eve girdiğinde, seni özlemeye başlamalıyım…
*******
- BÖLÜM
Ben liseyi bitirip üniversiteyi kazandığımda, sevincim yarım kalmalı senden ayrı kalacağım için.
Sen de üzülmeli ama teselli etmelisin beni benim için.
Otogardan yolcu ettiğinizde buğulanan gözlerin, otobüsün tekerlekleri altında kalmışçasına ezmeli yüreğimi benim.
Gözlerime bakıp zoraki gülümsemelisin.
Üzüntünü saklamalı, belli etmemelisin.
Beni senden alan otobüs gözden kaybolana kadar dayanmalısın.
Ondan sonra boşalmalı gözyaşların ve ben görmediğimde, ardımdan ağlamalısın.
Gözyaşlarını annem silip teselli etmeli, kucaklamalı seni.
Benim için akan gözyaşları birbirine karışırken, uzaklarda gizlice ağladığımı kimseler görmemeli.
Eve giderken kız kardeşim koluna girmeli ve sen daha şimdiden beni özlediğini söylemelisin…
Ben üniversitede okurken aralıksız her gün, ama her gün mektuplaşmalıyız.
Ölümsüz sevgimizi ve içimizi kavuran özlemin, ayrılığın merhametsizliğini yazmalıyız.
Posta dağıtıcıları da tanık olmalı sevgimize.
Bir mektubundan o ağacımızın altında çekilmiş bir fotoğrafın çıkmalı. Yanında sana sarılmış kız kardeşim olmalı.
Yüzlerce kez öpmeliyim ikinizi de.
Bakıp-bakıp çok özlediğimi söylemeliyim size.
Sana şiirler yazmalıyım.
Her hecesi hasret kokmalı şiirlerimin, sevgimin sonsuzluğunu anlatmalı.
Her mektup sayfasında birkaç damla gözyaşının izi olmalı.
Bize bizi anlatan bir şarkımız olmalı.
O şarkıyı her dinlediğimizde duygularımız şahlanmalı.
Ayrı geçen her günümüz bize bir ay gibi gelmeli.
Her ay bir yıl ve her yıl bir asır gibi geçmeli…
Ve nihayet bitmeli bu hasret.
Bitirmeliyiz okullarımızı birbirimize özlem duya-duya.
İkimiz de eğitmen olmalıyız.
Sonunda birbirimize kavuşmalıyız.
Kavuşmamızın üçüncü gününde nişanlanmalıyız.
Yüzüklerimizi baban takmalı.
Bana “Artık sen de benim oğlumsun.” demeli.
Ağlamalı annelerimiz mutluluktan.
Hemen başlamalıyız evlilik hazırlıklarına.
Çok uzatmamalıyız arayı.
Nikah günümüzde sevdiklerimizin, sevenlerimizin hepsi düğünümüze katılmalı.
O ağacın altında ettiğimiz yemine tanık olan martılar, sevgiyle uçarak düğün salonumuzun çatısına konmalı.
Nikah masamızda beyaz güller olmalı ve sen beyaz gelinliğinle o güllere benzemelisin.
Hatta o kadar güzel olmalısın ki, güller seni kıskanmalı.
Benim de damatlığım beyaz olmalı.
Martılar kanatlarıyla bu uyumluluğumuzu alkışlamalı.
Nikahımız kıyılırken, küçük bir çocuk sana “Ayağına bas, ayağına bas.” diye bağırmalı.
Davetliler kahkahalar atmalı ve ben “Benim karım ayağıma basmaz.” demeliyim.
İmzaları attıktan sonra seni alnından öpmeliyim…
******
- BÖLÜM
Zaman geçtikçe azalacağı sanılan sevgimiz, inadına arttıkça artmalı, artmalı… Ve bir kızımız olmalı.
Mutluluktan uçmalıyız.
Adını SEVGİCAN koymalıyız…
Günler ayları, aylar yılları kovalamalı.
Zaman sevgiyle akmalı.
Ak düşmeli saçlarımıza ama aşkımız hep aynı kalmalı.
Sevgimiz hep yaşamalı.
Yıllar yılı bir tek defa bile unutmamalıyız özel günlerimizi.
Güzel armağanlar almalıyım, yine şiirler yazmalıyım sana evlilik yıldönümlerimizde.
Senin armağanlarının bende hep kalmalı izi.
Bu küçük şeyler çokça mutlu etmeli bizi, beslemeli sevgimizi…
Maddi sıkıntı içinde olduğumuz zamanlarda, bu kez ben sana, sen de bana armağan almayacağımıza dair sözler vermeliyiz birbirimize.
Ama bu söz vermeler ağır gelmeli bize.
Bir tek bu konuda tutamamalıyız verdiğimiz sözleri.
Sen ne yapıp-edip, bulup-buluşturup yine bir tıraş losyonu almalısın bana doğum günümde.
Ben de, param olmasa bile bir yerlerden çiçek aşırıp getirmeliyim sana.
Sevgi dolu bir dörtlük iliştirmeliyim çiçeğine.
Sözümüzde duramadığımız için affetmeliyiz birbirimizi.
Küçük armağanlarımız güldürmeli yüzlerimizi.
Özenle saklamış olmalısın sana yazdığım şiirleri.
Gururla okumalısın onları dostlarına.
Dostların bu şiirlerin en güzelini seçmek için boşuna uğraşmalı.
Bütün şiirlerimde sevgiler, sevgilerle yarışmalı ve hep kazanan; sadece sevgi olmalı…
*******
- BÖLÜM
Bir gün Sevgican’ımız eve mutluluktan uçarak gelmeli.
Odasında bir kelebek gibi gezinirken şarkılar söylemeli.
Bir ara anı defterinde, yazdığı aşk şiirlerini tesadüfen görmüş olmalısın. Benim eve gelişimi sabırsızlıkla beklemelisin.
Geldiğimde, kızımızın aşık olduğunu heyecanla anlatmalısın.
Kızımızın mutluluğu mutlu etmeli ikimizi de.
Yürekten dualar etmeliyiz bu mutluluğun sürekli olması için.
Tanrıya yakarmalıyız.
Tanrı duymalı bizi, kabullenmeli dualarımızı.
Ve biz yaşlı gözlerle sunmalıyız yüce tanrıya şükranlarımızı…
Bizim hep bebek gördüğümüz kızımız, üniversiteyi bitirmiş ve biz zor inansak da, artık büyümüş olmalı.
Onu istemeye geldiklerinde yüreğim burkulmalı.
Bir şartla vermeliyim onu sevdiğine:
Kızımız sevdiğiyle evlenmeli ama damadımız onu alıp gitmemeli!
Evimiz iki katlı ve bahçe içinde olmalı.
Kızımız, damadımız üst katta oturmalı.
Ve zaman geçtikçe üst katta kıyametler kopmalı.
Ama bu kıyametler, torunlarımızın mutluluk çığlıklarıyla bezenmiş sevgi savaşlarından oluşmalı…
*******
- BÖLÜM
Ve biz artık emekli olmalıyız…
En güzel uğraşımız torunlarımızı sevgiyle büyütmek olmalı güzel evimizde.
Ve de en güzel çiçekleri yetiştirmek küçük bahçemizde…
Bakkala, manava beraber gitmeliyiz.
Yürürken yan-yana ve bastonlarımıza dayana-dayana, mutlaka el-ele tutuşmuş olmalıyız.
Komşular laf atmalı bize; “Yine okulu kırıp kırıştırmaya gidiyorsunuz, değil mi?” diye.
Çok güldürmeli bizi dostlarımızın bu takılması.
Kahkahalar atmalıyız sokak ortalarında.
Biraz sonra sen kavga etmelisin manavla, geçen gün verdiği elmaların arasına iki çürük karışmış diye.
“Özür dilerim prenses, lütfen bağışlayın!” demeli manav.
Ve bugün verdiği iki kilo portakala, üç tane fazladan koyduğunda onu bağışlamalısın…
Çifte kumrulara çıkmalı adımız mahallemizde.
Mahalleli imrenerek ve sevgiyle bakmalı bize.
Bizim hikayemiz, bizim ölümsüz sevgimiz dilden dile dolaşmalı.
Uzun kış gecelerinde dedeler-nineler torunlarına masal yerine, bizim aşk hikayemizi ve ölmeyen sevgimizi anlatmalı…
Bir gün karşıdan el-ele tutuşmuş iki liseli genç gelmeli bize doğru.
Yıllar önceki bizi anımsatmalılar bize.
Yaklaştıklarında bırakmalılar birbirlerinin ellerini.
Utandıklarını sanmalıyız.
Sonra da yanılmış olduğumuzu anlamalıyız.
Gençler gelip ellerimizden paketlerimizi almalılar.
Tüm ısrarlarımıza rağmen evimizin kapısına kadar taşımalılar.
Ve izin isteyip gittiklerinde ben onlara teşekkür ederken, sen yıllar önce o yaşlı teyzenin bizim için okuduğu o nazar duasını, şimdi bu iki gencin arkasından sevgiyle okumalısın.
Gençler hep böyle olmalı:
Saygılı ve sevgi dolu…
Çok duygulanmalıyız.
O gece ben keyifle içmek istemeliyim.
İki dubleye hayır dememelisin.
Damadın aybaşında bana getirdiği o ufak rakı dolapta durmalı hala.
Ve ben o şişeyi açmalıyım.
Sen mutfakta mezeleri hazırlarken, ben ilk dublemden aldığım bir büyük yudumla azalan bardağımı, gizlice rakıyla takviye etmeliyim.
Böylece iki dublenin cabası olarak, bir yudum da fazladan içmiş olacağımı sanmalıyım.
Ama birazdan ben tuvalete gittiğimde, hem rakının bana dokunmasını istemediğin ve hem de dökmeye kıyamadığın için, kadehimden bir yudum içerek yüzünü buruştururken, azalan bardağı suyla tamamlamalısın.
Böylece birbirimizi kandırdığımızı sanıp, küçük mutluluklar yaşamalı ve birbirimize kurnazca ama sevgiyle gülümsemeliyiz.
Birbirimizi aldatmamız, ancak bu denli olmalı…
Bir yılbaşı gecesi kızımız, damadımız ve torunlarımızla sevgi dolu, harika bir gece geçirmeliyiz.
O gece ben üç duble içmeliyim; sen mutluluktan sarhoş olmalısın.
Kızımız eşiyle dans ederken, biz torunları paylaşmalıyız.
Torunlarımızla dans ederken fotoğraflarımız çekilmeli ve bu mutluluğumuz ölümsüzleştirilmeli.
Ve sonra damadımız seni dansa kaldırmalı, Sevgican’ımız da beni.
Saçlarını koklaya-koklaya dans etmeliyim kızımla.
Bizi seyrederken gözlerin dolmalı.
Müzik bitiminde torunlarımızın alkışlarıyla duygu selinde, sevgi denizinde boğulmalıyız…
Aldığım piyango biletine çıkacak büyük ikramiye (!) ile neler yapacağımızı hayal etmeliyiz.
Damat mercedes istemeli, kızımız ise daha ucuz ama otomatik vitesli bir araba diye tutturmalı.
Rol gereği kavgaya tutuşmalılar.
Biraz sonra kavganın seyri değişmeli.
Bu kez arabayı kimin kullanacağı konusunda çıkan anlaşmazlık sonucunda kıyametler kopmalı!
Artık otoritemi kullanma fırsatını kaçırmayıp, usta bir aktör gibi hışımla bağırmalıyım:
“İkinize de zırnık yok, bütün parayı torunlarıma vereceğim.” diye.
Kızla damat “Eyvah yandık!” derken, torunlar “Yaşa dede” diye atlamalı üstüme.
Oğlan bir yanağıma, kız bir yanağıma saldırmalı.
Kıskanmalısın!
“Biletin yarısı benim haaa. Ona göre!” demelisin.
Torunlar beni bırakıp bu kez sana saldırmalı ve buruşuk yanaklarından öpüp durmalı.
Nihayet onları aramıza alıp neler istediklerini sormalıyız.
Çuval dolusu paralardan istedikleri tek şey, birer bisiklet olmalı.
Epey düşünüp taşındıktan sonra, bizi de bindirmeleri koşuluyla “Peki, olur.” demeliyiz.
Artık evimizde düğün-bayram yaşanmalı.
Olmayan paranın hayali ile bu yaptıklarımıza katıla-katıla gülmeliyiz.
Dedim ya:
O gece hepimiz duygu selinde, sevgi denizinde boğulmalıyız…
Sık-sık yürüyüşlere çıkmalıyız seninle.
Birinde dul Hacer hanıma rastlamalıyız.
Yaşlı gözlerinin nedenini sorduğumuzda, anlatmalı bize biricik torununun amansız hastalığını.
Acilen ameliyat olması gerektiğini, aksi halde yaşama şansının olmadığını,ama ameliyat için gereken paranın da çok fazla tuttuğunu ve o yoksul haliyle o parayı ödemesinin mümkün olmadığını.
Bu yüzden her yoksul gibi kaderine lanet edip, umarsız kaldığını…
İkimiz teselli etmeliyiz Hacer hanımı.
Bu işin mutlaka bir çaresinin bulunabileceğine inandırmalıyız.
Umutlanmalı yaşlı kadıncağız ve umutla tutmalı evinin yolunu.
Ama biz ilk defa karamsar gitmeliyiz evimize.
İlk defa güldürememeli torunlarımız bizi.
Çaresizliğin, umutsuzluğun boyutları karşısında boyun bükmemiz; kızımızı da, damadımızı da çok üzmeli.
Ve biz, onları da üzmüş olduğumuz için daha da üzülmeliyiz.
Çaresizliğin koynunda sabaha kadar uyuyamamalıyız…
Sabah yine el-ele çıkmalıyız evimizden.
Benim bazı makamlara yazdığım mektupları postaneye vermeliyiz.
Ve boynu bükük evimize dönerken, aslında kendimizi kandırdığımızın ayırdında olmalıyız.
Zaman çok az ve ümit sıfıra yakınken, sevgi dolu yüreklerimizle yine tanrıya yakarmalıyız.
Evimizin kapısında kızımız, kocasıyla birlikte karşılamalı bizi.
İkisi de neşeli ve çok heyecanlı olmalı.
Şaşırmalıyız.
Damadımızın bu saatte evde olmasına da bir anlam verememeliyiz.
Anlatmalılar bize nedenini:
Yılbaşı gecesi hayallerini kurduğumuz biletimize, yoksul Hacer hanımın acısını giderecek kadar bir ikramiye çıkmış olmalı.
Ve bizi bizim kadar iyi tanıyan çocuklarımız; her şeyimizin onların olduğunu iyi bilen çocuklarımız, bu müjdeyi bize vermek için heyecanla beklemiş olmalılar.
Biz, bu durum karşısında göz-göze geldiğimizde, buğulanmalı gözlerimiz.
“Bu para sizin.” dememize fırsat bırakmadan, kararlı bir tavırla konuşmalı kızımız:
“Siz böyle yaralıyken bu para benim de, kocamın da, çocuklarımızın da boğazından geçmez. Onun için boşuna itiraz etmeye kalkışmayın. O hasta çocuğun bu paraya bizden çok daha fazla ihtiyacı olduğunu hepimiz biliyoruz…”
Gözlerimizde biriken yaşlar yanaklarımıza doğru yol almaya hazırlanırken, sözü damadımız almalı:
“Ben baş hekimle görüşüp her şeyi hallettim bile. Hacer teyzenin torununu bir-iki gün içinde ameliyata alacaklar. Gerekli olan parayı sizin ödeyeceğinizi de bildirdim. Hem merak etmeyin; isimlerinizin gizli kalmasını istediğinizi de sıkı-sıkı tembih ettim. Çocuğun ameliyat giderlerini sizin karşıladığınızı kesinlikle hiç kimse bilmeyecek…”
Artık gözyaşlarımızı hür bırakmalıyız.
Ve gözyaşlarımızı silerken; yüce tanrının dualarımızı karşılıksız bırakmamış olmasına çok, ama çok sevinmeliyiz.
O gece seninle şükür namazları kılmalıyız.
Hepimiz birbirimize doya-doya sarılmalı ve mutluluğumuzu paylaşmalıyız…
Bir hafta kadar sonra tekrar görmeliyiz Hacer hanımı.
Bu kez mutluluğuna ortak olmalıyız.
O, meçhul hayırseverlere dua ederken, biz de ona katılmalıyız.
O gece ve ondan sonraki geceler, artık mutlu ve huzurlu uyumalıyız…
*******
- BÖLÜM
Karlar erimeye başladığında daha sık çıkmalıyız yürüyüşlerimize.
Güneşli bir mayıs gününde baharın coşkusuyla, altında ilk kez öpüştüğümüz o ağacın altına yine gitmeliyiz.
Ve gölgesinde el-ele, göz-göze otururken; lisedeki günlerimizi, bu ağacın altında yaşadıklarımızı ve ettiğimiz yeminleri anmalı, uzun-uzun anlatmalıyız.
Başını omzuma koyup bizim şarkımızı mırıldanmalısın.
Ben ak saçlarını okşarken, şarkının bitiminde seni sevdiğimi söylemeliyim.
“Ben de seni.” demelisin.
Ve o gün, o ağacın altında son bir dileğimiz olmalı tanrıdan.
Bizi ömürler boyu ayırmaması için ona son kez yakarmalıyız…
Kızımız, damadımız ve torunlarımızla geçirdiğimiz sevgi ve mutluluk dolu bir gecenin ardından yatağımıza huzur içinde girdiğimizde; tıpkı yıllar önce okulu kırdığımız ilk günde olduğu gibi, ellerimiz bilinçsizce birbirini bulmalı.
Öylece el-ele uyumalıyız.
Ve sabah ezanı okunurken, yüreklerimizin tik-takları aynı anlarda durmalı…
Sevdiklerimize bıraktığımız en değerli mirasımız, yıllar yılı yaşadığımız ve yaşattığımız sevgi olmalı…
*******
- BÖLÜM
Sıcak bir ağustos gününde, bahçemizin o güzel köşesinde bir sürü çocuğun şen şakrak sesleri etrafa yayılmalı.
Orada gömülü olduğumuz yerin üzerinde, çocuklar için tahtırevanlar, kaydıraklar ve güzel salıncaklar kurulmuş olmalı.
Cesurca… Yüreklice…
Gömüldüğümüz yer mezarlık havasında değil, torunlarımız ve mahallenin çocukları için bir oyun parkına çevrilmiş olmalı.
Mahalleli; anlamalı bunun vasiyetimiz olduğunu.
Hak vermeli bize dostlarımız.
Hoş görmeli bizi insanlar.
Ve evimizin bulunduğu sokağın adını oy birliği ile SEVGİ SOKAĞI koymalılar.
O levhaya bakıp bizi anmalı ve içlerinden dua okumalılar.
Mezar taşı yerine başucumuzdaki ağaca bir plaket asmalılar.
O plakette isimlerimizin altına “Hep sevgiyle yaşadılar ve şimdi de çok mutlular.” diye yazılmalı…
İnsanlar bu ölümlü dünyada sevgiyi tanımalı.
Sevgi, insanların yaşamında hep olmalı.
Başucumuzdaki ağacın dallarında rüzgar; sevgi melodilerini seslendirmeli.
Ve o ağacın yaprakları SEVGİ kokmalı…
SEVGİ İLE YAŞAMAYI DENEMELİ.
Zaman en hakiki yaşamdır,
Doğa doğruyu hatırlatan en gerçekçi şahittir,
Bundandır ki sevgilere aşklara şahitlik etmesi için,
doğanın kucağında yetişen ve yaşamı köklerindeki öz suyunda barındıran ağaçlar seçilir,
Kah tek başına kah birleşerek orman olmuşlar arasından,
Bizimde aşkımıza şahitlik eden Elazığ DSİ ormanındaki çam ağaçları olmuştu.
Öyküler gerçek hayatların ipuçlarını verirler, öykülerin acı yanları da olsa tat vererek okunur.
Sevgiyle kalınız