Huyun Kurusun Mehmet Efendi Esmeri Alev Ekebaş

Esmeri Alev Ekebaş’ın yazdığı bu öykü Yazı Dükkanı Akademisi 1. Ulusal Öykü Yarışmasında yarışmaya değer bulunan öykülerimiz arasında YDA005 kod numarasıyla yarışmıştır.

Yaz günü, gene aklıma düştün. İçimde bir sıkıntı bir sıkıntı, ‘ya dirilirse’ diyor iç sesim. Susmuyor. Durmadan söylüyor. Gece gündüz fark etmiyor. ‘Ya dirilirse!?’  

Ahhh, Mehmet Efendi! Ahhh! Kimseye söyleyemiyorum halimi. Bu düşünce içime doğdu mu, vuruyorum yollara. Kasabadan dışarıya çıkıyorum, yorgun adımlarım beni doğruca sana getiriyor. Ortalık sıcaktan kavruluyormuş, olsun. Yürüyorum. Yağmur yağıyormuş, olsun. Yürüyorum. Ayaz çıkmış, olsun. Yürüyorum. Senin yüzünden bu yaşımda yollardayım.  

Önceleri konu komşu yadırgıyordu. ‘Çıldırmış galiba, bu kadar sık gidilmez ki!!!’ Alıştılar artık. Kasabanın çıkışındaki kahvenin önünden geçerken eskisi gibi fısıldaşmalar olmuyor. Bu kış yatak döşek yatıyordum. Komşunun bir kap çorbasına muhtacım. Aklıma düştün. Aklıma düşünce, burnuma çürük lahana kokusu geliyor. Sabahtan gelmeye niyet ettim. Yavaş yavaş giyindim. Nezle beni yere vuruyor, ben kalkıyorum. İnadım inat. Sarılıp sarmalandım. İçimi dışımı çürütüp gitmişsin. Lahana dolu kilere kilitlemiştin ya! Lahanalarla birlikte içim de çürümüştü. O günlerden kalma bir ses benimle konuşur olmuştu. Bu koku ve o ses beni bırakmıyor. Bu sefer de çeşmeden akan safi sudan beter ter döküyorum. İnadım inat. Yanına gelip, görmem gerekiyor. Komşum Uzun Ayşe yolumu kesti: “Gene mi? Ne severmişsin de haberimiz yokmuş! Bu hasta halinle gidersen oralarda kalıvereceksin” dedi. Dinlemedim. Karı koca birbirinin huyundan suyundan kaparmış derler. Senin de inadının damarı geçmiş. Benim yürüyüşümle bir saatlik mesafedesin ama. Kocadım işte. Yılmadım. Durmadım, geldim. Sonra koca kışı yatakta geçirdim. Gene edeceğini ediyorsun bana. Huyu çıkasıca. Uzun Ayşe’nin tuzu kuru. “Severmişim de…” İçimden geçeni diyemiyorum ki! Desem, ‘deli’ diyecekler diye korkuyorum.  

Her gün geliyordum. Sen de şahitsin her gün geldiğime. Bilmiyor musun? Biliyorsun ya! Önceleri hesaplaşıyorduk. Bu sefer doğruyu söyle. Bir gün sabah ziyaretine gelip konuşmaya dalmıştım. Gece elektrik direkleri bozulmuş, yolu aydınlatmıyorlardı. Yağmur yağdı, şimşek çaktı, bir an seni gördüm sandım. Sanki yanında kalıp yatmamı istemiştin. Kabul etsem, beni içeriye çekiverecektin. O anda gitsem, peşime geleceksin sanmıştım. Eve gitsem, karanlıkta sinsice peşime takılacaktın. Yoldaki yılanlardan, böceklerden korkmam. Bilirsin, küçüklüğümde yılanların yuvasına elimi sokar, gömlek değiştikleri dönemlerde, soyundukları derileri toplardım. Yaşayan hiçbir şeyden korkmazdım. Bana ‘Yiğit Hatice’ derlerdi. Ama o gün nerede olsam peşimdeydin, biliyorum. Nasıl döndüm, yolları nasıl buldum, evime nasıl girdim? Ölüp ölüp dirilmiştim.  

“Aşağı köyden Mehmet, iyi adamdır, mesleği de iyidir, bu devirde okulun hademesi olmak ne demek!” Kim demişti, hatırlamıyorum. Hiçbir şeyden korkmayan ben, evlendiğimiz ilk geceden beri her şeyden korkar oldum. Karşında yemek yerken bile, lokmalar ağzımda büyür büyür, yutamazdım. Ya yemeğin tuzu eksikse ya acısı fazlaysa, ‘ya’lar bitip tükenmezdi içimde…?  

Evlendiğimiz ilk gün üzmüştün beni. Sebep yokken, evin tavanındaki çiviye kalın bir sicim geçirip, ayağımdan asmıştın. Saatlerce öyle bekledim. Sen, o insan yarması vücudunla katıla katıla gülüyordun. Beni derin kuyulara salıp, dışarıda keyif ediyordun. Ondördündeki ay gibi tazeciktim. Nasıl kıydıydın bana? Sizin köyde adetmiş. Şehire yakın bir köy olmanız adetlerinizi değiştirmemiş, böyle yapmazsan erkekliğine laf gelirmiş. En mutlu günümü en acı günüm eylemiştin.  

Kafana esti mi, ayaklarımdan asardın. Tek suçum kadın olmaktı. Attığın dayakları saymıyorum.  

“Keyiften deli Haticee, keyiften asıyorum seni. Bağırdığını duymayacağım, alırım ayaklarımın altına” derdin.  

“Allah’ım bu zulmü niye verdin başıma” derdim. Sayende en ufacık sesten bile korkar olmuştum. Kimseyle de görüştürmüyordun. İçimdeki sesle arkadaşlık edip, konuşmaya başladım. O ses mi, başka birileri mi dedi, hatırlamıyorum, “bu adam ölmez. Şu boya bak, posa bak, dağdaki ayıda yok bunda olan kuvvet” diyordu.  

O sese soruyordum: “Ölmez mi, ölmez mi, huyu kurusun Mehmet ölmez mi? O insan değil midir?”  “Ölmez, seni gömer ama” diyordu.  

Çocuk veremedim diye ayaktan asma sürelerini iyice uzattıydın. Başım dönüyor, yerlerde sürünüyordum. Saçlarımı bile tarayacak güç bırakmıyordun. Yapma, etme! Dinlemiyorsun. Bir an, ‘şuna fare zehiri içirsem’ dedim. Bir an geldi, ‘çocuğumuz olsa buna benzerdi, birken iki olurlardı, iyi ki olmamış’ diye dua ettim. Bir an geldi ölmek istedim. Öksüzlüğüme isyan ettim. Bu hain, hademelik yaptığı okuldaki çocuklara nasıl davranıyordu acaba? Bana yaptıklarını anlatsam! Evde yapılanları kapı dışarına çıkartsam, ölümüm olurdu. Hep bekledim. İki iyilikten biri olsun, ya ben öleyim, ya…?  

Sıcaktan bayılacak gibi oldum. Olsun, bayılsam da bu yolda bayılacağım. Ses susmuyor. Damdan kafa üstü yere çakıldığın gün, öylece kalakalmışım, boş bir çuval gibi. Sen hiç ölmeyecek biriyken… Öldün. Azcık bile canlı değildin. Günlerce sordum. Öldü mü? Öldü mü? Öldü mü? Öldün! İnanamıyordum. Bir kürek toprak attım mezarına, üstüne çıkıp tepinmişim. Bana karşı işlemiş olduğun hatalar, günahlar, ayaktan asmaların aklıma geldi. Kasabanın en güzel kızıyken, beni kocatmış olman aklıma geldi. Tepindim, zıpladım, yumruk yapılmış ellerimi toprağına geçirdim. Avazım çıktığı kadar bağırdım.  

Bunca eziyet yaptığın halde, canımdan her Allah’ın günü can aldığın halde, cenaze törenin niçin bu kadar kalabalık oldu? İsyan ettim. Ettim! Ettim! Ettim! Dizimin bağı çözüldü, yere yuvarlandım. Üzüntüden ağlayıp, tepinip, saçımı başımı yolduğumu sandılar. Rezil kepaze olmayalım diye evliyken susmuştum. Artık çok geç gelen bağrışların girdabında dolanmaya, büyük bir geç kalmışlıkla kendimi bıraktım. Sonra olana bitene inanıp sustuğum zaman, öldüğün gün susan ses yeniden duyuldu: “Ya dirilirse!” İşte o cümleyi duyunca, kapıyı açınca seni karşımda görüverecek gibi oluyorum, yarım bıraktığın aklım, başımdan çıkıp gidiyor. Hükümet kuvveti gelse durduramıyor. İyi olmak için üşenmeyip mezarına geliyorum. Mezarına gelince; “işte orada yatıyor. Huysuz arsız herifim orada yatıyor” diyorum. Toprağını elleyip, avuçlarımda sıkıyorum, suratına suratına fırlatıp rahatlıyorum.  

Bazen, bana gene kızıverip dirileceksin gibi geliyor. Ya dönersen? Mezarın başında da rahatım yok. Bazı bazı beni yanına çekivereceksin sanıyorum. Nefesim kesiliyor, toprak dolu ellerimi serbest bırakıyorum. Topraklar usulca mezarının üstüne düşüyor. Bir avuç toprak aldım, yatağıma serpmek için. Eve dönüyorum. “Orada! Öldü! Mezarından geliyorum” diyorum. Bir avuç toprağını, gül yaprakları gibi serptiğim yatağımın üstüne, yüzükoyun yatıp kokluyorum. Yoksun artık… Rahatlıyorum. Biraz sakinleşiyorum, sonra o ses… Hiç bitmiyor. Uzun Ayşe, kapımı çalan tek insan. Kimse duymasın ama bir gün senin kapımı çalacağını biliyorum. Mezarına gidecek gücü bulamadığım, o sesi susturamadığım bir gün. O gün köpoğlusu, o gün geleceksin biliyorum. Huyun kurusun Mehmet Efendi! Huyun huy değildir, ölsen de senden bana rahat yok . Böyle bir adamsın işte. Bıktım senden! Bıktıııııım!!!!  

Niye beni buldun, niye? Köle diye aldın. Öldün gittin. Azat et artık! Bana yapışmış, içime işlemiş şu sesi, kötü hediyeni sustur artık! Bu ses susmazsa, yarın elimden çekeceğin var!!!!  

***  

Bir gün mezarlık bekçisi, Hatice’yi, Mehmet Efendi’nin mezarı başında, elinde kazma kürekle ve bir bidon benzin yanı başında, yarı baygın bir halde buldu. Ak düşmüş saçlarını yolmuş, yaşadığı işkencelerin izini taşıyan yüzünü tırnakları ile parçalamış, yemenisi bir yana düşmüş… “Dirildi, dirildi…” diye ağzının içinde bir kelimeyi çevirip duruyormuş.  

***  

Olayı izleyen Psikiyatrist .Dr. O. B. Röportaja gelen gazeteciye şunları anlatmış:  

“Mahvolmuş yaşamların büyük çoğunluğunun kadınlara ait olduğu bir dünyada, çürük lahana kokusunu kendilerinin yaydıklarına inanan kadınlar, bu inandırılmışlığın kalıplarını kırmak için sesini çıkarmadıkça, o kokuların içinde ömür törpüsü kocalarıyla yok olmaya mahkum olurlar. Kadınların köleliklerinden azat olmaları için, sahiplerinin verecekleri anahtarlara ihtiyaçları yoktur. Ayak bağına, ayaklarından tavana asılmaya mecbur edilmiş Hatçe Teyze, o bağa karşı koruma kalkanı olarak içindeki sesi geliştirmişti, ama kocasından korkusu nedeniyle iç sesi bile kocasına hizmet eder duruma gelmişti. İç seslerini bile özgürleştiremeyen kadınlarımızla dolu akıl hastaneleri. Burada bir bomba atıp, yanlış gelişmiş iç sesi susturup, kendi kadın kimliğini içselleştirip, güvenini sağlayacak çalışmalar yapacağız. Hiç bir şey için geç değildir. Doktorluk geçmişim bu yaşam öyküleri ve geri kazanılmış insanlarla doludur. Hatçe Teyze’ye inanıyorum, psikiyatrisi olarak o da bana inanıyor. Çürümüş lahana kokusu, yatağında kocasının mezarındaki toprağı koklarken duyduğu gül kokusuna dönüştü bile. İçindeki çürümüşlüğü kendisinin yarattığını anladı. Yolun başındayız. Uzun yılların izi, derinlerde ki yaraları, itilmişlikleri var. Benim ve ekibimin de sabrı, bilgisi, aldığı iyi bir eğitim var. Başaracağız… Psikiyatrist. Dr. O. B. gazetecilerin sorduğu soruları böyle cevaplıyordu. Bilim ışığında hastası ile ilgili gerçekleri ve tıp dünyasının bu hastaya yaklaşımını anlatırken, gazetecilerin bu konu ile ilgili başlığı nasıl atabileceği aklına gelmemişti.  

Psikiyatrist O. B. Ertesi gün gazetedeki manşeti görünce irkildi, iliklerinin donduğunu hissetti. Gazete haberine göre, yıllar sonra kocasının mezarını açıp, onun kefenini parçalayıp, benzin döküp yakmaya çalışan H. S.  adlı 60’ındaki kadını, hastanede tavana ayaklarından bağlanarak iyileştirilecekmiş! Yaraları derin olan kadın, çürümüş lahana kokusunu ortalığa yayarken, odasına gül kokulu deodorant sıkılıyor. Hasta buna karşılık, odasına girenleri itip dışarıya çıkarıyormuş. Doktorlar bu konularda gereken sabrı gösteriyorlarmış.  

SON  

 

11

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Çocukluk Çağımız Daha Güzeldi Sadi Geyik

Anı

2 Yorumlar

  1. benim favorilerimdendi öykünüz. Çok etkileyici buldum. Konu ve anlatım mükemmel. Benden ON Puan. Ne Haticeler biter bu cehalet devam ederken ne de Mehmetler. Kadın özgür olmadıkça, sağlıklı evlilikler yapamadıkça bu trajediler yaşanmaya devam eder. Çok korkunç bir evlilik öyküsü…..” Evlendiğimiz ilk gün üzmüştün beni. Sebep yokken, evin tavanındaki çiviye kalın bir sicim geçirip, ayağımdan asmıştın. Saatlerce öyle bekledim. Sen, o insan yarması vücudunla katıla katıla gülüyordun. Beni derin kuyulara salıp, dışarıda keyif ediyordun. Ondördündeki ay gibi tazeciktim. Nasıl kıydıydın bana? Sizin köyde adetmiş. Şehire yakın bir köy olmanız adetlerinizi değiştirmemiş, böyle yapmazsan erkekliğine laf gelirmiş. En mutlu günümü en acı günüm eylemiştin. ” … elinize yüreğinize sağlık. yeni yazılarınızzızı okumak dileği ile. saglıkı günler dilerim.

    1
  2. FEVZİYE ŞİMDİ

    Kaleminize sağlık. Beğenerek okuduğum öykülerden biriydi.

    0

Bir cevap yazın