Pablo (3. Bölüm) Serdar Hakyemezoğlu

Bir süre sonra yemek hazırlıkları başlıyor. Burada her şey tenekeden yapılmış. Cam su bardağı bile yok. Ayrıca tüm yemekler kaşıkla yeniyor, çatal  yasak. Tıraş bıçağı bulundurmak yasak olduğundan herkes pis sakallı. Tabii bizim yerli halkın büyük çoğunluğu köse olduğundan tıraş bizler için yaşamsal önemde değil.
Menümüz her gün sadece patates yemeğinden oluşuyor. Sabahları bir kupa süt ve zeytin ekmek yiyoruz. 

Gece erkenden yatağıma çekildim. Hastaların arasındaki ilk gecem. Açıkçası korkuyorum. Yavaş yavaş koridordaki sesler azalıyor. Herkes yatağına çekildi. Yalnızca koridor boyunca terliğini sürüye sürüye yürüyen tek bir hasta kaldı. Yatağımda büzüşmüş ve çarşafımı yüzüme çekmiş durumda yatıyorum. Çarşafın altında terliyorum. Ama yarım metre ötemde yatan diğer hastalardan yalıtılmış durumdayım.
Derken terlik sesleri bulunduğum koğuşun kapısına doğru yaklaşıyor. Kapının önünde biraz durup içeri giriyor. Sesler giderek bana yaklaşıyor. Tüylerim diken diken. Ayak sesleri yatağımın yanına kadar gelince kesiliyor. Şu anda tam tepemde duruyor, hırıltılı nefes seslerini duyuyorum. Çarşafın altında soğuk soğuk ter atıyorum. Korkudan nefes almayı bile kesmiş durumdayım. Uzunca bir süre tepemde dikildikten sonra aynı yavaşlıkla uzaklaşıp koridora çıkıyor. Tuttuğum nefesimi salıyorum. Panik duygusundan ne yapacağımı bilmiyorum. Tepemde dikilip beni izleyen hasta tehlikelilerden mi acaba?

Sonraki bir saat boyunca gidip gelmeler sürüyor. Her seferinde başımda beklediği süre uzuyormuş gibi geliyor bana. Gece çok uzun sürüyor. İki saat sonra sesler kesiliyor ama benim sinirler bitik durumda. Sabaha kadar uyku yok.

Sabah kahvaltısından sonra doktor viziteye geliyor. Bütün hastalar kapıya diziliyoruz. Asker bizi sırayla içeri alıyor. Sıra bana gelince doktorun yanına giriyorum. Görünüşüm pek iç açıcı olmasa gerek.
-Nasıl hissediyorsun, diye soruyor.
-Daha iyiyim komutanım. Zaten burada kendi derdimi unutmuş durumdayım.
Doktor yüzbaşı askere dönüp
– Ben çıkarken benimle birlikte çıksın, diyor.
Bana da: 
– Akşama kadar bahçede idare et, akşam koğuşa dönersin, diyor.
Sevinç içindeyim. Komutana teşekkür ediyorum
İlaçlarımızı doktor nezaretinde içiyoruz. Bana da ne olduğunu bilmediğim bir ilaç veriyorlar. Dışarı çıkıp kapının yanındaki yerimi alıyorum. Doktorun ayrılışını kaçırırsam, içeride kalma tehlikem var. Doktor çıkarken aradan sıyrılıp, peşinden ben de demir kapıdan çıkıyorum. Ancak arkamdan çok yoğun bağırma sesleri geliyor. İçeridekiler benim dışarı çıkabilmiş olmamdan hiç hoşnut değil.

Bahçede ağaç altındaki banklarda huzur içinde bir gün geçiriyorum. Öğlen olunca kantinden patatesimi alırken bir de jilet alıyorum kendime. Tuvalete girip sinekkaydı bir tıraş oluyorum. Herhalde benim ninelerimden biri, İspanyol ya da Portekizli birinin elinden geçmiş. Çoğu erkekte olmayan sakal, bende bol bol çıkıyor.
Akşam saati yaklaştıkça koğuşa dönmenin karabasanı sarıyor. Ama gece de bahçede kalacak halim yok. Hem de doktorun güvenini kötüye kullanamam.
Ayaklarım geri geri gitse de koğuşa yollanıyorum. Demir kapıyı çaldığımda askerle birlikte bir sürü hasta kapının arkasında birikiyor. En önde yine korkunç bakışlı uzun boylu var. 

– Nasıl çıktın dışarı?
-Benim hastalığım öyle. Ben kapalı yerde kalamıyorum. Sıkılıyorum.

Pek inandırıcı bulmasalar da seslerini kestiler. Akşam yemeğinden sonra yine yatağıma çekiliyorum. Gece uykuya geçmeden bir süre bekliyorum, terlikli hasta gelmiyor. İlacın da etkisiyle sıkıntılı da olsa, uyumuşum. 

Ertesi gün doktor gelince, doktorun yanına  giren her hasta içeride sıkıldığını, kapalı yerde kalamadığını söylüyor. Ancak doktor hiç birine izin vermiyor. Hatta kapının dışından bazılarına bağırdığını, azarladığını duyuyoruz. Ben yine doktor çıkarken kendimi dışarı atıyorum.
Akşama kadar yine huzur içinde, ağaçların altında zaman geçirdim. Hatta başka servislerde yatan ve dışarı çıkmaları serbest olan hasta askerlerle dostluk bile kurdum. Bahçede ilk kez bodrum katındaki psikiyatri bölümünden bir hasta gören askerler, merakla servisin içini, hastaları soruyorlar. Bizim koğuşlar hastanede ünlü demek ki.  Asker hastalarla sohbete katılsam da, sürekli akşam servise dönünce neler olacağı duygusu içimden gitmiyor. Dönüş saati yaklaştıkça içimdeki sıkıntı büyüyor.

Yeniden bodrum kattaki demir kapının önündeyim. Asker kapıyı açıyor ama düşündüğümün aksine koridor ve holde askerden başka kimse yok. Koridordan geçerken uzun boylu koğuşunun kapısından boynunu uzatarak pis pis bana bakıyor ama bir şey söylemiyor.

Yine alışılmışın dışında sessiz bir akşam yemeği yedik. Yemekte patates vardı. Patates olmasa biz ne yerdik, bilmiyorum. Yüz çeşit patatesimiz, bir o kadar da patates yemeği çeşidimiz var. Tanrı patatesi bizim için yaratmamış, bizi patates yememiz için yaratmış.

Akşam yemeğinden sonra yatağıma dönüyorum ama hem yemekte, hem de koridorda uğursuz bir sessizlik var. Oysa dün gece gürültü patırtıdan geçilmiyordu. İçimde kötü bir his var. 

DEVAM EDECEK

Serdar Hakyemezoğlu
1

Bu yazıyı da okuyabilirsiniz

Çocukluk Çağımız Daha Güzeldi Sadi Geyik

Anı

2 Yorumlar

  1. Yaşamın zor kesitlerinden sürükleyici öykünüzü merakla okuyorum. Tebrikler.

    0
  2. Tüm canlılar yaşadıkları ortama er ya da geç uyum sağlamak durumundadır. Uyum sağlayamayan canlılar tarihin derinliklerine gömülüp giderler. İnsan da en kötü koşullara bile gitgide uyum sağlar, alışır. Alışamayanlar mutsuz olur, zarar görürler. Karamsar yapılı insanlar ise hiçbir durumda mutlu olamaz, kendi kendini yer bitirir. Öyküyü ilgiyle izliyorum.

    0

Bir cevap yazın