Bekir Bayraktar‘ın Kırmızı Gömlekli öyküsü Yazı Dükkanı 1. Ulusal Öykü Yarışması’nda YDA028 kodu ile yarıştı.
Selim, hızla Ege Üniversitesi Hastane’sine girer. Aracını park yerine park eder. Koşarak danışmaya varır.
‘’Ramazan hangi serviste yatıyor.’’
‘’Hangi Ramazan, bir sürü Ramazan var burada.’’
Selim, abisinin soy ismini, doğum tarihini söyler. Danışmadaki kız yattığı servisi söyler. Selim asansöre biner, abisinin yattığı servisin katına çıkmak için asansörün düğmesine basar. Selim, asansör abisinin yattığı kata gelince, asansörden iner, koşar adımlarla ilerler. Abisinin yattığı oda numarasına bakar, 22 numaralı odayı bulur, içeri girer.
Kapıyı açtığında, karşısında abisi yatakta uzanmaktadır. Yengesi yanı başında koltukta oturmaktadır. Selim yanaşır abisinin elinden tutar.
‘’İyisin iyi, bıçak altına yatıp da, bu kadar kısa sürede iyileşen görmedim.’’
‘’İyiyim Selim Allah’a şükür. Ben bile kendime inanamadım. Sağ olsun hanım iyi baktı bana. Oda olmasa işim zordu. Bütün ihtiyaçlarımı o gidermekte. Şimdi biraz iyi oldum, kendi ihtiyaçlarımı görebiliyorum.’’
‘’Abi şimdi yengem gitsin, evde dinlensin. Bundan sonrasını ben hallederim, senin ihtiyaçlarının.’’
‘’Sende hazırcısın oğlum, zor işleri yengene yaptırdın, basit iş sana kaldı.’’
Ramazan bunları söyleyince yüzlerinde bir gülümseme oluşur diğerlerinin, hastanın iyileşmesi için gerekli olan moral Ramazan’da bulunmaktadır.
Ramazan yıllarda köyde tütün yaparak, geçimini sağlayan bir insandır. Bir gün ansızın tutan karın ağrısı ile hasta haneye gider. İlk teşhis apandis konmuştur. Ramazan ameliyata girerken, Ramazan’ın kıvranması, bir doktorun dikkatini çeker. Tekrardan EMAR ister bir yanlışlık olduğunun farkındadır. Ramazan sedyenin üzerinde duramaz. Ne olduğuna oda anlam veremez. Kendisine söylenen biraz beklemesidir. Ramazan sedyede bir müddet bekleyince, doktor yanlış teşhis konulduğunu söyler. Derdinin apandis değil, böbrek taşı olduğunu söyler.
Ramazan’a ağrı kesici iğne yaparlar, taburcu ederler. Ramazan şaşkındır, ne yapacağını bilemez. Kendisi biliyordur, iğnenin etkisi geçince, ağrıların tekrar başlayacağını. Ramazan çaresizdir, ne yapacağını bilemez. Durumunu oğluna anlatır. Oğlu İzmir’de okumaktadır. Oğlu babasına,
‘’İlk arabaya atlayın gelin.’’
Ramazan apar topar garaja gider, İzmir’e ilk arabaya bilet alır. Oğlu nerede ineceğini söylemiştir. Ramazan, araba üniversite kavşağına gelince iner. Oğlu babasını alır, hasta hanenin aciline götürür. Acilin doktoru filmleri inceler ameliyat olması gerektiğini söyler. Gerekli doktorlar aranarak gün alınır. Ramazan ameliyat günü gelene kadar oğlunun evinde kalır. Kaldığı süre içinde sürekli şiddetli ağrıları tutuğunda ortalığı ayağa kaldırmaktadır.
Ameliyat günü geldiğinde bir taksi ile hasta haneye götürürler. Ramazan ameliyattan sağlam çıkmıştır. Taşlar böbreğinin birini çalışmaz hale getirmiştir. Doktorlar böbreğinin birini alma kararı almıştır. İlk başlarda tek böbrekle yaşanılmaz düşünürken, doktorlar yüreğini ferahlatmıştır.
Tüm bunları sonradan duyan Selim, başka bir şehirde yaşamaktadır. Arabasına atladığı gibi abisinin yanına gelmiştir. Eşine haberi yolda vermek zorunda kalmıştır.
Selim abisine refakatçilik yaparken, birçok insanla orada oturup sohbet ediyordu. Bir gün gelen bir hasta dikkatini çekti. Hasta gençti. Belliydi halinden gelen genç kendileri gibi köylü çocuğuydu. Üstünden başından belli oluyordu, gariban oldukları. Acil geldiklerinden gencin üzerine davar kokusu vardı. Acil gelmişlerdi. Yıkanmadan ve üzerini değiştirmeden buraya gelmişlerdi.
Selim dayanamadı yanlarına gitti. Genç oğlanla konuşmaya başladı. Selim yıllarca köyde koyun gütmüştü, biliyordu köyde yaşamın zorluklarını. Gençle konuşmaya başlayınca, ikisi de açılmıştı. Bir genç oğlan, bir Selim anlatıyordu koyun güderken başından geçenleri.
Sonra genç oğlanın babası geldi. Oğluna yeni elbiseler almıştı. Selim yardım etti, gencin elbiselerini değiştirdiler. Odanın kokusu dahi değişmişti. Babası oğlunun vücudunu ıslak bezle siliyordu. Oğlunun üzerine kolonya sürüyordu. Oğlunun üstüne sinmiş, davar kokusunu geçirmek için, elinden geleni yapıyordu. Selim yaşlı adamın omzundan tuttu.
‘’Yeter artık bu kadar yeterli.’’
‘’Ayıp oldu sizlere.’’
‘’Neden ayıp olsun. Bizde çok davar güttük. Siz emeğinizin karşılığında karnınız doyuyor. Bilirim sizleri, kazancınıza kesinlikle haram katmazsınız.’’
‘’Zordur bizim yaşamda oğul.’’
‘’Sizlerin, sigortalı bir işi yok mu amca.’’
‘’Yok, bizim oğlum. Ben yıllar önce yasaklandım, o gün, bu gündür bana ve oğluma iş vermezler.’’
‘’Ne yaptın sen, devlete karşı mı geldin?’’
‘’Biz devletin sürekli yanında olduk. Menderes geldi tüm köyümüz ona oy verdik. Demirel geldi yine ona oy verdik. Özal geldi yine ona oy verdik. Şimdikilere zaten oy veriyoruz. Bizim köy yıllarca böyle kim devleti yönetirse onun yanındadır.’’
‘’Daha ne istersiniz? Şimdikiler, kendinden olmayana iş vermiyor. Siz sürekli onları desteklemişiniz. Siz neden iş bulamadınız?’’
‘’Yıllar geçince anladım oğul hepsinin adı batsın. Bunların bizi falan düşündüğü yok. Oğlan için meclise gittim, köye gelip oy isteyenler içeri almadı. Altta kalanın canı çıksın, öyle bir düzen olmuş.’’
‘’Peki, sen neden girip bir yerlerde çalışmadın. Senin zamanında, devlette iş bulmak kolaydı.’’
‘’Buldum, çalıştım sonuç işten attılar.’’
‘’Neden attılar.’’
‘’Şimdi bu elektrik dağıtım şirketleri diyorlar. Biliyor musun?’’
‘’Evet biliyorum.’’
‘’Orada çalışıyordum. Önceden onun adı TEK ti.’’
‘’Nasıl tekti, hepsi bir miydi?’’
‘’Hepsi birdi TEK (Türkiye Elektrik Kurumu) demekti. Şimdi bakma sen hepsini ayırdılar. Elektrik üretim, Elektrik dağıtım, Elektrik İletim daha birçok şirket kurdular. Sonra onları kendi içinde böldüler. Bölgelere ayırdılar, sırasıyla sattılar. Önceden köylere faturalar 3 ayda bir gelirdi. Şehre ise iki ayda bir gelirdi. Şimdi ayda bir geliyor. Köyde üç ayda ödediğimizden daha fazla ödüyoruz. İlk satıldıklarında bizlere daha ucuz elektrik kullanacağımızı söylediler. Şimdi nerede daha pahalı kullanıyoruz.’’
‘’İyide bununla senin ne işin var.’’
‘’Dur oğul, acele etme sırasıyla anlatıyorum.’’
Yıl 1985 köylere elektrik seferberliği düzenlenmiş. Tüm köylere zamanın hükümeti elektrik götürme sözü vermiş. Adamlar gece gündüz çalışıyorlar. Bizim köye de geldiler, elektrik direklerinin yerlerini belirlediler. Köylüyü topladılar. İçlerinden bir yetkili çıktı tüm köye seslendi.
‘’Sizlere gösterdiğimiz direk çukurlarını kendini kazacaksınız. Çok geniş olmasın direkleri durdurmada zorlanırız.’’
Ben bunu duydum, evimin önündeki çukuru kazmaya başladım. Elimde manivela çukuru kazıyorum. Köyde en önce ben bitirdim direk çukuru kazma işini. Ee, tabi, ben bu konuda bilgiliyim.
‘’Sen nereden öğrendin?’’
Ben askerde öğrendim, askerde telgrafçıydım. Orada öğretmişlerdi bana çukur kazmayı. Çukur kazarken dikkat edilmesi gereken hususları, direkle çukur oranı kurmayı, direğin ne kadarı toprağın içinde kalacağını hepsini biliyordum. Bunları bildiğim için ben önce bitirmiştim.
Köyde birçok insana yardım ediyordum. Beni gören TEK görevlisi beğenmiş. Bu işi anladığımı hissetmiş olmalı. Yanıma geldi. Elime bir liste tutuşturdu.
‘’Bunları hazırla TEK’e gel, ben seni işe alacağım.’’
Bunları hazırlamam en az bir günümü alır.
‘’İster bir günde, ister bir haftada, sen hazırla gel yanıma, seni işe alacağım. Sen bu işten anlıyorsun.’’
‘’Evrakları hazırlamadın mı yoksa?’’
Dur oğul çok acelecisin.
Durur muyum, ertesi sabah evrakları hazırladım. Soluğu TEK’te aldım. Bana söyleyen kişiyi buldum. Mühendismiş orada, birde mühendis müdür dediler. Nereden tanıdığımı sordular. Ben başımdan geçenleri anlattım. Bana dediler ki;
‘’Hadi şanslısın, insanlar araya adam sokuyor, işe girebilmek için. Sen doğrudan müdürden torpillisin. Müdür alacağım dedi mi alır.’’
Aradım, buldum müdürü, beni görünce,
‘’Getirdin mi evrakları?’’
Getirdim. Ne yapacağımı bilmiyorum.
‘’Sen gel bir soluklan.’’
Adam beni oturttu birde çay söyledi. Çayımı iştim. Yanında bir düğmeye bastı. Kapısı tıkladı. İçeri birisi girdi.
‘’Buyurun efendim.’’
Şimdi sen, bu beyefendiyi alıyorsun, evraklarını personele veriyorsunuz. Sigorta işlemini başlatıyorsunuz. Bu arkadaşımız bizimle çalışacak. Çalışacağı ekibi tanıştırırsın. Bu arkadaşı köy ekibine verin. İşten anlıyor.
‘’Tamam, efendim, dediğinizi harfiyen yapıyorum.’’
Ben adamla gittim. İlk önce bir odaya gittik. Evrakları verdim. Birkaç yere imza attırdılar. İşin hayırlı olsun dediler. Tatlı istediler benden.
Sonra başka bir yere gittik. Orada kamyonlar, vinç, traktör vardı. Oradaki insanlarla beni tanıştırdı. Oradakilerde bana hayırlı oldun dediler. Onlarda benden tatlı istediler.
‘’Alıp gitseydin tatlını, şimdi bak yerine oğlunu koyardın.’’
Dinle oğul çok acelecisin.
Selim adamın ağzından çıkanları can kulağı ile dinliyordu. Aklından geçenler zihnini karıştıyordu. İşi bulmuş gitmemiş herhalde. Acaba babası mı izin vermedi, köyde çobana ihtiyaç olduğundan. Selim bunları düşünürken, adam tekrardan anlatmaya başlar.
Sevinçliyim, TEK’te iş bulmuşu. Acele köye gittim. Köydekiler sevinçle karşıladı. Babam duyunca hemen bir davarı kesti, köylüye dağıttı. Muhtar duymuş geldi. Oda sevindi. Muhtar köylüyü topladı bir konuşma yapacaktı. Çıktı bir yüksek taşın üstüne.
‘’Sayın köylüler, bu günden sonra, cereyan arızamız olduğunda, bana ulaşıyorsunuz. Ben köylüme söylerim. İlk önce gelip, bizim köyün arızasını yapacaklar. Birde siz etrafta hükümeti beğenmeyenlere bakmayın. Bakın Ankara dahi biliyor, düzgün çalışanı, köylümüz işi bildiği için oraya alındı. Alnının akıyla, anasının ak sütü gibi helaldir ona.’’
Muhtarı köylü alkışlamaya başladı. İnsanlar benimle daha samimi olmak istiyordu. Nasıl olsa sırtımızı devlete dayamışız. Devletin elamanına dokunmayı bırakın, düğmesini yanlışlıkla koparsan altı aydan başlıyordu. Şimdi değişti, onlar. Şimdi bakıyorum, köye gelen bir jandarma komutanını köyden bir parti delegesi azarlıyor. O zamanlarda yapsan jandarma köyü dağıtırdı. Şimdi devlette disiplin kalmamış. Köyün bir işi için gittiğinde, herkes birbirinin üstüne atıyor. Bir vekil bulursan, ona yalvaracaksın, ancak oluyor.
‘’Amca çalışıyormuşsun ne oldu? Bak TEK’e girmişsin.’’
‘’Acelecisin be oğlum, şimdiki nesil hep böyle, yemeği pişmeden yemeğe çalışıyor. Sonrada midesi ağrıyor. Sen önce dinlemesini öğren.’’
Selim bu sözlerin üstüne, bir daha konuşmaz, çan kulağı ile dinlemeye koyulur.
Adam sonradan devam eder.
İlk başlarda her şey güzeldi. Bana gösterilen yerleri kazıyordum. Direkler, ağaç direk, bir omuz attık mı hop dikiyorduk. Sadece trafo direkleri demirdi, onu örerek yapıyorduk. Temelden beton üzerinden bir usta demiri bir birine bağlayarak, kocaman direk yapıyordu. Vinç gelip trafoyu koyuyordu. Bizler dikili direklere, telleri bağlıyorduk. İşlerimiz iyiydi. Hangi köye girsek, bize kurbanlar kesiliyordu. Köyde sürüsü olan bir hayvan veriyordu, bizlere bakım iyiydi köylerde. Arada bir kendi köyüme gider, çamaşırlarımı yıkatır, geri dönerdim, çalışılacak köye. Ben birkaç ay geçmişti, alışmıştım. Birbirimize şakalar yapıyorduk. Özellikle ilk gelen baya bir eğlence kaynağı oluyordu. İlk gelen diktiği ilk direği su getirtir, dibini sulatırdık. Dikili ağaç direğin dibi sulanır mı hiç. Bizimkisi şakaydı o zamanlar.
Bir gün köyün birinde tüm işler bitmişti. Yaz günü güneş hepimizi yakmıştı. Hepimiz kap kara olmuştu. Muhtar kurbanları kesmiş bizi beklemeydi. Biz af edersin oğlum, et yiye yiye dana gibi olmuştuk.
Ben son işleri tamamlıyordum. Son direkte ben vardım, lentesini kontrol ettim, her şey muazzam gidiyordu. Köyden bağırmaya başladılar.
‘’Direğin tepesine, bayrak asta öyle in aşağıya.’’
Baktım etrafımda bana bayrak getiren yoktu. Üzerimde kırmızı bir gömlek vardı. Bende gömleği çıkardım, yaz günü ortalık yanıyor, gömleğin içinde atlet vardı, atletle dururum düşüncesi içindeydim. Bayrak kırmızıydı, benim gömlekte kırmızı bir şey değişmeyeceğini düşündüm. Ben gömleği bağladım tam aşağıya inecekken, taşlar yağmaya başladı kafama. Ne olduğunu anlayamadım. Etraftan bağırıyorlardı.
‘’Komünist kırmızı bayrağı köyümüze çekti.’’
Bir başkası bağırıyordu.
‘’Vurun öldürün, köyümüzü bozamayacak.’’
Kafama gelen taşların, hattı hesabı yoktu. Ben bekliyordum köylü teşekkür edecek, köyümüze cereyan getirdiler, bunların karnını doyuralım. Beklediğim gibi olmadı. Direğin tepesinden bana gelen bir taş, kafamı kırdı. Ben yere düştüm. Yine sopalarla geldiler, beni dövdüler. Bizim arkadaşlar, araya girse de onları dinleyen olmadı. Araya girende dayak yemekteydi. Ben acıdan bayılmışım. Gözümü açtığımda, hasta hanedeyim. Kolumu kımıldatayım dedim, kımıldamıyor. Koluma baktım kelepçe.
Benim aklıma gelen, yataktan düşmemem için, takıldığını düşünüyorum. Sonra biri ses duydum.
‘’Gözlerini açtı komutanım.’’
Ben düşünüyordum, ne komutanı. Olanlara anlam veremiyordum. Meğerse beni komünist propaganda yapmaktan, jandarma gelmiş beni tutuklamış. Ben iyileşmiştim. Hasta haneden çıkıp eve gitmeyi beklerken, beni mahkemeye götürdüler. Mahkeme beni içeri attı. Sebep komünist propaganda yapmaktan, ben, ne anlarım propagandadan. Benim talihsizliğim o gün kırmızı gömlek giymek oldu. Ceza evinde beş yıl kaldım. Hani bir söz vardır.
‘’Adın çıkacağına, canın çıksın.’’
Benimde öyle oldu bir kere adımız çıktı. Kırmızı gömlekli dedin mi, beni buluyorlar. Sürekli evime jandarma gelip gitti. Ben komünist değilken, bu kadarını bana yaptıklarına göre, gerçek komünistlere neler yapmışlardır.
Benim kırmızı gömlek, işimin bitmesine neden oldu. Kırmızı gömlek sayesinde, oğluma da iş vermiyorlar. Devlet bizi mimlemiş bir kere, kurtulmak çok zor.
Şimdi anladın mı oğul beni, tesadüfen giyilen bir kırmızı gömleğin nelere sebep verdiğini.